Emel Abdulaziz Hezzani
Suudi yazar
TT

İş işten geçtikten sonra Berlin Konferansı

Libya limanlarına 6 yıldan fazla bir süredir hafif ve ağır çeşitleriyle tonlarca silah taşıyan gemiler yaklaşıyor.
Kaddafi rejiminin devrilmesiyle kaosa sürüklenmesinden sonra yeni Libya’ya bir gerçeklik dayatmak için radikal DEAŞ ve Nusra Cephesi örgütlerinin savaşçılarını taşınıyor. 2016 yılında medyada ortaya çıkana kadar Libya’ya silah ve çete tedariki devam etti. Bu gerçek, Libyalıların kendilerine karşı kurulan komplonun farkına varıp limanları üzerindeki kontrolü sıkılaştırmalarından sonra, taşıdığı yükü boşaltabilmek için uygun bir yer arayarak Libya kıyılarının etrafında dolaşan 10 geminin keşfiyle ortaya çıktı. Peki, bütün bu silah ve cephane nereden geliyordu ve neden Libya’ya boşaltılıyordu?
İki gün önce Berlin’deki konferansa katılanlar, açık bir gerçeği idrak ediyorlar. O da bu silah ve savaşçıların doğrudan Türkiye’den geldiğidir. Bu açık gerçeğe rağmen BM ya da konferansta oldukça coşkulu görünen Batılı ülkeler, tüm bu yıkım ve kaçakçılık yılları boyunca Türkiye devletine karşı hiçbir şekilde harekete geçmediler. BM, Libya’dan Avrupa’ya ulaşmaya çalışan göçmen botlarını batırmak için yeşil ışık yaktı mı bilmiyoruz. Ancak botların batırılmasına izin verirken neden Türk kargo gemileri ile yapılan kaçakçılığa göz yumuyor?
Avrupalıların Libya’ya yönelik ani coşku ve heveslerinin, Libya Ulusal Ordusu’nun Sirte şehrinden sonra Trablus’u da kontrol etmek üzere olduğu bir zamanda ortaya çıktığını aklımızdan çıkarmayalım. Gerçekte, Libya topraklarının büyük bir bölümü de Ulusal Ordu’nun kontrolü ve kontrolü altında.
Türkiye daha önce Suriye’ye silah ve paralı asker kaçırıyordu şimdi de Libya’ya kaçırıyor. Bu bir sır değil.
O halde Erdoğan neden görev süresi sona ermiş hükümetin başkanı Fayez es-Serrac ile bir güvenlik anlaşması imzalamak zorunda kaldı?
Para ve vaatlerle köleleştirdiği Suriyelilerin Libya’ya yöneldiğini gösteren videoları neden sızdırdı?
Hırslı kişiliğiyle Erdoğan, Türkiye kamuoyuna uluslararası toplumu Berlin Konferansı’nı düzenlemeye zorlayanın kendisi ve Moskova olduğunu söyleyip duruyor. Bu saçma mantığını küçümsemeyin.
Erdoğan, 2018 yılında İtalya’nın Palermo şehrinde düzenlenen Libya konulu görüşmelerde, Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi ve Libya Ulusal Ordusu Komutanu Halife Hafter’in talebi ile Türk heyetinin toplantılardan birinden uzaklaştırılmasını unutmadı.
O zaman Türk heyeti öfkeyle İtalya’dan ayrılmış ve toplanan taraflara Libya konusunda Türkiye’nin dahil olmadığı hiçbir müzakarenin etkili olmayacağını hatırlatmıştı.
Erdoğan bugün Serrac ile kendisine Libya’ya askeri müdahale olanağı tanıyan güvenlik anlaşmasını imzalayarak BM ve Avrupa’yı zor duruma düşürdü çünkü anlaşmanın içeriği zaten Libya’ya silah satışını yasaklayan BM kararına rağmen yıllardır uygulanıyor. Dolayısıyla Erdoğan’ın anlaşmadan asıl amacı, Suriye bataklığına batmadan12 yıl önce dünyanın gözünü kamaştıran halesinden birazını geri kazanmaktır
Propaganda diktatörlerin ekmeğidir. Bu doğru. Çünkü tek başına onları besler, güçlendirir ve onlara popüler bir ses kazandırır. Sonunda diktatör, varlığıyla ve kararları ile önemli bir kişi olur.
