Gassan Şerbil
Şarku'l Avsat Genel Yayın Yönetmeni
TT

Suudi Arabistan’ın hedef alınması İran’ın gerçek stratejisidir

Suudi Arabistan’ın hedef alınması, mevcut İran rejimindeki karar mercilerinin masasında bulunan eski ve değişmez bir seçenektir. Bu durum, yıllardır yaşanan olayların teyit ettiği bir gerçeklik olarak karşımızda durur.
Suudi Arabistan’ın hedef alınması, geçici bir karar olmayıp, Tahran’daki mevcut rejimin doğasıyla ve başkalarına, özellikle de komşu ülkelere bakışıyla ilgili bir seçenektir.
Yıllardır Suudi Arabistan, bu bakışı değiştirmek için bir metot bulmaya ve rasyonel ya da gerçekçi bir İran politikasını vaat eden herhangi bir işareti yakalamaya çalıştı. Bazıları, Rafsancani’nin gerçekliğinden bahsettiği zaman Riyad, elini uzattı. Muhammed Hatemi’nin esnekliğinden bahsedildiği zaman da Riyad, aynı şeyi yaptı. Riyad, Ahmedinejad’a karşı da elini uzatmakta tereddüt etmedi.
Gelişmeler, her defasında dış politikanın özünün cumhurbaşkanının ofisinde değil de dini liderin ofisinde olduğunu gösterdi. Bazen liderlerin gösterdiği geçici gerçekliğin, İran’ın Suudi Arabistan’a karşı gerçek bakışı olduğunu iddia edenler bile var. Bu, sağlam politikaları uygulamak için Devrim Muhafızları’na güvenen dini liderin bakışıdır.
Suudi Arabistan, kendi topraklarında meydana gelen ya da yurt dışında diplomatlarını ve çıkarlarını hedef alan saldırılara karşı büyük bir sorumlulukla hareket etti. Gerilimi engellemeye ve gergin bir bölgede tehlikeleri artıracak açık çatışmalara sürüklenmekten kaçınmaya çalıştı. Riyad, Tahran’daki karar mercilerinin, ‘Güç hayalleri, sadece başkalarına değil, herkese zarar veriyor. Düşmanlık söylemi, ateşe yağ döküyor. Etnik ve politik gerilimin yanı sıra güvenlik yönünden de gerilimi artıyor’ hakikatinin farkına varmasını ümit etti.
Tahran, Körfez’in güvenliğini sağlama ve enerji güvenliği konusunda ortak rolden ve iyi komşuluktan bahsederek, Suudi Arabistan karşıtı gerçek politikasını defalarca gizlemeye çalıştı. Fakat sahadaki gelişmeler, İran’ın bölge ülkeleri arasındaki iyi ilişkilere yönelik çağrısının, medya ve diplomatik savaşın bir parçası olduğunu gösterdi.
İran ve Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerde derin bir sorun var. Aynı şekilde İran ile çoğu bölge ülkeleri ve dünya arasında da sorun mevcut. Günümüz dünyasında ülkeler arasındaki ilişkiler, uluslararası hukuk ilkelerine ve karşılıklı çıkarlara göre inşa ediliyor. Bunu pekiştirmek için devlet anlayışı üstün gelmelidir. Sorun şu ki İran, bu konuda kendi çıkarı olduğu zaman devlet mantığına bağlı kalıyor. Fakat politikasının özü, kendi haritası içerisinde yaşamayı reddeden ve başkalarının haritalarını koruyan uluslararası kanunlara karşı çıkan devrim mantığında, gizli kalmaya devam ediyor.
İran, diplomasi ve medya dışında propagandasını yapmadığı, cezp edici ve ilham verici siyasi ya da iktisadi bir model inşa etseydi; bu durum, sorun oluşturmazdı. Fakat Tahran, farklı bahanelerle kendi modelini dikte etmek ve hedef alınan ülkelerin yeterince kendi yörüngesinde dönmesini sağlamak için başkalarının topraklarına sızmaya çalıştı. Bağımsız ve egemen ülkeler arasındaki hitap diline uymayan araç gereçlerle yapılan bu ihlaller, İran’ın müdahalelerini, istikrarı sarsan bir metoda dönüştürdü. Burada örneğe gerek yok. İran’ın şu veya bu başkentteki nüfuzunun artması, istikrarın yayılmasına ya da kalkınma hazırlığına yol açmadı. Aksine İran’ın nüfuzu, gerilimin yayılmasına, ülkeleri temel unsurlarından soyutlamaya ve dünya ile ilişkilerinde gerilim tohumlarını ekmeye neden oldu.
