Türki Dahil
Gazeteci yazar
TT

Hudeyr Hadi ve ses getiren ayrılık

Birçok kez yüzümü Irak tarafına döndürmüşümdür. Bu topraklara sevgiyle bakan tek kişi olmadığımı da biliyorum.
Bağdat üç iç çekişin şehridir. Bir kitapta okuyucu gözü ile ondan geçtiğinde bir iç çekiş, ekranda kırmızı arka plana sahip acil bir haber gördüğünde bir iç çekiş ve onun tarafından  eski bir dost ziyaretine geldiğinde bir iç çekiş.
Sevdiğim ve onlar için endişeden içim içimi yediği kaç dost hasrete yenik düştüklerinde vedalaşarak geçip gider ve ardından yine döner. Onların dönüşleri hiç kimsenin dönüşüne benzemez. Ama dün Bağdat’tan yola çıkan bir yolcu benimle vedalaşmadan gitti. Bu haberi aldığımda Seyfuddevle’nin kız kardeşinin ölüm haberini alan Ebu Tayyib gibi hissettim:
Haberin Arap Yarımadası'nı aşıp bana ulaştığında
Yalandır diyerek kendimi teselli etmeye çalıştım
Bağdat halen her gün beni üzmeyi sürdürüyor. Çünkü bu tarih ve medeniyetler şehri kimi zaman savaşla kimi zaman da hastalıklarla çocuklarından feragat ediyor, bazen yapılarını yıkıyor bazen de ırmaklarını kurutuyor. Bugün Bağdat’ın hüznü, müzelerinin duvarlarını Irak’ın muazzam tarihi ile süslemek için milletlerin çalmakta yarıştığı eserleriyle bile bağlantılıdır.
Ancak bana en çok acı veren şairlerin ölümüdür. Çünkü her şair –doğuştan- Bağdat’ta sütten kesilir. Ondan ayrılan herkes onun  için gözyaşı döker.
Örneğin geçmişte Bağdat’tan  ayrılmak Ebu'I-Ala’yı çok üzmüştür. Ebu Tayyib’in adı, Iraklıların başkenti ile birleşmiştir. Mütenebbi’yi ise Bağdatlılar o kadar sevmişlerdir ki vefalarını göstermek için şehirlerinin ortasında diktikleri bir abide ile onu ölümsüzleştirmişlerdir. Nizar, Bağdat’ı terennüm etmiştir. Çünkü Bağdat bir isim, sıfat ve fiildir. İnanmıyorsanız, Kazem El-Saher’e de sorabilirsiniz!
Nizar’ın Iraklılara, Bağdat’a, Belkıs’a, eski ve kadim olana duyduğu aşkı...
Çocukluğumdan beri gözlerim Ey Bağdat
Kirpiklerimde uyuyan iki güneş
Yüzümü tanımazlıktan gelme çünkü sen benim sevgilim
Soframın gülü ve şarabımın kadehisin
Yorgun bir gemi gibi sana geldim Ey Bağdat
Yaralarımı elbiselerimin ardına gizle
Keşke ey Nizar, Bağdat’taki yorgun gemiler –dediğin gibi- yaralarını elbiselerinin ardına gizlemeyi sürdürseydi.
Bir ay önce ey Nizar, Dicle Nehri'nde bir gemi battı ve Musul’daki 100 eve hüzün çöktü. Bu gemi ilk değildi ey Nizar... 2013 yılında da hüzünlü Dicle Nehri üzerinde seyreden bir gemideki Lübnan restoranı battı ve nehir 5 Iraklıyı yuttu.
Ne yollardaki kurşun sesleri kesildi ne de güzel Bağdat’ın caddeleri rahat bir nefes alabildi. Ta ki ırmağın suları kuruyup Bağdat’ta insanı mutlu edecek çok fazla haber kalmayana kadar ey Nizar!
