Racih Huri
Lübnanlı yazar
TT

Lübnan'ın itaatsiz duvarları

Cumhurbaşkanı Mişel Avn’ın Başbakan Hariri’nin istifasından 50 gün sonra hükümetin kurulması için parlamento müzakerelerinin başlayacağını duyurduğu 19 Aralık Perşembe gününün gazete başlıklarına bakmak bile insanı karamsarlığa sürükleyebilir. Çünkü yeni hükümetin, Lübnan’ı içine düştüğü çukurdan çıkaracağına inanılmıyor.
Üstelik bu karamsarlığa şu acı soru eşlik ediyor;
Lübnan’dan geriye ne kaldı?
İki ay önce, Lübnan devlet sisteminde radikal bir değişim çağrısı yapan halk ayaklanması başladı. Göstericiler, ülkeyi açlık, yoksulluk ve işsizliğe sürükleyen tüm yozlaşmış siyasi çehrelerin uzaklaştırılmasını ve liyakatli teknokrat bir hükümet kurulmasını talep ediyordu.
Halkın yeni hükümetten beklentisi; mezhepçilikten uzak durması, gerçek reformlar yapması, yolsuzlukla mücadele çerçevesinde 30 yıldır siyasilerin ve bürokratların yağmalayıp yabancı bankalara yatırdığı kamuya ait 300 milyar doları geri almak için girişimde bulunması, yeni bir seçim kanunu oluşturarak 3. Cumhuriyet’in kurulmasına ön ayak olması yönündeydi.
Fakat olayların seyri aksi yönde gelişti. 19 Aralık Perşembe günü yapılacak istişareler öncesinde halkın temsil edildiği Meclis’in önüne, -değişim talep eden halkla vekillerin arasına- beton bariyerler yerleştirildi.
Hizbullah ve Emel Hareketi destekçilerinin protestocuların çadırlarına yaptığı saldırıların artması akla Lübnan’da Irak’taki kanlı senaryoların tekrarlanması ihtimalini getirdi. Irak’ta İran karşıtı göstericilere müdahalelerde yüzlerce kişi hayatını kaybetmişti. Her ne kadar Lübnan’daki göstericilerin taleplerinin mahiyeti Şiileri de ilgilendiren sosyal meseleler içerse de Şii siyasetçilerin protestocuları haklı bulmasına rağmen, saldırganlar, ‘Şia’ya bir tehlike oluşturduğu’ sanrısıyla hareket etmeye devam ediyor.
Anayasa uyarınca zorunlu olan parlamento istişareleri 49 günlük siyasi oyalamalardan sonra nihayet gerçekleşti ancak bu süreç, uzatmaların Cumhurbaşkanı Mişel Avn tarafından zaman kazanmak için kullanıldığını gösterdi. Bazılarına göre bu uzatmaların hedefi Taif Anlaşması öncesine dönmekti ki o zamanlar Cumhurbaşkanı bakanları belirler ve başlarına da bir başkan atardı. Bu uzatmaların bahanesi Avn’ın istişareler başlamadan önce yaptığı görüşmelerle istişarelerin sonuçsuz kalmamasını hedeflediği, zaten anayasada istişare zamanının net olarak belirlenmediği yönündeydi.
Kısacası tartışmalar, yeni hükümetin şekli, kimliği ve siyasi yapısının ne olacağıyla ilgiliydi. Halk devriminin büyümesi üzerine Başbakan Saad Hariri istifa etti. Ülkedeki sorumlulardan, mevcut siyasileri reddeden halkın taleplerini karşılayacak bir hükümet kurulması için destek istedi. Ancak Şii ikilisi Hizbullah ve Emel Hareketi ile Özgür Yurtseverler Hareketi (ÖYH) başlarda siyasi bir hükümet seçeneği üzerinde ısrar ettiler, amaçları bir yandan halkın taleplerini oyalamak öte yandan yürütmede kalarak ülkedeki gelişmelere etkilerini sürdürmekti.
