Fayez Sara
Suriyeli gazeteci-yazar
TT

Suriyeli mülteciler başkalarınca kullanılan araca dönüştü

Esed rejimiyle ittifak yapma konusunda Suriye halkının iki ana düşmanı İran ve Rusya, belki de büyük bir hata işlediklerini düşünüyor. Çünkü bu iki ülke, son yıllarda Suriyeli mültecilere kapılarını açmadı. Bu düşünce, Suriye’nin iki komşusu Türkiye ve Lübnan’daki Suriyeli mültecilerin durumuyla ilgili meydana gelen gelişmelere paralel olarak Suriyelilere kapıları açmaya teşvik ediyor. Aynı zamanda bu düşünce, İran ve Rus yetkilileri, onlarca belki de yüz binlerce mültecinin acil bir şekilde havadan İran ve Rusya’ya taşınma yüküne katlanmaya sevk ediyor. Bu da Tahran ve Moskova rejimleri için geride olumlu izlenimler bırakabilir.
İran ve Rusya’nın tutumlarındaki dönüşümü,  ülkelerin içerde ve dış politikalarında yaşadığı bazı siyasi ve sosyo-ekonomik sorunların sorumluluğunun mültecilere yüklenmesiyle yakından ilgili. Fotoğrafı daha da netleştirecek olursak, halkın çeşitli kesimleri tarafından desteklenen geniş siyasi çevreler, elektrik sorunu da dâhil olmak üzere, ülkedeki tüm sıkıntıların arkasında Suriyeli mültecilerin bulunduğunu düşünmeye başladı. Oysa Lübnan hükümetleri, Eylül 1989 Taif anlaşmasına göre, iç savaşın barışa döndüğü 1990 yılından bu yana elektrik sorununu çözebilmiş değil.   
Türkiye ve Lübnan’ın Suriye’deki çatışmaya karşı tutumları ve mülteci sorununu ele alış biçimleri farklı olmasına rağmen Türkler, Türkiye’deki sorunların sebepleri arasında mültecilerin de yer aldığını söylüyor. AK Parti hükümeti ile diğer muhalif partiler arasındaki anlaşmazlıklar bu sorunlara bir örnektir. Artan işsizliğin ve pahalılığın arkasında Suriyelilerin olduğu ve onların Türklerin ödediği vergilerle yaşadığı söyleniyor. Türkler; mülteciler ve insan hakları alanında faaliyet gösteren uluslararası kuruluşların yanı sıra, Avrupa Birliği (AB) ile olan dış sorunlarının sebepleri arasında mültecilere de atıfta bulundu.  
Lübnan ve Türkiye’de çeşitli çevreler, mülteci meselesini ulusal bir meseleye dönüştürdü. Herkes, Lübnanlılarla ve Türklerle çatışmaya girmeden kendi sorununu mülteci meselesine bağlıyor ve iç tıkanıklıkları azaltıp bunları dışa yönlendiren popülist bir kitle oluşturmaya çalışıyor. Her iki durumda da Suriyeli mülteciler, ikili çatışmaların yönetildiği sorunların kaynağına dönüştü.
Yukarıdaki bağlamın aksine iki ülkedeki Suriyeli mülteciler meselesi, uluslararası kanunun çizdiği hukuki bir meseledir. Ayrıca uluslararası kanun, mülteci meselesini insani bir mesele olarak görüyor. Geçmiş ve gelecekteki ilişkiler nedeniyle Suriye, Türkiye ve Lübnan üçgeni için mülteci meselesinin önemi giderek artıyor. Zira Suriye’deki mevcut felaket ilelebet devam etmeyecek.
Mülteci meselesiyle ilgili burada Lübnanlıların ve Türklerin bildiği verilere işaret etmeliyiz. Mülteciler, Lübnan ve Türkiye’ye isteyerek gitmedi. Aksine onlar, savaşın, tutuklamanın ve tahribatın vahşetinden kaçarak bu iki ülkeye akın etti. Lübnanlılar, siyasi ve askeri anlamda Esed rejimiyle ittifak yaparak bu vahşete ortak oldu. Hizbullah ve diğer Lübnanlı milisler, Esed rejiminin Suriyelilere karşı yürüttüğü savaşta yer aldı. Öte yandan Türklerin bazı müdahaleleri ve politikaları, Esed rejiminin iktidarda kalmasına, öldürme ve tahribatın devam etmesine ve mültecilerin ülke dışına akın etmesine yol açtı.
