Türki Dahil
Gazeteci yazar
TT

Ter döktüren sorular

Karşı karşıya kalabileceğiniz en zor soru; daha ilkokulu bitirmemiş çocuğunuzun, şaşkınlığını gidermek, korkusunu dindirmek ve içinde bulunduğu şoku hafifletmek için cevabını sizden duymak istediği şu derin ve basit sorudur:
Onlarca kişiyi boğazlayan ve bu çrikin davranışlarını profesyonel bir şekilde çekip yayınlayan bu kişiler gerçekten de dedikleri gibi müslüman mı?
İslam öldürme ve kafa kesme dini midir?
Namazda imam bizlere “Biz seni, ancak alemlere rahmet olarak gönderdik” ayetini okudu. Bu ayet ile Allah, Hz. Peygamber’e alemlere rahmet olarak gönderildiğini söylemiyor mu? Öğretmenimiz alemlerin bütün insanlar anlamına geldiğini, Peygamberimiz’in (s.a.s) belirli bir topluluk ya da din için değil bütün insanlar için gönderildiğini söyledi.
Okulda öğrendiklerimiz yanlış mı?
Küçük çocuğunuzun bu mantıklı sorularından dolayı ter dökmeniz çok doğal ama bunlara cevap vermek daha da zor.
Diyelim ki çocuğunuza; “Bu kişiler Müslümandır çünkü İslami, hatta Kur’an’dan alıntılanmış sloganları taşıyan bayraklar altında savaşmaktadırlar. Kur’anı Kerim’den kim şüphelenebilir?” dediniz. Ama bu cevabı verir vermez neden olabileceği yıkımı önlemeniz gerektiğini farkedersiniz. Bu farkındalık ile belki de küçük çocuğunuzun düşüncelerini tahrip etmeye hazırlanan bu yıkımın etkilerini azaltabilirsiniz.
Bu farkındalığınız; onların bu davranışlarının yani kendilerinden farklı olanları öldürmelerinin ve boğazlarını kesmelerinin İslam’ın öğretilerinden ayrıldıkları ve çarpıttıkları dolayısıyla İslam’ı iyi anlamadıkları anlamına geldiği üzerinde odaklanmak zorundadır.
Onların Müslüman olmadığını söyleyecek olursanız bu kez de nasıl kendilerine Müslüman dedikleri ve Kur’an-ı Kerim ve hadisi şeriflerden başka bir şeyden bahsetmedikleri sorusuna cevap vermeniz gerekir.
Doğrusu hoşgörü kavramını açıklayarak da aklındaki bu problemi çözemezsiniz. Ama olur da bunu başarırsanız hoşgörüyü çocukların anlayabilecekleri kadar basit ve kolay bir hale getirmenin yolunu bulabilirsiniz.
Hoşgörü bu dünyadaki birçok çirkinliğe çare olabilir. O sevgi ve mutluluğun kardeşi, erdem ve ideallere bağlılığın dostu, ortak yaşam inancının temeli, savaş, şiddet ve nefret hatıralarını iyileştiren ilaçtır. Sürekli hatırlanarak ve güçlü bir miras üzerine kurulu aklı selim uygulamalarla güçlenir. Ancak onu inşa etmek ve yerleştirmek sadece yazmak, belgelemek, kavram ve boyutları, örnekleri, davranışları üzerinde tartışarak mümkündür.
Çocuğunuzun bu sorusuna ve diğer sorularına mutlaka yanıt vermelisiniz: Hoşgörü nasıl başladı, niçin vardı ve nereye ulaştı, bu soruyu neden şimdi soruyoruz? Radikallik bu dünyada insanlıktan geriye kalmış olanları da yıkıp geçti. Onun yüzünden başlar kesildi, dinler hedef alındı ve bu dinlerin mensupları ülkelerini terk etmek mecburiyetinde kaldı. Ama radikaller kendilerine daha fazla kurban ve esir aramaya devam ettiler ve bütün bunlar bizim ülkelerimizde yaşandı.
Daha üzüntü verici olanı bu kişilerin sahte bir şekilde kültürümüzdenmiş gibi görünmeleri ve gerçekleştirdikleri çirkinlikleri dinimizin emriyle yaptıklarına yönelik yalan iddialarıdır. Bizim aramızda da, dinimizde ve kültürümüzde hoşgörünün temellerinin ne kadar köklü olduğunu açıklamaktan başka bir şeyin durduramayacağı bu saldırganlığı durdurmakla ilgilenen kimseler de yoktu.
Radikallikten beslenen şiddet kültürü sadece bize ait bir buluş değildir. İnsanlığın açık kitabı; din, devlet ve adalet adına şiddet uygulayan aşırılık yanlılarının korkunç uygulamalarının örnekleri ile doludur. Bunlar ancak sorgulama ve ders çkarma, onların bu deneyimlerini incelemenin, ortak yaşama yer açmanın ve başta hoşgörü olmak üzere bir grup değer tarafından korunan barış halinin pekiştirilmesinin önemini kabul etmekle sona ermiştir.
Aşırılık yanlısı kültürden din, siyaset ve yasalarda barış haline bir gece içinde geçilmedi. Bilakis bu süreç farklı yollarda birçok adım atarak ve çeşitli aşamalardan geçerek ilerledi ve çok pahalıya mal oldu. Sonunda durum ve kavramlar bugün gördüğümüz hale ulaşana ve yeni gerçeği kökleştirene kadar; öyküden romana, sanattan müziğe kadar araçlar çok çeşitliydi. Bu araç ve kavramlar donuk olmayıp değişim ve gelişime açıktı.
