Emel Abdulaziz Hezzani
Suudi yazar
TT

İran’da havzaların yakılması düşünce değişiminin işareti mi?

ABD’de yayınlanan New York Times (NYT) gazetesinin son zamanlarda İran’ın Irak, Lübnan ve Suriye’deki nüfuzunun ve etkisinin boyutu ile ilgili yayınladığı haberler zaten malum olan olgunun teyidinden ibarettir. Ancak aynı zamanda Irak, Lübnan ve birkaç gündür İran’ın büyükşehirlerinde patlak vermiş olan protesto gösterilerinin önemli bir anında bunu bütün dünyanın önünde ana hatları ile dile getiriyor.
Bu ülkenin bölgedeki bütün sorunların temeli olduğunu ispat ediyor.
İran rejimi ve başındaki “Rehber” Ali Hamaney, benzine yapılan yüzde 200 zammı ekonomik yaptırımlara bağlamanın sokaklarda, Washington’a karşı öfke, baskılar karşısında aciz olduğu için zam yapmak zorunda kalan rejime karşı da dayanışma duygularını uyandıracağını zannetti. Ancak İran halkı  en başından beri bununla yaşadığı için onları buna ikna etmek zor. Çünkü İran halkı, ülkelerinin  yaptırımlara, Tahran rejiminin hegemonya ve genişleme hırsı ile içişlerine burnunu soktuğu Arap ülkelerindeki yıkımı biliyor.
Bu yaptırımların bir anda değil de on yılların birikimi ile ortaya çıktığını ve 2005 yılından bu yana hız kazandığını anlıyor. Bütün bu süre zarfında yaptırımların, İran’daki siyasi rejimi, Arap bölgesindeki şeytanca davranışlarından vazgeçerek ekonomik ve kültürel olarak dünyanın en önemli ülkelerinden birisi olmasını sağlayacak bütün öğelere sahip bir ülkenin gelişimine ve kalkınmasına odaklanmasını sağlayamadığının farkındalar. Bunun yanısıra bu yaptırımlar sadece mevcut ya da eski ABD idarelerine ait değil.
BM Güvenlik Konseyi de örneğin balistik füze programını geliştirmesini engellemek gibi gerek içeride, gerekse Husiler ve Hizbullah gibi silahlı uzantılarının eylemlerini reddederek dışarıda İran rejiminin faaliyetlerine karşı birden fazla karar aldı.
Biyolojik sistemde asalaklar, kurbanlarını kuşatır ve direnmemeleri için zayıflatırlar. Ama mümkün olduğunca uzun bir süre onlardan yararlanmak için öldürmezler.
İran da böyle yapmış ve yapmaya devam etmektedir. Yemen ve Suriye’de daha zafere ulaşmamasına karşın diğer iki Arap ülkesi Irak ve Lübnan’ı fiili olarak her yönden siyasi, sosyal ve ekonomik olarak zayıf ülkelere çevirdi.
Hamaney ve memurları Irak ve Lübnan’daki protesto gösterilerinden korktular. Askeri temsilcileri Kasım Süleymani’yi öfkeli protestocularla mücadele planını belirlemek için Irak’a gönderdiler.
Süleymani, protestoculara karşı gerçek mermi, Irak Savunma ve İçişleri bakanlıklarına ait olmayan gaz bombaları kullandı.
Lübnan’da ise Hizbullah sadece Genel Sekreteri ile değil Hristiyan ve Sünni müttefikleriyle birlikte mevcut prostetolar sırasında uğradıkları zararları en aza indirmek için ölümüne mücadele ediyor.
Bu zararlardan biri de protestocuların krizlerini adlandırma ve sorumlularının adlarını açıkça belirtmekte gösterdikleri cesaretti.
Irak ve Lübnan’da protesto gösterilerinin başlamasından bu yana medyada, insanların adil talepleri karşısında tarihi siyasi liderliklerin saygınlığının çöktüğü yorumları yapıldı. Ancak gerçek şu ki en büyükleri ve Rehberleri Ali Hamaney’in saygınlığı daha 2017 yılındaki protestolarda çökmüştü.
