Muhammed Rumeyhi
Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi'nde Sosyoloji profesörü...
TT

Müslüman Kardeşlerin entelektüel çıkmazı

Bu yazıyı yazmayı planlarken kendime şu soruyu sordum: Acaba bir kişinin kapalı bir odada belki de heyecana kapılarak dillendirdiği bir düşüncesini tartışmaktan elde edilebilecek genel kazanç nedir? Bu düşüncenin tehlikesi, İran’dan Türkiye, Sudan, Tunus ve Arap siyasi alanındaki diğer yerlere uzanan tek köklü ve çok başlı siyasal İslam hareketi adına söylenmiş olmasıdır. Bunun üzerinde durulması gereken bir husus olduğunu düşündüm. Genel bir husus ve bana göre, sadece bütünüyle toplumları yok eden eylem açısından değil, belki de daha önemli olan düşünsel açıdan da tehlikeli olduğu için. Bu tür düşünceler çok sayıda gencin aklını çelip onları yanlış yönlendiriyor.
Bu noktada, el-Arabiyye kanalının geçen hafta “Kaosun Ajandası” adı ile yayınladığı ve şimdi YouTube da eklenmiş bulunan programa dikkat çekmek istiyorum. Programda yayınlanan kayıtlarda konuşan kişi, kendisini davetçi, eğitimci ve Müslüman Kardeşler projesinin misyoneri olarak takdim eden Kuveytli Sayın Tarık es-Suveydan’dır. Suveydan, Müslüman Kardeşler Hareketinin Kuveyt kolunun öyle ya da böyle bir siyasi başarı gerçekleştirebildiğini belirtiyor. Sudan’daki kolunun da (bu sırada bu kolun üyelerine hitap ediyor) var olan kadro birikimi ile bu hedefi gerçekleştirebileceğini söylüyor. Yayınlanan söz konusu kaydın sonuna kadar Suveydan buna benzer şeylerden bahsediyor.
İronik olan şu ki, Sudan’daki yönetimin devrilip yıkılması ve Müslüman Kardeşler’in Sudan kolunun var olma gücünü kaybedip dağılmasından sonra arkasında bırakmış olduğu bilgi hazinesi olmasaydı bizler –izleyiciler olarak- bu kayıtları izleyemeyecektik.
Buradaki tehlike, sayın Tarık’ın Kuveyt’teki Müslüman Kardeşlerin bir üyesi olarak konuşmasıdır. Müslüman Kardeşler üyesi olduğu bir iddia olabilir. Ayrıca o zamanlar kendisini dinleyenlerin duygularını okşamak için hükümetin Mısır’a yardımlarını durdurduğunu yahut var olan kaset ve videolarında İslam’ı anladığını iddia etmesi gibi bir iddia olabilir. Ancak, Müslüman Kardeşler üyesi olduğuna dair bu itirafına ilişkin, hareketten bunu doğrulayan ya da yalanlayan hiçbir açıklama gelmemesi kendisinin hareketin bir üyesi olduğunu ve onun adına konuştuğunu teyit ediyor.
 Buradan bakıldığında olay daha da önem kazanıyor. Sudan’da bahsi geçen gizli konferansa ev sahipliği yapan “Kurtuluş” hükümeti devrildi. Devrilmesinin nedenleri, bugün siyasal İslam’ın bir diğer kolu olan Tunuslu Nahda Hareketinin karşı karşıya olduğu sebeplerle eşleşmektedir. Yine Ankara rejiminin, gerçeklikten uzaklaşması ve ideolojikleşmeye sürüklenmesi nedeniyle karşılaştığı sorunlar, buna eşlik eden ve totaliter bir devletin ortaya çıkışını gösteren tüm işaretlerle denktir. Destekçileri ne kadar aksini iddia etmekte diretse de İran İslam Cumhuriyeti rejiminin başarısızlığı ise kanıta gerek duymayacak kadar aşikârdır.
Libya’da milis güçlerin siyasal İslam adına mücadeleleri ise Libya’yı hızla bir parçalanmaya götürmektedir. Siyasal İslam projesinin Ortadoğu ve sahadaki sonuçları budur. Bu sonuç, herhangi bir başarı işareti taşımamaktadır. Çünkü modern bir projesi yoktur. Düşünsel açıdan eksiktir. Pratikte grupları arasında anlaşmazlık vardır. Her biri kendisinin İslam’la bağlantılı olduğunu öne sürmektedir. Hepsi de mutlak gerçeğe sadece kendilerinin sahip oldukları düşüncesi ile kibirlenmektedir.
En önemli, en büyük ve en acil sorun ise bu projenin ümmetin dinine dayanan bir enerji taşımasıdır. Bu yüzden, kendisine bağlı her bir grup siyaseti “İslam’a yönelik dar anlayışı” ile ele almakta diretiyor. Liderleri ile tartışıp kendilerine herkesin gördüğü başarısızlıklarını gösterildiğinde ise çoğu zaman Avrupa, ABD ve diğer güçlerin buna “karşı koyduklarını” ima ederek şu karşılığı verirler: “Yönetmemize izin vermiyorlar ki”!
Ancak, siyasi söylemlerinin akıl ve eleştiri ile ele alınmasına, gözden geçirilmesine ve derinlemesine düşünülmesine hazır değiller. Onların benimsedikleri yöntem, geniş olanı daraltmaktır. Kuveyt, Tunus, İran, Lübnan ya da diğer ülkelerde olsun metotları; harekete (gruba) özgü olanı ortak olanın yani “İslam’a” üstün kılmaktır. Hareket tarzları, en azından kendi çevrelerinde kendilerine karşı çıkanları ısrarla ve yalnızca siyasi açıdan değil dini açıdan da karşıtları olarak görüp “Harici” diye tanımlamaktır.
