Fayez Sara
Suriyeli gazeteci-yazar
TT

İhmal ve sessizlik arasında İdlib

Esed rejiminin İranlılar ve Ruslarla olan ortak askeri operasyonları, Suriye'nin İdlib ili ve çevresini, Hama, Halep ve Lazkiye'nin kırsal bölgelerini kapsayacak şekilde bir aydır devam ediyor.
Rus savaş uçakları ve füzeleri, Esed'ın varil bombaları bu bölgeleri bombalamaya devam ediyor. Rejim kuvvetleri, İranlılar ve milisleri, Rus ve rejim uçaklarının hava desteğiyle kara saldırıları düzenliyorlar.
Askeri operasyonlar, Suriye’de çatışmasızlık bölgeleri oluşturulmasını öngören ve Türkiye, Rusya ve İran tarafından imzalanan ve 6 Mayıs 2017 itibariyle yürürlüğe giren Astana anlaşmasının ihlalidir.
O dönem bu anlaşma dört bölgeyi kapsıyordu, İdlib bunların sonuncusuydu. İdlib’i rejim açısından cazibe merkezi haline getiren, Esed rejiminin son iki yılda Rus ve İranlıların yardımıyla diğer üç bölgeyi yediden ele geçirmiş olmasıdır.
İdlib’de anlaşmaya aykırı yapılan ihlallerin bir benzeri bu üç bölgede de yapılmıştı. Mevcut nihai operasyonların amacının, rejimin İdlib ve çevresi üzerindeki kontrolünün yeniden sağlanması olduğu anlaşılıyor.
Rejim ve İran saldırılarının neden bu kadar şiddetli olduğunu ve İdlib’te son kalelerini savunmak için silahlı grupların neden bu kadar kararlı olduğunu anlamak zor olmasa gerek.
Geçen ay İdlib'e yapılan saldırılar, çoğu kadın ve çocuk olmak üzere yaklaşık 500 sivilin ölümüne binlerce kişinin yaralanmasına neden oldu. Köy ve kasabalarından kaçan yerinden edilmiş kişilerin sayısı 100 bine ulaştı. Çoğu zeytin ve ağaç tarlalarından atılmış insanlar.
Bazıları Suriye'nin kuzeyinde sefaletin kol gezdiği kamplara yerleştiler. Binlerce ev ve dükkânın yanı sıra, hastaneler ve kamu tesisleri imha edildi, tarımsal ürünler tahrip edildi ve çalındı.  Burada yaşayan halkın yaşam standardı, sahip oldukları her şey terle bir edildiği için gittikçe kötüleşti, üzerlerine yeni yükler bindi, öncesinde az da olsa var olan tüm yaşam fırsatlarını kaybettiler.
Şu ana kadarki sonuçların trajik olduğu doğrudur, ancak yaşanacak trajedilerin sadece bir kısmını oluşturuyor. Eğer rejimin düzenlediği askeri operasyonlar, 4 milyon Suriyelinin yaşadığı İdlib'i tamamen ele geçirme şeklinde bir nihai hedefe doğru ilerlerse, şimdiye kadar görülmemiş bir insani bir felaket yaşanacak demektir. Bu da ölüm, yaralanma, yerinden edilme, yoksullaşma ve aç kalma demektir. Bu durum başta Türkiye ve AB ülkeleri olmak üzere pek çok ülkeyi endişelendirmektedir. Zira bu, yeni bir Suriyeli mülteci dalgası anlamına gelmektedir. 2014-2015 dalgasından daha büyük olabilir.
Mevcut yerinden edilmiş kişilerin ve mültecilerin ihtiyaçlarını dahi karşılayamayan uluslararası yardım kuruluşları da alarma geçmiş durumda.
İdlib ve çevresinde yaşanması muhtemel trajediye rağmen, BM ve uluslararası tepkinin sadece sessizlik ve ihmal şeklinde tecelli ettiği görülüyor. Tükenmişlik eşiğine ulaşmış bir yavaş hareket etmeden bahsediyoruz. Uluslararası sorumluluk seviyesindeki düşüşün politik, ahlaki ve insani seviyelerdeki düşüşünü görmekteyiz. Askeri harekâtların devam etmesine ve tırmanmasına adeta göz yumuluyor, hâlbuki bu durum öldürme, yıkma ve yerinden etme olaylarının artmasına neden oluyor. Felaketi mevcut sınırlarında durdurmak ve Suriye meselesini Cenevre merkezli uluslararası çözüme kavuşturmak için hiçbir pratik adım atılmadığı gibi herhangi bir siyasi süreç de işletilmiyor. İdlib ve çevresi askeri operasyonlarla ilgili uluslararası gevşeklik ve sessizliğin temel argümanı, bölgedeki radikal İslami cemaatlerin varlığıdır. Bu geçersiz bir argümandır. Söz konusu argümanın kapsamı "Heyetu Tahrir-i Şam (HTŞ)" (daha önce El Nusra idi) ile başlıyor tüm silahlı oluşumları hatta bu radikal unsurlara kucak açtıkları bahanesiyle tüm bölge insanlarını içerecek şekilde genişletiliyor. En azından Esed rejiminin iddiası budur ve Tahran mollalarının İdlib halkını ve çevresini tanımlarken söyledikleri de çok farklı değil.
Bu argüman sivil ve masum halkın öldürülmesine, yıkımlara ve yerinden edilmelere dayanak yapılamaz. İdlib ve çevresindeki halk son yıllarda kendilerini bu radikal unsurlardan uzak tutmak için çok çaba sarf ettiler. Mevcut tüm imkânlarla onlara direnmek için çalıştılar. Bu, onay veya kanıt gerektirmeyen bir gerçektir; 2014 yılında, İdlib ve çevresindeki vatandaşlar, DEAŞ militanlarının bölgeden kovulmasında büyük katkıda bulundular, DEAŞ’la defalarca askeri çatışmalara girdiler ve bu uğurda yüzlerce şehit verdiler. Askerî çabayı destekleyen sivil faaliyetler de yürüttüler. Aynı mücadeleyi son iki yılda hem de defalarca "Heyet Tahrir el Şam (HTŞ)" örgütüne yönelik de yürüttüler. Bölgenin farklı yerlerinde sivil faaliyetler ve girişimler başlatmakla kalmadılar, aşırılık yanlısı politikalarla çatışmalara girdiler. Silahlı örgütlerinin ve politikalarının varlığını reddettiler ve İdlib halkının radikal cemaatler tarafından insan kalkanı olarak kullanılmasına ve rehin alınmasına izin vermediler. BM, İdlib'e karşı askeri operasyonları durdurmanın bir yolunu bulmak için çaba göstermeli, çünkü bu devam etmekte olan insani trajedi kabul edilemez sınırlara ulaşabilir.
İdlib'deki mesele genel Suriye meselesine siyasi çözüm çerçevesinde ele alınmalı, acilen siyasi bir sürece geçiş yapılmalıdır. Bu olmazsa, İdlib ve çevresinde derin bir felaketin patlama olasılığı vardır. İşte o zaman bölgedeki ve bölgesel çevredeki gelişmelerin sonuçları ile başa çıkmak son derece zorlaşacaktır.