Bu protestolarda İran halkı, rejime karşı öfkelerini ifade etmek için destekçileri nezdinde kutsallığa ve itibara sahip olan rejimin en tepesinde yer alan Rehber’e hakaret etmişlerdi.
İranlılar, bu protesto gösterileri sırasında rejimin güç merkezinden saygınlığını çekip aldılar. Benzin zammından sonra bugün daha öfkeli protestolar ile bunu bir kez daha yapıyorlar. İran vatandaşları düşünüyorlar.
Gazze, Suriye ve Yemen’deki vatandaşlardan onlara ne ki ülkelerinin gelirleri onlara harcanıyor?
Suriyeliler, Iraklılar ya da Lübnanlılar neden onlardan daha önemli? Ekonomik yaptırımların özellikle de petrol ve banka sektörlerini hedef alan yaptırımların İran ekonomik sistemini bitkün düşürdüğüne şüphe yok. Bu yaptırımların uygulanma amacı ise ABD’nin dediği gibi rejimi değiştirmek değil davranışlarını değiştirmeye teşvik etmek.
Bana göre bu söz gerçekçi değil. Çünkü bir sabah uyandığımızda Hamaney’in aniden barış adamına dönüşmüş olduğunu görmemiz mümkün değil. Bunu istese de yapamaz. Çünkü rejim, ya hep birlikte devam edecek ya da birlikte çökecek ortaklıklar ve çıkarlar ağından oluşuyor.
Yolsuzluk yaptırımlardan önce ekonomik yapıyı zayıflatmış olduğu için protestolar, İran’ın büyükşehirlerini hatta başkent Tahran’ın merkezini kaplıyor.
Bu protestolarda dünyanın en zenginlerinden sayılan diktatörün devrilmesini talep eden sloganlar yükseliyor.
İranlıların bu son protestolarında en dikkati çekici nokta, Şii din adamlarının yetiştiren medreselere dini havzalara karşı da öfkeli olmaları ve bazı bölgelerde protestocuların bu havzaları ateşe vermeleridir.
Bu dini havzaların insanlara bir şey vermeden sadece onlardan bir şey aldıkları, ülkeyi yöneten din adamlarının sosyal güçlerini, sahip oldukları popülerlikten aldıkları göz önüne alınırsa bu eylemler, İranlıların laikliğe yönelmeye başladığının işareti olabilir mi?
Dini havzaları yakanlar açısından bakıldığında şu hadis-i şerifin onların durumunu tanımladığını düşünüyorum:
“Yemek geldiğinde namaz vakti girse de önce yemeğinizi yiyin.”
Bu hadis-i şerif, insani ihtiyaçların karşılanmasının ibadetten bile önce geldiğinin kanıtıdır.
Dolayısıyla halkın ihtiyaçları, her İranlının sahibinin aç kalmadığı küçük bir şirket gibi olduğunu bildiği dini merkezlerden de önce gelir.
Teokratik rejim, Velayet-i Fakih rejiminin üzerine inşa edildiği sağlam zemindir.
Bu yüzden dini uygulamalarda aşırıya kaçılması, sanatçı, gazeteci ve entelektüellerin kuşatılması ve cezalandırılması dini iklimi olduğu gibi koruma politikasının bir parçasıdır.
Çünkü Hamaney, siyasi gücünü ve rejiminin gücünü bu dini iklimden alıyor. Dolayısıyla bilhassa insanlara ne koruma sağladığı ne de destek verdiği, gün geçtikçe daha da şiddetlenecek bir çatışmada onları rejimin askerleri ile karşı karşıya bırakmış olduğu göz önüne alındığında dini merkezlerin yakılması tehlikeli bir işarettir. İnsanların dini havzalardaki hırsızlara karşı olduklarının bir göstergesidir.
Bugün İran halkı, dindarları mali, idari ve siyasi yolsuzlukla suçluyor.
Bu insanların kültürel bilinçlerini etkilemesi kaçınılmaz olan derin bir düşünsel değişimdir.