Sam Mensa
TT

Trump'ın muhtemel ikinci dönem başkanlığına İran ve kollarının verebileceği cevap

ABD başkanlık seçimlerine dokuz ay kalmışken, görevini kötüye kullanma ve Kongre’nin işleyişini engelleme suçlamaları ile hakkında yürütülen azil soruşturmasından Donald Trump zaferle çıktı. Adeti olduğu üzere Trump bu fırsatı da kaçırmadı.Yargılamayı tamamen yok saydı ve geleneksel “Birliğin Durumu” konuşmasını tam bir özgüven ve gururla yaptı.
Konuşması tam bir seçim konuşması tadındaydı ve Cumhuriyetçilerin alkışları ve “ABD, ABD” sloganları ile sık sık kesildi. Demokratları kızdırmakta ve kışkırtmakta öyle başarılı oldu ki Temsilciler Meclisi Başkanı Demokrat Nancy Pelosi, önünde bulunan konuşma metninin kopyasını kameralar önünde yırttı.
Herhangi bir süprizin yaşanmaması, Demokrat Parti’nin içinde bulunduğu kaybolmuşluk durumunun ve her şeyin olduğu gibi devam etmesi halinde Trump’ın zorlu başkanlık seçiminde kazanma şansı oldukça yüksek. Peki, Trump’ın 8 Kasım’da gerçekten kazanması ve Beyaz Saray’da kalması durumunda ne olacak? Seçimlerde alacağı zaferin, genel olarak bölge ve özelde İran üzerindeki sonuçları ne olacak?
Bölgenin önde gelen başlığı, kendisine uygulanan ağır yaptırımlar ve Kudüs Gücü Komutanı General Kasım Süleymani’nin öldürülmesinden sonra İslam Cumhuriyeti’nin yakalandığı zayıflık ve güçsüzlük büyük olasılıkla böyle kalmaya devam edecek.
Süleymani’nin öldürülmesi ile tesbih taneleri ardı ardına dağılmaya başladı. Nitekim birkaç gün önce Halep’te Süleymani’nin Asgar Paşapor adlı yakın çalışma arkadaşı öldürüldü. Buna paralel olarak, ABD’ye ait silahlı insansız hava aracı (SİHA) Yemen'deki El Kaide lideri Kasım er-Rimi’ye suikast düzenledi. Bu zamanlamanın bir anlamı olduğu kesin.
İran’ın genişlemeci politikasının birinci uygulayıcısı, dış kollarının sorumlusu Süleymani’nin öldürülmesi ile ölen şey, Tahran’ın kendisini sardığı “ilahi” güç halesi, kendisine sınırların ötesine geçme ve bölgedeki yerel Şii çevrelere sızma gücü sağlayan yapay ideolojik şişkinliktir. Süleymani’nin öldürülmesinden sonra hem de kısa bir süre içinde, İran’ın tüm eksiklikleri yüzeye çıktı ve zayıf noktalarını ortaya çıktı. Irak’ta ABD kuvvetlerinin konuşlanmış olduğu askeri üsse düzenlediği ve hiçbir can kaybına yol açmayan füze saldırısı tiyatrosundan Ukrayna uçağının düşürülmesine gizlediği zayıflıkları meydana çıktı. Uçak kazasından sonra içeride rejimin uygulamalarını kınayan ve “Devrim Muhafızları İran’daki DEAŞ’tır” gibi pankartların taşındığı gösterilerin patlak vermesinden Yüzyılın Anlaşması’na verdiği çekingen tepkiye eksiklikleri görüldü. Aynı zamanda, asıl olan yani İran hükümeti ile vekil İran Devrim Muhafızları arasındaki anlaşmazlık ortaya çıktı.
İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani 16 Ocak’ta yaptığı konuşmada, İran Devrim Muhafızları’nın eylemlerinden duyduğu rahatsızlığı açıkça dile getirerek ülkenin yaşadığı ekonomi krizin Muhafızlar’ın dış politikaları ile bağlantılı olduğunu belirtti.
2012 yılından bu yana Dini Lider Hamaney’in ilk kez Cuma namazını kıldırıp yanında silahı ile Farsça ve Arapça iki dilde vaaz vermek zorunda kalması, Tahran’ın mezhepsel ve milliyetçi damarı güçlendirme ihtiyacında olduğunun kanıtıydı. Hamaney vaazında Devrim Muhafızları’nı savundu.
Bölgeyi terketmesini talep ettiği ABD’den “güvenilmez” Avrupa ülkelerine dış düşmana odaklanıp dini duyguları kullanarak İran halkına, ortak bir tutum benimseme ve sabretme çağrısında bulundu.
İran bedeninde derin olabilecek çatlaklar ortaya çıktığını söylersek abartmış olmayız. Peki Tahran bu gerçeğin farkında mı? Olayları ve gelişmeleri okumakta başarılı olup bunları inkar etmeyi bırakacak mı? Devrim Muhafızları’nın kendisini tanımladığı gibi “kötü ve çılgın” Trump’ın ikinci kez başkan seçilme yolunda olduğunu idrak edecek mi? Buna karşı nasıl hareket edecek?