Lübnan ve Türkiye’deki Suriyeli mülteciler önemsiz bir yığın değildir. Mülteciler arasında on binlerce doktor, mühendis, öğretim görevlisi, uzman ve zanaatkâr bulunuyor. Onlar, DEAŞ ve Hizbullah gibi radikal örgütlerin yanı sıra, İran ve Esed milislerinin kontrol etmesi için Esed rejiminin, İranlı ve Rus müttefiklerin parçaladığı Suriye toplumundaki en iyi kesimdir.  Birçok Suriyeli, tecrübelerinin yanı sıra zorlu yaşam şartlarında kullanmak için sahip oldukları paraları ve birikimleri Lübnan ve Türkiye’ye götürdüler. Türkiye’deki Suriyeliler, Lübnan’daki akranlarına göre Türkiye’de hizmet ve üretim sektörlerine daha belirgin ve somut bir şekilde yatırım yaptı. Bunun sebebi ise, Suriyelilere saldıran ve Esed rejimine hizmet eden milisler ve cemaatlere mahkûm bir Lübnan’da kanunun mevcut olmamasıdır.  
Lübnan ve Türkiye’deki mültecilerle ve onların yaşam ihtiyaçlarının karşılanmasıyla ilgili işaret edilmesi gereken son bir nokta var. Öyle ki, mültecilerin ihtiyaçları farklı kaynaklardan karşılanmaktadır. İlki, Avrupa ve Arap ülkelerinin Lübnan hükümeti aracılığıyla ya da doğrudan yaptığı yardımların yanı sıra Birleşmiş Milletler(BM) gibi mültecileri destekleyen örgütlerin yaptığı uluslararası yardımlardır. İkincisi ise, Avrupa ve Körfez ülkelerinde yaşayanların yanı sıra dünyanın farklı yerlerine dağılan Suriyelilerin ve akrabalarının yaptığı yardımlardır.
Buna göre, Lübnan ve Türkiye’nin mültecilerin ihtiyaçlarını karşılama konusundaki rollerinin farklı olduğu söylenebilir. Türkiye, ihtiyaçların temin edilmesine yardımcı olmaya çalışırken, Lübnan’da bunun tersi yaşandı. Şöyle ki Türkiye, son yıllarda birçok mültecinin çalışmasına ve yatırım yapmasına izin verdi ve seyahat etmelerini kolaylaştırdı. Bu da yaşam ihtiyaçlarının karşılanması için kişisel kaynakların sağlanmasına yardımcı oldu. Türkiye, dernekler aracılığıyla özellikle kamp sakinlerine yardım götürdü. Lübnan’da ise zıt gelişmeler yaşandı. Lübnan’daki Suriyeliler, güvenlik noktasında sorunlar yaşadı. Suriyelilerin çalışmasına ve seyahat etmelerine çok az izin verildi. Lübnan’daki yolsuzluk, mültecilerle ilgili dış kaynakların çalınmasında rol oynadı.
Uluslararası toplumun sessiz kaldığı bir ortamda Suriye’ye komşu birçok ülkede Suriyeli mülteciler meselesi, hukuki ve insani bir meseleden devletlerin, partilerin, milislerin ve silahlı çetelerin kendi çıkarlarını gerçekleştirmek için kullandığı bir araç-gerece dönüştü. Bu çevreler, kendi çıkarlarına göre ikili çatışmalarda ve uzlaşmalarda mültecileri kullandı ve onlara baskı yaptı. Onlar, mülteci meselesini ticarete dönüştürdü ve mültecilere şantaj yaptı. Yine onlar, mültecilere ayrılan yardımları çaldıkları gibi mültecilerin kaynaklarını gasp etti. Bunlar, son 8 yılda komşu ülkelerde Suriyeli mültecilerin maruz kaldığı birtakım suçlardır.