Yılın ilk günlerinde Aryan El-Seyyid Halef, bu dünyadan ayrıldı. Dün de ey Nizar, Hudeyr Hadi’nin ölüm haberi ile perişan oldum.
Senin şiirlerini ezberlediğim gibi hatırladığım Hudeyr, dünyanın dört bir yanına dağılan Iraklıların yüzüydü. Toplamayı çok iyi bilen bir şairdi. Öyle ki beş ile başlayıp on ile bitirdi.
Hudeyr öldü ey Nizar! Ama Allah’a çok şükür ne cep telefonuna gelen mesajların kendisini tehdit ettiği gibi bir suikasta kurban gitti ne de gurbette öldü. Zira Irak toprakları, onun gibi vefalı kemiklerin özlemini çeker.
Kendisini konuk ettiğim “Edaat” (Işıklar) programında önümde ağlamamak için yemin eden Hudeyr bu dünyadan göçerken ben hem kendisi hem de Abdurezzak Abdulvahid ve Aryan El-Seyyid Halef için ağlıyorum. Onların ailelerine ve dostlarına, ezelden beridir sakin olan Dicle’nin bile sabrını taşıracak kadar yükü ağır olduğu için batan feribotta sevdiği birisini kaybeden herkese başsağlığı diliyorum.
Bizzat kendisinin bana söylediği gibi; hiçbir safta yer almayan şair öldü...
Çelişkilerine rağmen –Allah rahmet eylesin- güzel insanlardandı.  
Duygulu ve her an ağlamaya hazır bir insandı. Her zaman gözyaşları sanki mısralarından önce dökülmeye hazır gibiydi. Sürgün ve gurbete mahkum olmaları nedeniyle hüzünlenmekte haklı olan Iraklılar gibi o da hüzünlüydü. Her zaman gurbetten şikayet eder ve vatanına kavuşmayı dilerdi. İlginçtir ki Hudeyr de birçok şair gibi Irak’ı Bağdat ile sınırlardı:
Ey Bağdat, bana da bir esinti ver
Neden başkası seni koklarken ben kıskanmaya mahkumum!
Düşmanlarından tehdit mesajları ile onu korkutmamalarını istiyordu. Çünkü o -kendi deyimiyle- bütün şairler gibi korkaktı. Bir keresinde bana kendisini tehdit edenler hakkında “Beni sevgi ile tehdit etsinler ey Türki!” demişti.
Allah sana, gülümsemene, Edaat programında cömert bir şekilde dökülse de başka zaman cimri davranıp gizlediğin gözyaşlarına rahmet etsin ey Hudeyr.
Onu, beni onlara karşı çokça uyardığı -çünkü deneyimleri insanlara güvenmemeyi öğretmişti- kişiler öldürmedi.
Onu, doktorların izlememesi için uyardığı ama kendisinin kulak asmayıp izlemeyi sürdürdüğü haberler öldürdü. 
Hudeyr vatanına hastalık derecesinde aşıktı. Bana bir keresinde “Gurbette ölmek rezilliktir ey Türki!” demişti.
Iraklı mültecilere kucak açan her ülkeye selamlar göndermesine yol açan Iraklıların yaşadığı o dağılışı nasıl unutabilirim? Entarilere tek tek bakıp koklayarak, aralarında annesinin kokusunu taşıyan entariyi bulamadığı zaman ağlayışını nasıl unutabilirim?
