Davud Ferhan
Iraklı yazar
TT

Irak ve milisler sorunu

Irak’ın Sünni şehirlerinden 25 binden fazla kadın, erkek ve çocuğun kaçırılması ve Haşdi Şabi tarafından hükümete tabi olmayan gizli gözaltı merkezlerine götürülmesinin üzerinden 4 yıl geçti. Ancak bu gerçek daha yeni kamuoyuna açık bir hale geldi ve BM’ye kadar ulaşabildi.
Kuşkusuz bu, akibetleri belli olmayan binlerce kişi arasından hayatta kalabilenleri kurtarmak için geniş ve acil bir uluslararası müdahale gerektiren soykırım suçudur.
Politikacılar, kaçırılanların aileleri ve bazı yardım kuruluşları arasında yaygın olan görüş, kaçırılan ve kayıp olan bu binlerce kişinin Irak’ın ortasındaki Babil şehrine bağlı olan Curf el-Sahar bölgesine götürülmüş oldukları.
Eski Irak Başbakanı Nuri el-Maliki döneminde teröristlerin aranması ve acımasız DEAŞ örgütünün Bağdat’a ulaşmasını engelleme gerekçesi ile zaten bu bölgenin bütün köyleri boşaltılıp halkı göç etmeye zorlanmıştı. Ancak DEAŞ’ın bu bölgeden çıkarılmasının üzerinden yıllar geçmiş olmasına rağmen Irak hükümeti, bölge halkına evlerine ve topraklarına dönebileceklerine dair hiçbir umut vermiyor.
Hatta tam aksi yaşandı ve bu kez İranlı milisler tüm bu bölgeleri ele geçirerek hükümetin kontrolü dışında olduğunu deklare ettiler. Sonrasında da bu bölgeleri yer altı tünelleri olan, hava savunmasından bomba ve mayınlara kadar her türlü ABD ve İran menşeli silahlarla, elektrikli duvarlar, dikenli teller ile savunulan, içerisinde şüpheli hastanelerin bulunduğu güçlü bir kaleye dönüştürdüler.
Bu geniş alanlarda, Irak yasaları geçerli değil. Burada Haşdi Şabi kimliği dışında hiçbir kimlik kabul edilmiyor ve yalnızca Haşdi Şabi liderlerinin izni ile girilebiliyor.
Şimdi, BM Irak Yardım Misyonu Genel Sekreteri Özel Temsilcisi Jeanine Plasschaert’in BM’ye ayrıntıları açıklanmayan raporunu sunmasının ardından bir BM ekibinin Irak’a ulaştığını, kayıp ve kaçırılan kişileri aramak için yasaklı bölgeye gireceğini duyuyoruz. Ancak bu gerçekleşmeyecek çünkü Tahran’ın izni olmadan hiçbir ziyaretçi ya da müfettiş bölgeye girmesi mümkün değil.
Tahran ise buna hiçbir şekilde izin vermeyecektir. Çünkü ABD ya da İsrail ile yönelik bir savaşa girmesi durumunda burası Irak’taki ana üssü olacak. Hatta bir uzmana göre İran bu üssü S-300 ya da S-400 Rus hava savunma sisteminden oluşan bir füze duvarı ile donatmak niyetinde.
İnsan hakları kuruluşları ile Iraklı Sünni liderler, kaçırılan binlerce masum kişinin akıbetini öğrenmek için bu gizli dairenin sırlarının ortaya çıkarılmasını talep eden açıklamalar yaptılar ve bildiriler yayınladılar. Zira anlatılanlara göre Haşdi Şabi, ara sıra işkence altında hayatlarını kaybedenlerin cesetlerini bu gizemli gözaltı merkezinden mezarlıklara naklediyor.
Irak Başbakanı Adil Abdulmehdi Irak ordusunun başkomutanı sıfatını taşıdığı için aslında Haşdi Şabi’nin başkomutanı sayılsa da ülke içerisiden ve uluslararası camiadan gelen baskılara, kınamalara ve koparılan gürültüye rağmen halen harekete geçmekte zorlanıyor.
Bu hassas ve çetrefilli sorunun cumhurbaşkanının yetkilerinden bile çok daha büyük olduğu doğru ama bu bölgede devletin egemenliğinin sağlanması için onun da desteği gerekiyor.
Iraklılar, yalnızca ABD’nin bu korunaklı bölgenin duvarlarını aşabileceğine, sırlarını, kaçırılan ve kayıp olan kişilerin akıbetini ortaya çıkarabileceğine inandıklarını gizlemiyorlar.
ABD’nin bir yandan havadan indirme yapıp diğer yandan bir kara operasyonu düzenleyerek, silahlı hava araçları ve füzelerle bu merkezi ele geçirdiği, içinde bulunan Haşdi Şabi üyelerini, doktorları, gardiyanları, Iraklı ve İranlı işkencecileri tutukladığı bir sahne hayal ediyorlar.
Bu trajedi sona ermedi. Irak yargısı halen kayıpların akıbetini öğrenmek için kullanılabilecek uygun yöntemleri, müfettişlerin yasaklı bölgeye girebilmeleri için gerekli hukuki işlemleri tartışıyorlar.
Hükümet ise bilgi toplama ve şikayetler için bir komisyon kurmaya hazırlanıyor. Ama bu işlemler o kadar çok uzun zaman alabilir ki bu arada kanıtlar, isimler ve tanıklar kaybolabilir. 
Sonunda da hiç bir sonuca ulaşılamayıp dava dosyaları faili meçhul şeklinde kayıtlara geçirilip kapatılabilir.
Iraklı askeri uzmanlara göre kaçırma olaylarına karışan Haşdi Şabi tugayları; Nuceba, Seyyid el-Şuheda, Irak Hizbullahı, Asaib ve Horasani. Bu tugayların hepsi de Kasım Süleymani’nin liderliğinde Kudüs Tugayları ile birlikte Suriye'de savaşmışlar.
Abdulmehdi hükümetinin bu sorunu çözmeye gücünün yetmediği kesin. Zaten hükümet, Haşdi Şabi’ye tanıdığı ve 30 Temmuz’da sona eren mühletin ardından Haşdi Şabi’yi orduya entegre etme kararını uygulamada da başarısız oldu. Bu yüzden bazı milletvekilleri meseleyi uluslararası kamuoyuna taşımakla tehdit ettiler.
Irak’ta uluslararası kamuoyuna taşımak ifadesi, Curf el-Sahar bölgesine girmek, burayı milislerden temizlemek, kaçırılan kişileri kurtarmak ve kayıp olanların akıbetini öğrenmek, suçluları adalete teslim etmek için ABD’nin yardımını istemek anlamına geliyor. BM ise Abdumehdi hükümetinden de güçsüz. Nitekim 2014 yılından bu yana halen terörist Boko Haram örgütü tarafından kaçırılan 276 Nijeryalı kız öğrenciyi kurtaramamış olması bunun en iyi kanıtıdır.
Iraklı mezhepçi milisler yasadışı örgütlerdir. Yalnızca Dini Lider Hamaney’e bağlı ve onun emri altındadırlar.
Uluslararası camianın korkunç sessizliği ortasında geçen her gün ise kurbanların ailelerinin acısını ve sıkıntılarını arttırıyor.