Emel Abdulaziz Hezzani
Suudi yazar
TT

​Paralel temas hatları: Suudi Arabistan, İran ve Türkiye

Ortadoğu’da karanlığın ve aydınlığın düğmelerinin sahibi, etkisi tüm Arap ülkelerine uzanan kimdir? Her gün insanlık trajedileri ile dolu haberlerin geldiği ve alev almış bir bölgede yaşadığımız için bu soru çok önemli.
Bölgede 2011 yılı öncesinde var olan siyasi boşluk, kendilerini üreten ve sınıflandıran devrimlerden sonra bugün sahnenin öne çıkan güçleri olan üç kutup tarafından dolduruldu. Bu güçlerin bir üçgen oluşturması mümkün değil çünkü aslında çizgileri kesişmiyor. Aksine her biri, kendi istasyonları ve yolcuları olan demiryolları gibi paralel uzanıyorlar. Bu kutuplar: Suudi Arabistan, İran ve Türkiye’dir.
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, her gece Arap bölgesinin haritasını masasına koyup kendisi için müdahale edilmesi kolay toprağı seçiyor diye düşünüyorum. Daha sonra müdahalesini haklı göstermek için danışmanlarını seferber ediyor. Sonra da zamanın geldiğine ve bu fırsatın tekrarlanmayacağı inancıyla bu haritaya sarılıp, rüyasında başında hilafet tacı ile mutlu sonu görmek için uykuya dalıyor.
Nitekim cesaret edip ilk olarak Mısır ile başladı. Ocak Devrimi’nden sonra Mısır’ın cepte olduğunu zanetti. Bugünlerde iyimser Mısırlılar, Mısır’ın şimdi ulaşmış olduğu konuma ulaşması için kaçınılmaz olduğunu düşündükleri için Ocak Devrimi’nin yıldönümünü kutluyorlar. Öfkeliler ise devrimin ünlü genç ikonlarından biri olan Vail Guneym’in yaptığı ‘Hatalıydık’ açıklamasının gösterdiği gibi kendisini pişmanlık ve üzüntü ile anıyorlar.
Erdoğan, devrimden ve dostları Müslüman Kardeşler’e kendi yönetimini örnek almalarını tavsiye etmek için Mısır’ı ziyaret ettikten sonra bu ülkeye sahip olduğunu sandı. Ancak sevinci sadece bir yıl sürdü. O günden sonra, ılımlı İslam’ın, ekonomik gücün ve açılımın lideri, AB üyesi olması beklenen Erdoğan’ın gerçek yüzü ortaya çıkmaya başladı. Arap ülkelerine yönelik emelleri ve iştahı meydana çıktı. Suriye’yi ele geçirmeyi hayal etti ama bu hayal kabusa dönüştü. Öyle ki kuzeydeki Kürt düşmanlarına karşı güvende olmaktan başka bir şey istemez oldu. Libya’yı istedi. Müslüman Kardeşler’in oradaki varlığını çeteler şeklinde güçlendirdi. Ama lambadan ummadığı birisi, Mareşal Halife Hafter adında heybetli bir kişi çıktı. Libya Ulusal Ordusu’na komutanlık ederek tüm planlarını başarısızlığa uğrattı. Buna rağmen hala kendisini petrol ve Mısır’ın batı kapısı olan Libya’yı ele geçirmekle avutuyordu. Ta ki ilk olarak Avrupa ardından Tunus ve Cezayir’in buna karşı çıkan tutumlarının şokunu yaşayana kadar.