Sevgilinin kokusu geçtiğinde
Maşuku arkasından yürür
Iraklılardan bahsedildiğinde duygulanırdı. Memleketlilerini hatırladığında sanki gözyaşları ile abdest alırdı. Irak istediğinde onu içsin diye kendisini bir sigara gibi sarmaya bile hazırdı. O hüzünlü ve kızgın bir Araptı. Elleri ve kolları ile teatral hareketler yapmadan şiir okuyamazdı. Onu dinleyenleri bu hareketleri ile sustururdu. Zeki birisiydi ve dinleyecilerinin ne istediğini iyi bilirdi. Şekilleri nağmeler ve ritimlerle betimleyen hayal sahibi birisiydi. O, kesinlikle şiiri bir klibe dönüştüren ve arka sokak sanatçıları gibi halka ulaştıran biriydi. Birçok kişi ona sitem etti ama hepsi de Hudeyr’in bu toprakların çocuğu, Irak lehçesinin sözcüsü, hızlı bir sezgiye sahip, badiye (çöl) şiirlerini iyi bilen, ekranlarda o anda aklına gelen bir şiirini doğaçlama bir şekilde okumak konusunda yetenekli olduğunu itiraf etmek zorunda kaldı.
Mürekkep kullanmadan önce şiirlerini gözyaşı ile yazdı. Kalbi kanıyordu ve hayallerinde ona sığınsa da ölümden gerçekten de korkuyordu. Bütün şairler gibi yapmayacağı şeyleri söylemekte cüretkardı:
Sen bana dokunduğunda
Ellerinin arasında ölürüm
Hudeyr boşuna kalbine sürekli gizliden ve açıktan “Ey kalbim... Güçlü ol” dedi. Ama Erbil’den gelen haberlere göre son kalp krizi geçirdiklerinin onuncusuydu.
Elbette bunun nedeni ne Dicle’de batan feribot haberi ne de insanları küçük parçalara ayıran kalabalık bir yerde gerçekleştirilen bir saldırıydı. Hudeyr’in kalbi çok eskiden beri Hudeyr’e karşı vefalı olmaya karar vermişti.
Onun derdi kaçırılan, siyahlara bürünen, yüksek hurma ağaçlarından geriye zayıf bir gölgeden başka bir şey kalmayan Irak’tı.
Hudeyr Iraklıların güzel ve iyi kalplerinde sürgünlerin acısını tatmıştı.  Ciğerleri için Bağdat’tan sıcak bir esinti talep ederek bu soğuk hakkında “Kar elimin üzerinde yeşillendi” demişti.
Merhum şair, onunla nerede karşılaşırsam karşılaşayım çok duygulu ve iyi kalpli halkının vücudundaki hüznü şekillendirirdi.
Gurbette ölmekten korkuyordu. Üç ihtimalden biri ile; ya bir kurşun ya bomba ya da bir kaldırımda suikasta uğrayarak ölmeyi bekliyordu. Ölüm ise onu bu 3 seçenek konusunda yüzüstü bıraktı. Ama o, güzel lehçesi ile birçok kez dile getirdiği “Ailemin arasında ölmek istiyorum ey Türki” temennisini yerine getirdi.
Ey Hudeyr, dostun Ebu Tayyib’in dediği gibi; bütün ölümlerin tadı aynı değil midir?
Hudeyr’in zekası ve anlaşmazlığa düştüğü kimselere karşı davranışlarında nezakatinden ödün vermemesi beni büyülemişti. Muaz El-Kesasibe hakkında yazdığı, Amman’da kendisini dinleyenleri ağlattığı ve sudan ateşin üzerine yağarak söndürmesini istediği o muazzam mersiyesini dinledikten sonra onu arayarak konuşmak istemiştim.
Ey ince ince çiseleyen yağmur yağ ki
Kafesinde bir dağ gibi dik duran
Etrafını maskeli yüzler sarmışken
Açık bir yüzle Rabbine
O Alemlerin Rabbine dua eden
Muaz’ı bu ateş yakmasın.
Dünya, camileri havaya uçuran, kiliselere bombalar yerleştiren ve güven içinde ibadet eden insanları öldüren maskeliler ile doldu ey Hudeyr Hadi. Bu dünyada sakin ve huzurlu bir şey kalmadı ey Hudeyr. Şairler doğuran Bağdat’ta, annenin entarisinde kalan koku gibi güven içinde uyu!