Avrupa’nın hoşgörü tarihi Ortadoğu’daki çağdaş gerçekliğimize benzemektedir. Avrupa’nın bu başarısı fanatizm adına yürütülen kanlı savaşlardan çıkarılan dersler üzerine kuruludur. Avrupalılar şiddetli ve kanlı savaşlarda birbirleri ile savaşmış, başlar kopmuş, bedenler parçalanmış,su gibi kan akıtılmış, on milyonlarca insan öldürülmüştü. Sonunda savaştan bıkıp şiddet girdabının bir sonu olmadığını keşfettiler. Çünkü o başlangıçta küçük görüp önemsemediğin ama çok geçmeden büyüyüp önündeki herkesi ezip geçen bir kar topu gibidir.
Bilge ve hikmet sahibi insanlar şu kaçınılmaz gerçeğe ulaşmışlardır: Bu gezegende ortak bir şekilde bulunan bizler; anlaşmak, birlikte yaşamak, hoşgörünün sağladığı eşitlik içerisinde nefret ve aşırılığı kınamak zorundayız. Çünkü hoşgörü güçlendiği zaman dünyanın her yerinde farklı milletler arasında istikrar, kalkınma ve gelişme yaygınlaşır.
Hoşgörünün bir insanlık ürünü olduğunu, bütün insanların dinleri, ulusları, mezhepleri ve ırkları ile onun doğuşuna, birikimine ve gelişimine katkıda bulunduğunu, bütün insanların ve insanlık bilincinin ortak malı olduğunu, hiç kimsenin tekelinde olmadığını ve hiçbir grubun sanki sadece kendi ürünüymüş gibi ona karşı tutucu olamayacağını, herkesin çocuğu olduğunu anlamamız çok önemlidir.
Hiçbir din ya da ulus hoşgörüsüzlük ile ayıplanamaz. Bilakis adına hoşgörüsüzlük denilen bu ayıbın kökeni çarpıtılmış bir bağnaz düşünce halinden ibarettir. Bu düşünce hali ancak ölüm ve milyonlarca kişinin canını alan savaşların yaşattığı şoklar veya ötekini kabullenme ve herkesin üstadı, akıllıların öğüt aldığı, düşünenlerin ilham kaynağı tarihten ders çıkarma konusunda sahibini onlarca yıl ileriye taşıyan derin düşünme ve sorgulama, ciddi bir okuma ile tedavi edilebilir.
İnsanlık yaşamında olumlu ilkeler gizlidir. Ama onları uyandırmak ve meydana çıkarmak; başlangıçta bireysel olan, ardından kolektif bir hal alan bir hikaye ile başlayan toplu bir ilerleyişe bağlıdır. Avrupa örneğini ele alırsak; örneğin John Locke ve Voltaire’nin korkunç şeylere tanıklık ettiklerini ve bunlara kendilerine pahalıya mal olan düşünceleri ile tepki gösterdiklerini görürüz. Ancak ödedikleri bu bedel daha sonra faydalarının yanı sıra ihtişamlı olan kolektif düşüncenin yapı taşına dönüşmüştür.
Terör kavramı ile hanif dinimiz ya da hoşgörülü kültürümüz arasında bağ kurulması bizleri rahatsız ediyorsa, dışlama ve nefret yaklaşımını ortadan kaldıracak kendi metotlarımızı dünyaya tanıtmalıyız. Mevcut kültürümüzü; ezberlenmiş kültürel sistemler ya da şaşkın toplumsal efsaneler veya inatçı bireysel uygulamalar aracılığıyla anlatamayız. Canlı ürünlerimiz, hoşgörü siyasetine ve hafıza yönetimine yönelik zekice girişimlerimiz aracılığıyla ve çeşitliliğe kucak açarak, ortak yaşamın önemini idrak ederek yeniden sunmalıyız.
Yaşadığımız çağda ortak yaşam temeli ve üzerinde uzlaşmak, devletlerin istikrarını güvence altına alacak karardır. Bizler kendi irademiz ile bunu istediğimiz için birlikte yaşıyoruz. Eğer bu gönüllü irade yerinden oynarsa bina çöker. Farklılıklarımızı kullanarak sosyal barışımızı yıkmaya çalışanlar var ve bu kişiler, toplumlar içerisinde bölünmüşlüğü derinleştirme oyununu çok iyi biliyorlar. Onları engellemek için de bir olduğumuz zamanları ve bunu güvence altına alan değerlerimizi yeniden gözden geçirmeliyiz.
Her devlette kurucular ve birinci nesil anlaşmazlık duvarlarını akıllıca yıkmış, farklılıklarını hoşgörü ile kabul etmiş hatta toplumu gönüllü bir şekilde birleştirip bir pota içinde eritmişlerdir. İşte asıl güvence de bu gönüllülüktür. Bizim görevimiz bu gönüllülüğü evlatlarımıza ve torunlarımıza miras bırakmaktır. Bu da başta hoşgörü olmak üzere ötekini kabullenme kavramlarını güçlendirmeden mümkün değildir. Bu nedenle hoşgörü refah ve zenginlik değil devletin temel taşı ve birliğinin garantisidir.
Bugün artık mesajımızda sadece kendimize ait değiliz. Birbirinden kopmayan, iletişimi, korkuları ve arzuları artan, çıkarları çakışan, hem iyilik hem de kötülüğün renklerinin hakim olduğu, hatalar yapan ama kolaktif vicdanı iyilikle dolu insan topluluğunun artık bir parçasıyız. Hangi tarafta olacağımızı seçmeliyiz: Ötekinden korkan ve insanlardan ürkenlerin mi yoksa güler yüzlü, cömert ve açık fikirli, hoşgörü sahibi duyarlı olanların mı?