Müslüman Kardeşler, temelini ve kökünü oluşturduğu tüm grupların tarihi kuluçka makinasıdır. Bunlar, koşullara ve olasılıklara bağlı olarak davetçi, barışçıl, cihatçı ve teröristtir. Yeni taşıyıcılardır (nakil ekolünden). Yeni taşıyıcılardır çünkü taşıdıkları şey, Sayın Hasan el-Benna ve ondan sonra diğer grupların teorisyenlerinin ortaya koyduğu ve üzerinden yüz yıl geçen literatürün ötesine geçmemektedir. 
Bu literatür, eski kitaplarda oldukça çok bulunan ve bazıları çelişkili hatta aklıselime aykırı tarihi rivayetler selinden seçkilere dayanır. Siyaseti, seçici ve uzun vadeli bir dini eğitimle eğitilen inananlar denizi ortasında ( Nitekim Körfez’de öncülerine – belki de iyi niyetle- bazı bölümleri muhtemelen hala onların fikri kanatları altında olan yeni eğitim sistemini ele geçirmelerine izin verilmişti) dinin duygusal çekim gücü yoluyla icra ederler. Dini, politik bir slogan olarak kullanan, basitleştirilmiş söylemlere ve sınırlı yetenekte liderlere sahip çeşitli siyasi gruplar için sözü geçen inananlar denizinin seferber ve sevk edilmesi kolaydır.
Müslüman Kardeşler Hareketinin fikri dayanağı, Hasan el-Benna, ondan sonra Seyyid Kutub ve ana hareket ya da kollarının teorisyenliğini yapan diğerlerinin yazılarıdır. Bu yazılar aynı zamanda hem basitleştirilmiş hem de seçicidir. Sahipleri, İslami düşüncenin yükseliş döneminde eski âlimlerin ortaya koydukları zihinsel yaklaşımdan, zengin ve derin mirastan yoksundurlar. Hareketin temel düşüncesi, İran literatüründe bulunan “Sind’den Gazze’ye” söylemi gibi kimi yerde Osmanlı, kimi yerde de Kureyşli bir imparatorluk kurmanın yolunun “devrimden” geçtiği düşüncesine dayanmaktadır.
Devrim düşüncesi, siyasal İslam’ın İran kolunu çok erken bir dönemde cezbetmiştir. Nitekim Ali Hamaney, devrimsel açıdan kendisinden feyiz almak için başta İstikbal İslam’ındır olmak üzere Seyyid Kutub’un bazı kitaplarını tercüme etmiştir.
Farklı renkleri ile çağdaş siyasal İslam’ın şikâyet ettiği ve çözmek istediği bir sorun var ama alternatif üretme yeteneği ya da yöntemi yok. Bu nedenle, iktidarın sağladığı tüm korkutma ve yıldırma araçlarını kullansa da iktidar olmaya çalıştığı her yerde tökezleyip yıkılıyor.
Kurucuların tarih ve diğer konulardaki bilgilerinin sınırlılığı, siyasal İslam hareketleri içindeki takipçilerini kurtulamadıkları bir bilgisizlik çıkmazın içine soktu. Kendilerini geçmişe dayanan ve seçici bir kültürel yapıya hapsettiler. Dini, bir ideoloji olarak kullanma temelinde kendi içlerinde ve diğer gruplar ile rekabet etmeye başladılar. Öyle ki bazı yapıları –Körfez’de olduğu gibi- adetleri ve sosyal gelenekleri dine katarak kendisini dinin özünden gibi gösterdiler. Aynı zamanda kendilerine karşı çıkanlara, onları değersizleştiren düşmanca ve aşağılayıcı adlar verdiler.
Bu hareketlerin ajandalarında ulusal devlet ile ilişkisi olan hiçbir kalkınmacı düşünce yer almamıştır çünkü onlar enternasyonalisttirler. Yoksulluğu ortadan kaldırmak ya da vatandaşların yaşam standartlarını yükseltmek veya yolsuzlukla mücadele ile igili hiçbir planları yoktur. Vatandaşlıkta eşitlik ve ortaklık inancı dışında onlara göre bunların hepsini çözecek olan ilahi güçtür. Onların uygulamaları, İslami toplumlar dâhil dünya halklarının ve toplumlarının modern ulusal devlet temelinde benimsedikleri modern sosyal sözleşme öncesine kadar gitmektedir.
Sudan Ulusal Kurtuluş Hareketinden ve kapalı kapılar ardında düzenlenen konferanslardan geride kalan kayıtlardan ortaya çıkan sonuç; din olarak İslam ile bazı Müslümanların İslam olarak sundukları kural dışı ve anormal içtihatların birbirine karışmış olduğudur. Bu karışım, İslamofobi olarak bilinen ve İslam’ı hedef alan tüm bu olumsuz uluslararası gürültünün nedenidir. İslamofobi, tek boyutlu ve kalın kafalı, sınırlı düşüncelerini İslam’ın medeni öğretileri sayan söz konusu siyasi grupların zehirli düşünsel karışımlarının doğrudan bir sonucudur. Kendisini yorumlayıp eleştirerek bu karışımla yüzleşmeden, bazı Müslümanlar –İslam değil- medeniyet sürecinin dışında kalmaya ve birçok yerden gelen olumsuz eleştiri oklarının hedef tahtası olmaya devam edecekler.
Son olarak; son on yılda öne çıkan davetçilerin düşüncelerinin taşıdığı ve bugün ardı ardına ortaya çıkan çelişki ve karşıtlıklar, İslami fikir olarak adlandırdıkları şeyin olumsuz kullanımına en iyi kanıttır. Sorun, sadece onların yanılmış olmaları değildir. Daha vahim olan, başkalarını da yanıltmış olmalarıdır.