İyad Ebu Şakra
Siyasi analist, tarih araştırmacısı
TT

Trump'ın girişimi umutsuz vakadır

ABD Başkanı Donald Trump’ın, ‘Yüzyılın Anlaşması’ adı altında öne sürdüğü planın başarılı olması hususu, ABD, Avrupa ve hatta İsrail'deki birçok kişi tarafından şüpheyle karşılandı.  
Söz konusu ‘planı’ eleştirenlerin başında, Ortadoğu barış girişimleri ve Camp David müzakerelerinin arkasında olan eski ABD Başkanı Jimmy Carter vardı. Ayrıca, ABD basınındaki etkili bazı gazeteler de ‘barış planına’ karşı olumsuz bir tutum takındı.
Dahası, İsrail gazetesi ‘Haaretz’ bile Trump’ın girişimini ‘çok kötü’ olarak niteledi. Haaretz’de yer alan haberde, planın Filistinlilerin kabul etmemesi için kasıtlı olarak kötü yazıldığı’ iddia edildi. 
Şahsen Haaretz’in değerlendirmesinin gerçekçi olduğunu düşünüyorum. Şüphesiz Haaretz gazetesi yönetimi, ‘Yüzyılın Anlaşması’nın’ nasıl hazırlandığını ve arkasında kimlerin olduğunu çok iyi bilmektedir. Planın içeriğinin, Filistinlilerin önüne iki seçenek koyduğunun da bilincindedirler. İki seçeneğin her biri diğerinden daha acıdır. Bazıları aksini iddia etse de, ‘plan’ öylesine kötü kurgulanmıştır ki, Filistinliler ılımlı tarafını kabul etseler dahi aynı kötü sonuçlarla karşılaşacaklardır.
Dahası, söz konusu girişime şüpheyle yaklaşan ve eleştirenlerin çoğu, meselenin nerelerden buraya geldiğini bilmektedir. İşte meseleye dair bazı gerçekler:
- Washington, hiçbir zaman, ‘arabulucu’ rolünü tarafsız bir şekilde yerine getirmemiştir. Ağırlığını hepimizin bildiği gibi, taraflardan birinin lehine koymaktan çekinmemiştir.
- Trump yönetimi, bırakın ‘tarafsız’ olmayı, ‘nesnel bir arabulucu’ dahi olamayacağını bir dizi icraatıyla göz önüne sermiştir. Bu icraatlar şunlardır:
Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak tanınması, İsrail vatandaşlığı da olan ve ‘devletin Yahudiliğini’ savunan Likud hareketine bağlı bir kişinin büyükelçi olarak atanması.  Birleşmiş Milletler yardım ajansı UNRWA'ya yardımların kesilmesi, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) ABD’deki ofislerinin kapatılması ve Birleşmiş Milletler'in Kudüs ve Golan Tepeleri kararlarının ihlal edilmesi.
- Filistin’in zayıf konumu ve İsrail’in açgözlülüğü son haddine varmıştır. Araplar arasında ihtilafların derinleştiği bu süreçte, Arap Birliği dağılmaya yüz tutmuş ve bazı ülkeler ‘varoluş’ sorunları yaşamaktadır. İsrail’in yayılmacı yerleşim politikaları karşısında ‘Filistin Devleti’ne’ dair umutlar tükenme aşamasındadır. Ayrıca İran’ın yayılmacı saldırgan tutumu bazılarını şu soruyu sormaya sevk etmiştir: Araplar için İran mı daha tehlikelidir yoksa İsrail mi? aynı şekilde Mısır ve Libya’da siyasal İslamcıların tehlikesi sorgulanmaktadır. Bazılarına göre Türkiye de bölge için bir tehdit oluşturmaktadır. Filistin’in içindeki bölünme de gücünü zayıflatmaktadır.
Filistinliler idari olarak, Kudüs, Batı Şeria ve Gazze arasında bölünmüş durumdadır.
Filistin Otoritesi Arap dünyasına dayanırken, bazı direnişçi gruplar Tahran ve Ankara’ya itimat etmekte.
Yatırımların durması ve ülkede yaşanan ekonomik kriz de bir koz olarak kullanılmaktadır, birileri, ekonomik olarak zayıf durumda olan Filistinlilere balla kaplı zehir içirmek istemektedir.