Hükümetin geleceği üzerinde 50 gün tartışıldıktan sonra Hizbullah ve Emel Hareketi ile müttefikleri ÖYH, ortaya tekno-politik hükümet önerisini attı. Bu durumda ikincil bakanların siyasilerden birincil bakanların uzmanlardan oluşturulması öneriliyordu. Bu, hükümetin Avn’ı cumhurbaşkanı yapan Hariri’nin de içinde yer aldığı ‘siyasi uzlaşının’ enkazı altında kurulması anlamına geliyordu ki, siyasilerin uzmanlara baskın geleceği açıktı. Bu uzlaşı uyarınca Avn, ÖYH lideri Basil ve Hariri, ya birlikte yönetimde olacak ya hep beraber gidecekti.
Bu arka plan doğrultusunda Hariri’nin meclisteki Hristiyan bloklarda gördüğü destek sona erdirildi. Ki bu da Lübnan’daki siyasi yapıyı oluşturan ‘Milli Anlaşma’ ile çelişen bir durumun ortaya çıkmasını sağladı. Hariri bunu gördü ve  hükümeti kurma yolunda adaylığını geri çekerek topu taca attı.
Avn ve ‘Şii ikilisi’ zor bir karar verme aşamasındaydı; ya kendi ağırlıklarının olduğu tek tip bir siyasi hükümet oluşturacaklardı ki bu da ekonomik krizin derinleşmesini sağlayacaktı. (Nitekim ABD açıkça Hizbullah’ın hükümette yer alması durumunda Lübnan’ın hiçbir yardım almayacağını ilan etmişti) Ya da bir tekno-politik hükümet oluşturulacaktı ki herkes uzmanların siyasilerin gölgesinde kalacağını bilecek, halk hareketi devam edecek ve ekonomik kriz yine derinleşecekti.
Şu anda bankadan parasını çekmek isteyenler haftalık 100 dolar çekebiliyor, son iki haftada ekonomik nedenlerden ötürü 7 kişi intihar etti. Birçok şirket iflas ederek çalışanlarını işten çıkardı, bazı hastaneler krizden dolayı hasta alamayacaklarını duyurdu.
19 Aralık Perşembe günü, Hizbullah'ın öncülüğünü yaptığı 8 Mart Bloğu'nun ve müttefiki (Maruni Hristiyan) Özgür Yurtsever Hareket’in (ÖYH) desteği ile Beyrut Amerikan Üniversitesi akademisyenlerinden Hassan Diab, hükümeti kurmakla görevlendirildi.
Diab ılımlı ve temiz şahsiyetlerden biri olarak biliniyor. Karakteri ve çizgisi eski cumhurbaşkanlarından Selim Huss’a benzetiliyor. Beyrut Amerikan Üniversitesi’nde elektronik mühendisliği bölümünde öğretim üyesi. 2011’de kısa bir dönem Necip Mikati hükümetinde eğitim bakanlığı görevinde bulunmuş olsa da halk hareketi tarafından da büyük tepkiyle karşılanacak biri değil gibi görünüyor. Ayrıca kendisini ABD yönetiminin de olumlu karşılayacağı yönünde bir izlenim var.
Sorulması gereken soru şu;
Ne tür bir hükümet oluşturacak? Hükümetinin mahiyeti ne olacak, nasıl bir güç dağılımı söz konusu olacak? Hizbullah ve Emel hareketi taraftarlarının tüm kışkırtmalarına rağmen barışçıl gösterilerden vazgeçmeyen halk hareketi ile meclis arasına örülen ‘Berlin Duvarı’nın arkasında görevini yaparken ülkeyi içinde bulunduğu kriz ortamından çıkarabilecek nitelikte biri mi?
Nasıl bir hükümet olursa olsun, Lübnan’ı içinde bulunduğu krizden çıkarmak için çok büyük engellerle karşılaşacaktır. Uzmanlar bir ay içinde ekonomik iflasa karşı uyarılarda bulunuyorlar, bankaların dahi iflas edeceği söyleniyor. Lübnan Genelkurmay Başkanı Joseph Avn, yöneticileri, ‘açların devrimine’ karşı, ‘eğer bu gerçekleşirse ordunun fakirlere müdahale etmeyeceğini’ ekleyerek uyarmıştı.