Berlin’de olup bitenler ve imzalanan metin teorik olarak iyi sayılabilir. Ancak gerçek anlamda uygulanması, Libya’da DEAŞ ve Nusra Cephesi’nin varlığının sona ermesi anlamına geliyor. Bu örgütlerin unsurları Libya’ya girdiklerinde Kaddafi’nin silah depolarının kapıları sonuna kadar açıktı. Bu silahlar ile milis güçleri kuruldu. Sonrasında da kim daha fazla öderse ona hizmet eder oldular.
Bu noktada kendilerine ödeme yapan kaynağın bilindik ve özellikle adını zikretmeye gerek olmadığını belirtelim.
Bütün bunlardan amaç, son bir çabayla Müslüman Kardeşler’in Libya gibi önemli ve zengin bir ülkenin tek yöneticisi olmasını sağlamaktır.
Durum böyleyken, Türkiye ve Katar Libya İhvanı'nın yenilmesini ve varlığına son verilmesini kabul edebilir mi?
Milis güçlerin Libya Ulusal Ordusu’na entegre edilmesi ifadesi gerçekçi bir ifade midir?
İhvan örgütünü korumak için sahaya sürülmüş, mücadelesi kabilevi ya da mezhepsel olmayan, ideolojik milis güçler için nasıl bir birleşme ve entegrasyon mekanizması oluşturulabilir?
Irak’ta Saddam rejiminin çökmesinden sonra Irak ordusu dağıtılmış ve yerine İran’ın tasarladığı başka bir ordu ikame edilmişti. Ancak Irak’ta ordunun dağıtılan bazı unsurlarını yeni orduya entegre etmek mümkündü çünkü vatanseverlerdi.
Onları ordudan uzaklaştırmak için kullanılan Baas Partisi üyesi oldukları gerekçesinin bir saçmalıktan ibaret olduğu biliniyordu. Öte yandan, Berlin Konferansı’nın temenni ettiği gibi aynı entegrasyon Libya’da nasıl gerçekleşebilir bilmiyorum.
Berlin’de alınan kararların uygulanmasını takip etmek ve izlemek için bir uluslararası komitenin olması ve İngiltere gibi bazı ülkelerin takip görevini üstlenmesi iyi bir gelişmedir. Ancak sorun bu kadar basit değildir.
Suriye deneyimi de bunun açık bir örneğidir. Savaşın başında Erdoğan İstanbul’da kükrediğinde Şam’da Esed ayağa kalkardı.
Fakat Türkiye’nin ordusuyla değil yıkımın en önemli nedenlerinden olan radikal savaşçıların Suriye’ye geçmelerini sağlamak ve onları finanse etmek aracılığıyla müdahale ettiği ortaya çıktı.
Türkiye’nin gücü öyle geriledi ki kendisini Kürtlere karşı korumak için sadece kuzey kuşağı için mücadeleden ibaret kaldı. Bugün Erdoğan şüphesiz Libya’nın elinden gitmesine izin vermeyecektir.
Mülteciler ve Akdeniz’deki petrol sahaları meselelerinde Avrupalılar ile onun üzerinde pazarlık yapacaktır.
Bütün bu yaşananların ortasında tek umut verici nokta, Libya Ulusal Ordusu’nun lojistik olarak güçlü ve halkı temsil eden Temsilciler Meclisi tarafından destekleniyor olmasıdır.
Bu ordunun gücü ve Mısır ile Körfez ülkeleri tarafından desteklenmesi, Berlin’in girişimleri başarılı ya da başarısız olsa da istenen dengeyi sağlayacaktır.