En akıllıca senaryo, İran’ın gerçekleri ele alma konusunda esnek olması, 40 yılı aşkın bir sürede toplamış olduğu kartları, konumunu ve pozisyonunu güçlendirmek için korumasıdır. Tahran isteyerek ya da zorla Trump’ın Beyaz Saray’da kalışını, müzakere masasına götürecek bilgelik ve sabır ile karşılaması gerektiğini anlayabilir. Bu noktada, söz konusu müzakarelerin içeriği ve verebileceği tavizlerin sınırlarını düşünmelidir. Sözgelimi Tahran, nükleer meselesinden daha çok önem verdiği  bölgesel rolünün sınırlandırılmasını kabul edecek mi? Bu konuda ne kadar geri adım atmaya hazır, Washigton’un kendisine uyguladığı yaptırımları kaldırmasını ve ilişkilerini normalleştirmeye başlamasını engellemeyecek şekilde, bölgede bir rol oynamasını sağlayacak tavizler nedir?
Akılsızca senaryo ise, İran rejiminin varlığı tehlikede olmasına rağmen kumar oynamaya hazır olmasıdır. Bu senaryoyu seçmesi onun için şaşırtıcı olmayacaktır çünkü kendisi fanatik ve ideolojik bir rejimdir. Bu nedenle, uluslararası topluma meydan okumayı ve ABD’yi kışkırtmayı sürdürüyor. Seçimlerden önce Trump’ı askeri bir maceraya yönelmeye iterek bunun ikinci dönem başkanlığı kazanma şansını azaltacağını düşünüyor.
Böyle bir senaryo karşısında, minumum düzeyde olsa da savaş riskinin olası olduğu söylenebilir. Ancak, ABD başkanlık seçimlerinin sonuçlarının açıklanması ile sona erecek olan önümüzdeki dönemin, her takımın pozisyonunu değerlendirmeye, zayıf noktalarını düzeltmeye, cephesini sahip olduğu güç noktaları ile sağlamlaştırmaya odaklanacağı bir dikkatli olma ve bekleme dönemi olacağı kesin.
ABD-İran ilişkilerinde bir sonraki aşamaya dair olasılıklardan oluşan büyük resim, bölgede “mikro” şekilde ele alındığında aynı soru öne çıkıyor: Lübnan, Irak, Suriye ve Yemen’de Tahran’ın müttefikleri, Trump’ın dört yıl daha başkan olarak kalması teorisi ile nasıl başa çıkacak?
Gelecek günlerde bir güç olarak elde ettikleri kartları takas etmeyi, bir dış güç ile bağlantılı silahlı güç örtüsünden kurtulup yerel siyasi oluşumlara dönüşmeyi mi seçecekler?
Yoksa İran gibi bahis oynamayı, yanlış yolda yürümekte ısrar etmeyi, bölgesel koruyucularını desteklemek için yüksek ulusal çıkarlarını ihmal etmeyi sürdürmeyi mi seçecekler?
İran’ın etkin olduğu ülkelerin yaşadıklarını çeşitli yönlerden simüle eden bir model olduğu, tek renkli hükümeti, kendisini tehdit eden büyük ekonomik, finansal ve sosyal sorunları göz önüne alındığında bu konuda örnek olarak Lübnan’ı ele alanabilir.
Muhtemel olasılıklar üzerinde durulabilir. Lübnan’da Hizbullah ve müttefikleri elde ettikleri kazanımlar ile yetinip kurtarılabilecekleri kurtarmak için ciddi bir girişimde bulunacaklar mı?
Lübnan’a kimliğini geri kazandıracak, Arap dünyası ile ilişkilerini normalleştirecek, tarafsızlık politikasını teoride ve pratikte uygulamasını sağlayacak bir müzakare ile ülkeyi bu açmazdan çıkarmaya çalışacaklar mı?  Yoksa aynı uzlaşmaz ve kibirli yöntemini mi sürdürecekler? Bu ülke ve halkının başına daha başka felaketlerin gelmesi dışında seçenek yok mu?
İkincisinin gerçekleşmesi durumunda, ülkenin geleceğine yönelik tahminlerde bulunmaya  gerek yok. Çünkü içine gireceği karanlık, görüşü engelleyecek. Birincisinin gerçekleşmesi yani Hizbullah’ın müzakareyi kabul etmesi durumunda, karşısında hangi taraf olacak, bu taraf müzakarelere hazır mı ve masada neler sunulacak?
Müzakere masasında üç temel konu olmalıdır: Birincisi elbette Hizbullah’ın silahıdır. İkincisi ve sorunun temeli, Hizbullah’ın ideolojik ve kültürel olarak içine kapanık politik ve sosyal projesi ve bu projenin Lübnan bedeninin merkezinde aykırı bir cisim gibi kalmayı sürdürmesidir.
Lübnan’ın kuruluşunda dayandığı sivil ve demokratik değerlerle çelişmeye devam etmesidir.
Üçüncü konu, Yüzyılın Anlaşması’nın açıklanması, Arap-İsrail çatışmasının alevinin zayıflamasından sonra ortaya çıkan yeni durumun ışığında bölgede yaşanması beklenen keskin çekişmedeki Lübnan’ın konumu ve rolüdür.
Arap-İsrail ilişkilerinin normalleşmesi olasılığının, Filistin davası ve İsrail ile mücadelenin, İran için yalnızca ideolojik ve genişlemeci boyutu ile dış ajandasına hizmet eden bir propaganda aracı olduğunun ortaya çıkmasıyla Lübnan’ın benimseyeceği pozisyondur.
En büyük korkumuz, Hizbullah’a karşı olan Lübnanlı tarafın bölünmüş bir şekilde kalmaya devam etmesi ve Hizbullah’ın kendisini uzlaşmak zorunda hissedeceği tarihi anı kaçırmasıdır.