İkinci kutup; bölgedeki en büyük sömürgeci proje olan Humeyni projesinin sahibi İran’dır. Irak ve Suriye’yi yuttu. Bir gözü de Yemen’de. Bugün Irak ve Lübnan’da kendisine karşı büyük halk hareketlerine tanık oluyoruz. Öte yandan ABD yaptırımları sebebiyle ekonomisinin çökmesinin ardından şimdi içeride de rejiminin düşmemesi için direniyor. Rejim, 1979’taki devrimden bu yana ilk kez büyüme oranlarında dipleri görmüş, içeride bölünmüş ve zayıf bir durumda. Türkiye ile İran birbirleriyle uyumlu görünseler, iki ülke arasındaki ticaret hacmi yaptırımlardan önce yıllık 40 milyar dolara ulaşsa ve iki tarafın açıkladığı gibi ilişkileri hala samimi olsa da bu sahte yakınlaşmanın sırrı, üçüncü kutup olan Suudi Arabistan’ı zayıflatma çabasıdır. Çünkü Suudi Arabistan, İran’a karşı açıkça deklare edilmiş, Türkiye’ye ise neredeyse ilan edilmiş bir mücadele içerisindedir.
Tarihsel olarak, Safeviler ile Osmanlılar arasındaki düşmanlık olduğu biliniyor. Ama bugün aralarında var olan geleceğe dönük anlaşmazlık daha da büyük. Çünkü ikisi de Arap bölgesine egemen olmak için rekabet ediyor. Taktiksel olarak, aralarındaki ittifakın temelini oluşturan faktör, Suudi Arabistan’a karşı hedef birliğidir. Neden? Bunun nedenleri, bilindik eski sebepler yani genişleme ve egemen olma emelleri ile sınırlı değil. Aynı zamanda Suudi Arabistan Veliaht Prensi’nin bir yıldan fazla bir süre önce dile getirdiği Ortadoğu’nun yeni Avrupa olacağı sözü korkularını yenilemiş olmasıdır.
Bu ifade, normal bir insanı sevindirmelidir. Çünkü onurlu bir yaşam, refah ve uygarlaşmak anlamına gelir. Ancak bu ifade aynı zamanda başkalarının işine karışan Türkiye ve İran için bir tehdit oluşturmaktadır. Bu iki ülke, gelişmiş bir Ortadoğu istemiyorlar. Çünkü gelişme, cehaletin düşmanıdır ve kaosa karşı en büyük tehdittir.
Suudi Arabistan, kendisini kalkındırmak iddiasıyla hiçbir ülkeyi istila etmek niyetinde değil. Bunun yerine herkesi yaşamakta olduğu atılım ve sıçrayışa katılmaya davet ediyor. Veliaht Prens Muhammed bin Selman, yeni Suudi Arabistan iyimserliği, Mısır’ın çabaları ve BAE’nin gelişmişliği, Kuveyt ve Ürdün’ün azmine dayanarak yeni, gelişmiş ve aydınlanmış bir Ortadoğu hayal ediyor.
Ortadoğu ilk kez böyle güzel bir hayale sahip oluyor ama ona karşı tüm niyetler kötü ve fırsatçı. Nitekim bu, son Davos Forumu’nda BBC kanalı sunucusu Hadley Gamble’nin Suudi Arabistan Dış İlişkilerden Sorumlu Devlet Bakanı Adil el-Cubeyr’e sorduğu sorunun da yanıtıdır. Gamble’nin “Neden Suudi Arabistan ve liderlerine karşı suçlamalarda bulunuyorlar? Yeni konumundan ve bu yıl G20 Zirvesi’ne evsahipliği yapacak olmasından dolayı mı? sorusuna bakan şu yanıtı vermişti:
“Büyük ekonomik ve sosyal reformlara şahit oluyoruz. Kadın ve gençleri destekliyoruz. Yurtdışından girişimcileri konuk ediyoruz. Bu da içeride ve dışarıda insanların bize duyduğu güveni gösteriyor. Diğer yandan da bazı tarafları Suudi Arabistan’ın imajını karalama çabalarına itiyor.”
Özet olarak, Ortadoğu’da en etkili üç kutup, politika, ekonomi ve kültürel açıdan açık ve nettir. Bölge ülkelerine sundukları şeyler bellidir. Vatana ihanet ederek geçinmek, kaos yaratmak, istilacıların daha da güçlenmesi için vatan düşmanlarına çalışmak veya vaat edici ve istikrarlı bir gelecek yolunda ilerlemek ve bununla meşgul olmak.