Geçtiğimiz birkaç gün boyunca, ‘Yüzyılın Anlaşması’ etrafında birçok şey yazılıp çizildi, ancak şahsen batı cephesinde en makul değerlendirmenin Daniel Levy tarafından yapıldığını düşünüyorum. Levy bugünlerde New York ve Londra'daki ABD Ortadoğu Projesi'nin başındaki isimlerden. Geçmişte Yossi Beilin başkanlığındaki İsrail müzakere ekibinin içinde yer almıştı. Babası Lord (Michael) Levy de eski İngiliz Başbakanı Tony Blair’in Ortadoğu danışmanı idi.
Daniel Levy, ‘Barış planı diye adlandırmayın’ başlıklı makalesinde, Trump’ın planının 10 noktada İsrail-Filistin barışı olasılığını yok ettiğini yazdı. Yazarın analizinin detayları şöyle:
Birincisi; ‘barış planı’ taraflardan birinin iyi, ötekinin kötü olduğu yargısından hareket etmektedir.
Önerilen şey; kötünün iyiye koşulsuz teslimiyetidir. Herhangi bir anlaşmanın başarılı olabilmesi için, mağlup tarafın onurunun dikkate alınması gerekir. Ancak Trump’ın girişimi, ABD ve İsrail’in emperyalist egemenliğini ima etmekte, Filistin tarafı hor görülmektedir. Ayrıca İsrail’in militarist adımlarının tümünü haklı gösteren üstenci bir yaklaşım söz konusudur.
İkincisi: “Barış Planı” Filistinlilere bir devlet önermemektedir. Daha çok ‘apartheid’ döneminde Güney Afrika'daki dağınık getto yönetiminin bir benzeri teklif edilmektedir.
Dahası, Kudüs İsrail'in bölünmez başkenti olarak sunulmakta, Filistinlilerin ise başkentlerine diledikleri ismi vermeleri beklenmektedir.
Üçüncüsü: Barış girişimi İsrail’den herhangi bir taviz vermesini istememektedir. Sadece bazı taviz imaları söz konusudur. Nitekim zaten istemediği şeylerden mahrum bırakmıştır. Aynı zamanda İsrail’e BMGK kararlarını tek yönlü ihlal etme hakkı tanınmıştır.
Dördüncüsü: Mülteci ve mahkûmlar meselesinde bir aşağılama söz konusudur. İsrail devleti mültecilerin geri dönüş hakkını tanımamakla birlikte, izin verdiği kişilerin ‘devletsiz Filistin’e’ dönüşü kararını da kendisi alacaktır.
Beşincisi: Trump’ın planına göre; sadece İsrailliler güvenliği hak etmektedir. Dolayısıyla İsrail’in güvenlik politikalarını empoze etme salahiyeti vardır. Hava, kara ve deniz güvenliğini sağlamaktaki mutlak hakkı, sınırları anlamsız kılacaktır.
Altıncısı: Gazze halkının yaşadığı sefaletin tek sorumlusu Filistinlilerin kendisidir, İsrail’in ise bu sefalette sorumluluğu yoktur. 
Yedincisi: Meselenin ekonomik boyutudur, ‘barış girişimi’ Filistinlilere işgal altında bir ekonomik kalkınma vaat etmektedir. Filistinliler, özlemleri olan bir halk olarak değil, tüketici bireyler olarak değerlendirilmektedir.
Sekizincisi: Metindeki aşağılayıcı ifadeler, Filistinlilere yönelik nefreti göz önüne sermektedir. Buna karşılık İsrail’in cömertliği vurgulanmıştır. Ayrıca Filistinlilerin uluslararası ceza mahkemesine başvurmalarının da önünün kesilmesi hedeflenmektedir.
Dokuzuncusu: İsrail aynı zamanda hem jüri hem de yargıç olarak tasvir edilmiştir. Her konuda karar vermekte özgürdür.
Onuncusu: Girişim iki senaryo öngörmektedir. İlki; girişimin olduğu gibi kabul edilmesi ki bu da; Filistin kantonlarını içine alan Büyük İsrail anlamına gelir. İkincisi ise girişimin reddedilmesidir ki (muhtemelen öyle olacaktır) bu durumda Washington Filistinlileri suçlayacak ve İsrail ile birlikte dilediği gibi ‘planlarını’ uygulamaya başlayacaktır.
Eğer yukarıdaki ifadeleri İsrail tarafında yer almış bir müzakereci kullanıyorsa, bu onun vicdan sahibi ve barış yanlısı biri olduğunu gösterir.
Böyle bir belgeyi ‘barış girişimi’ olarak değerlendirmemiz mümkün müdür?
Bu plan en fazla; Uluslararası meşru kararların ihlali olarak, arkasında İsrail’in olduğu seçimlere yönelik bir girişimden ibarettir.