Sam Mensa
TT

Direniş ekonomisi ve Hizbullah’ın paslanmayan silahları

Yedi yıl önce Hizbullah'ın Lübnan Temsilciler Meclisi'ndeki bloğunun Başkanı Muhammed Raad, Güney Lübnan’da Aşura yıldönümünde düzenlenen anma programında tartışma yaratan bir konuşma yapmıştı. Konuşmasında şu ifadeleri kullanmıştı: “Çağımız direniş çağıdır. Lübnan’ın doğal yüzü şimdi direniş yüzüdür. Direniş döneminden önce uluslararası politik ve coğrafi haritaya baktığımızda küçük yüzölçümü nedeniyle ve bir rolü olmadığı için Lübnan’ı göremiyorduk. Lübnan bağımlıydı ve dış güçlerin anlaşmalarını yaptıkları yerdi. Gece kulüplerinin, simsarlık ve emlakçılığın, hizmetler sisteminin sahasıydı. Kara para aklamanın geçiş noktasıydı. Lübnan budur. Fakat şimdi, direnişin varlığıyla uyumlu yeni bir Lübnan kurulmalı.”
2019 yılının mart ayında bu kez Cumhurbaşkanı Mişel Avn, Moskova’da bulunan Lübnanlılara yaptığı konuşmada “Ekonomik direniş” adını verdiği girişimi deklare etmişti. Lübnanlı vatandaşlara “Kendi ürettiğini satın alan ve kendi ektiğinden yiyen” İranlı vatandaşları örnek alma çağrısında bulunmuştu.
Raad’ın betimlemeleri ve Avn’ın yanılsamaları arasında bugün, resmi ve müttefik tarafların artık kendisine ve Lübnanlıları teskin etmeye yönelik bütün çabalarının faydasız kaldığı ekonomik ve mali çöküşün yansımalarını bekliyoruz. Söz konusu taraflar, boşu boşuna Lübnanlılara güven vermeye çalışıyorlar. Nitekim Cumhurbaşkanı Avn bu bağlamda, damadı Cibran Basil ve Özgür Yurtsever Akım’ın bu alandaki çabalarını överek, Lübnan’da ilk petrol kuyusundaki sondaj çalışmalarının başlayacağına dair “hayali” açıklamalarda bulundu. Hassan Diyab hükümeti ise tüm Lübnanlıların şiddetli krizin ışığında mutluluk getirmeyeceğini bildikleri reform sürecini başlattı. Ülkenin bugün Milletvekili Raad’ın istediği noktaya ulaşması ile direniş toplumu ve direniş ekonomisi, gelecek dönemin iki ana başlığına dönüştü. Böylece Hizbullah, 2006 yılından bu yana İsrail’e değil de Lübnan ve Suriye halklarına yönelttiği “direniş” silahının Lübnan halkının hususiyetini tehdit eden tek tehlike olmadığını teyit etmiş oldu. Aksine, en büyük tehlikenin Lübnan’a öngördüğü proje ve vizyonu olduğunu bir kez daha onayladı. Hizbullah’ın silahının Lübnan’ın egemenliğine yönelik tehdidine odaklanmak, paslanmayan diğer silahlarının tehlikesine dikkat edilmemesine yol açtı. Bu silahların belki de en etkilisi, Hizbullah’ın tesirinin siyasi hayata uzanarak sosyal ve ekonomik düzeye ulaşmasıydı.
Geçen yüzyılın seksenli yıllarında “İsrail ile mücadele” örtüsü altında hayata geçirilen Hizbullah projesinin siyasi arka planı, dün, devletin kritik noktalarına yerleşmesi ile cisim buldu. Bugün ise sosyal ve ekonomik arka planı somut hale geldi. Paralel bir devlet yarattığı gibi ülkenin dümenini ele geçirmek ve istediği yere yönlendirmek için paralel bir toplum ve ekonomi de yarattı. Bazı bölgeleri Lübnan’ın sosyal dokusundan ayırmayı, sakinlerinin diğer vatandaşlardan uzaklaşmalarını, onlardan farklı yiyip içen, giyinip kuşanan, farklı yaşam standartlarına sahip kişiler olmalarını sağlamakta başarılı oldu.
Şimdi de kontrolü altındaki bölgelere dayatmış olduğu yaşam tarzını zorla Lübnan’ın tamamına dayatma planında başarılı olmak üzere. Hizbullah’ın kontrolü altındaki bölgeleri kalesi ve kendisine kucak açan çevre olarak adlandırmak bir kandırmacadır. Zira gerçekte bu bölgeler onun tarafından esir alınmıştır. Kendisine şehadet ve ölüm kültürünü merkez alan bir düşünce ve yaşam tarzı dayatılmıştır. Bu yaşam tarzı, sivil değerlere ve vatandaşlar arasında eşitliğe açıkça düşmandır. Erkek üstünlüğünü teşvik etmektedir. Eğlence, müzik ve sanatı büyük günahlardan saymaktadır. Buralarda İran yaşam modeli dayatılmaktadır. Oysa bu model, Lübnan’ın Jabal Amil (Şii bölgesi) bölgesi sakinleri ve alimlerinin katkılarının aşina olmadığı bir modeldir. Lübnan halkının karakteristik özelliklerinden çok uzaktır.