Aralarında Suudi Arabistan’ın da olduğu birçok ülke, İran ile gerçekten normal bir ilişki kurmaya çalıştı. Fakat bu ülkeler, İran ve kurumlarının bir örtü olduğunu ve bu örtünün arkasında başkalarının haritalarına sızmanın yanı sıra onların topraklarında ve başkentlerindeki dengeleri değiştirmeye çalışmayı caiz gören devrim politikasının olduğunu keşfetti. Açıkçası İran, devlete dönüşmekten korkan bir devrimmiş gibi hareket ediyor. Çünkü bu tarz bir dönüşüm, devrimi ihraç etmeye dayalı büyük darbe planını yok edebilir.
Bölgede büyük darbe planını uygulama noktasında İran, kraliyetin, İslam, Arap ve uluslararası ağırlığından dolayı Suudi Arabistan’ı Körfez, Arap, İslam ve küresel düzlemde büyük bir engel olarak görüyor. Ilımlılık, işbirliği, diyalog ve anlayışa dayalı bölgesel ve uluslararası ilişkiler, Suudi Arabistan’ın ekonomik ve politik ağırlığına eşlik ediyor. Bu, Suudi Arabistan’ın çeşitli ülkelerde oynadığı arabuluculuk rollerinde görüldü. Bunun için Suudi Arabistan’ın kuşatılması, İran’da gerçek karar mercilerinin değişmeyen bir hedefiydi.
Mevcut rejim, daha fazla başkentin kararını elinde tutmak ya da en azından bu başkentlerin karar alım gücünü engelleme nüfuzuna sahip olmak için Suudi Arabistan’ın zayıflatılmasının zorunlu olduğunu düşünüyor.  İran, Suudi Arabistan’ı kuşatmak için milisler ve sınır ötesi küçük ordular kurdu ve onları roket ve insansız hava araçları (İHA) ile donattı. Husi darbesi, bu politikanın en net örneğidir. Suudi Arabistan, İran’ın istikrarı bozmak ve haritalara sızmak için Husileri daimi bir vekile dönüştürmeye çalıştığının baştan beri farkındaydı. Bundan dolayı Riyad, meşru Yemen hükümetinin çağrısına karşılık verdi.
Açıkçası Suudi Arabistan, Arap ülkelerinin füze fırlatma rampalarına ve İHA uçurma platformlarına dönüşmesine itiraz ettiği için hedef alınıyor. Aynı şekilde Suudi Arabistan, yaşadığı büyük dönüşümün getireceği gelecek nedeniyle de hedef tahtasının başında yer alıyor.
Bu çerçevede biz, Saudi Aramco şirketine ait iki Suudi petrol tesisine yönelik saldırıyı anlayabiliriz. Bu, büyük ve tehlikeli bir gerilimdir. Tahran’ın reddetmesine rağmen mesajın üzerindeki parmak izleri nettir. Bu gerilim, ABD’nin ‘maksimum baskı’ politikası nedeniyle İran rejiminin yaşadığı gerilimin boyutunu gösteriyor. Aynı zamanda bu gerilim, ABD yönetimini test etmek ve Tahran’ın enerji maddelerini tehdit edip bunları açık bir krizde yeni bir rehin olarak tutabileceğini Washington’a hatırlatmak için bölgedeki ateşin üzerine daha fazla yağ dökmektir.
Bu saldırıya karşı Suudi Arabistan’ı desteklemek için gösterilen Arap ve uluslararası tepkiler, İran rejimiyle uluslararası kanun arasındaki boşluğun büyüklüğünü bir kez daha teyit ediyor. İran, bu tarz mesajları artırarak, büyük İran darbesinin önüne daha fazla engel getirmesi için Suudi Arabistan’a Arap, İslam ve uluslararası ağırlığını kullanmaktan başka bir seçenek bırakmıyor.
Bu bağlamda Suudi Arabistan, bölgede istikrar ve kalkınma umudunu canlı tutmak için sağlam uluslararası ilişkilerinin yanı sıra irade ve güce sahiptir.