Bugün ulaşmış olduğumuz krizin sorumluluğunu tek başına Hizbullah’a yüklemek zordur. Ne var ki devlet kurumlarını zayıflatmakta oynadığı başat rolün, müttefiklerinin yanı sıra muhalifleri ile de karşılıklı çıkar ilişkileri kurmasının, açık sınır politikasını dayatmasının işlerin bu noktaya gelmesinde temel bir rol oynadığı kesindir. Bunlara ayrıca bölgesel müdahaleleri, ülkeyi denge ilkelerinin tüm dayanaklarına aykırı ittifaklara sürüklemesi, bunun da Lübnan’ın yalnızlaşmasına, sadece kendisine değil, Arap çevresine ve Batı uzamına yabancılaşmasına yol açması da eklenebilir.
Ekonomik-mali krizin en tehlikeli çağrışımları, içine sokulduğu askeri ve siyasi direnişin ceremesini çekmeye devam ederken ülkenin zorla ekonomik ve sosyal direniş girdabına sokulmuş olmasıdır. Bunun sonucunda Lübnan lirası değer kaybetti, fiyatlar yükseldi, ithalat zorlaştı ve Lübnanlılar bankalardaki mevduatları üzerindeki tasarruf haklarını kaybettiler. Çökmüş olduğu için kamu hizmetlerini para karşılığında elde etmek zorunda kaldılar. Bütün bunlar, her zaman Lübnanlıları karakterize eden yaşam tarzında büyük bir değişime neden oldu. Lübnan vatandaşının yaşam standardına düşüş olarak yansıdı.
Lübnanlılar komşu ülkelerden ithal edilen, pazarları işgal eden, alıştıkları daha kaliteli ürünlerin yerini alan yeni ve ucuz ürünleri tüketmek zorunda kaldı. Bunu, en kritik ve bölgede Lübnan’ın öne çıktığı kaliteli eğitim ve sağlık sistemi başta olmak üzere diğer sektörlerde görülmesi beklenen ucuz ürünler akınına bir örnek olarak sunduk. Nitekim şimdiden Lübnan Sağlık Bakanlığı tarafından ruhsatlanmamış, bu önemli sektörde ithalat sürecinin gerektirdiği standartlardan yoksun İran ve komşu ülkelerden ithal edilmiş ucuz ilaçların pazarı nasıl işgal ettiğini görüyoruz. Ekonomik krizin etkilerinin neden olduğu sıkıntılardan dolayı hastanelerin performanslarının düşmesinden, bu etkilerin, alanlarında ünlü ve uzman tıbbi enerjisini koruma yeteneğini tehdit etmesinden de korkuyoruz.
Tüm sektörlerin kötüleşmesi korkusu, Hizbullah’ın düşüncesi, bölgesel eğilimleri ve ittifakları yörüngesinde dönen bir reform sürecini dayattı. Hizbullah’ın tüketimi kontrol ederek silahı ele geçirilmesinden sonra, Lübnan’ı tamamen ele geçirme projesinin tamamlanması için kendisini İran, Rusya ve Çin benzeri ekonomilere katılmaya itti. Bu da bizlere, Hizbullah Genel Sekreteri’nin 17 Ekim devriminden sonra bizlere yapmış olduğu konuşmayı hatırlatıyor. Nasrallah, Çin, Rusya ve İran ile ortaklığa dayalı bir ekonomik plan önermişti. Yaşadığımız şiddetli kriz karşısında bu plan ancak ekonomik hezeyan olarak nitelenebilir.
Hizbullah’ın uzun ya da kısa bir süre boyunca ülkeye tam anlamıyla egemen olacağını bugün güçlü bir şekilde hissediyoruz. Sonuç olarak bu, siyasetin dümenini kontrol aşamasından (çok yönlü ve son 30 yılda dikkatli ve yavaş bir şekilde ördüğü projesinin sebeplerinden biri olduğu) mali ve ekonomik çöküş nedeniyle ekonomik ve sosyal dümeni de kontrol etme aşamasına geçtiğinin göstergesidir. Bu gerçeğin, Hizbullah’ın müttefiklerinin kaçınılmaz olarak güvenlik alanında almak zorunda kalacağı şiddetli önlemler gibi etkileri olacaktır. Bunun neden olacağı ilk tehlike ise daha fazla baskı, Lübnan’da var olan özgürlük iklimi ve göreceli demokrasiyi sınırlamak için kendisinden faydalanmak olacaktır.
Lübnan belki de askeri işgalden daha güçlü bir düşünsel, kültürel, eğitimsel, sosyal ve ekonomik işgal altına gireceği bir sahneye uyanacak. Söz konusu işgal ile siyasi, sosyal ve ekonomik alanda sahip olduğu liberal demokratik model, demir yumrukla dayatılan ideoloji ile yönetilen bir modele evrilecek. O zaman Cumhurbaşkanı Mişel Avn’ın petrolün çıkarılması ile yaşanacak mucizelere ilişkin vaatleri bir işe yaramayacak. Lübnanlıların ‘Büyük Lübnan’dan geriye kalan küçük bölümün 100’üncü yıldönümünü kutlamaya hazırlandıkları bir zamanda, bu yüzyıl içerisinde kendi elleriyle bozduklarını düzeltmekte petrolün yaratacağı harikalar ile ilgili sözlerinin bir anlamı kalmayacak
İronik olan şu ki, İran İslam Cumhuriyeti’nin kurucularından Haşimi Rafsancani’nin oğlu Yasir’in, Muhafazakarların seçimleri kazanmasından sonra kendisini “hasta toplum” olarak nitelemekten kaçınmadığı bir modele doğru doludizgin gidiyor olmamızdır.