Emel Abdulaziz Hezzani
Suudi yazar
TT

Koronavirüsü üzerine komplo teorileri

ABD-İngiliz ortak yapımı “Kingsman: The Secret Service” adlı filminin konusu cep telefonlara yerleştirilen çiplerdir. Bu çipler, cep telefonunun sahibinin ön beyin lobundaki şiddet noktasını harekete geçiren bir ses dalgası yayar ve böylece kendisini  bir katile dönüştürür.
Film, insanların birbirleri ile çatışmalarını ve öldürmelerini sağlayarak dünyanın nüfusunu azaltmayı ve geride şirketin seçtiği seçkin sınıfın kalmasını amaçlayan bir gizli servis hakkındadır. Bunun gibi sansasyonel birçok film, bir insanın genetik kodları ile oynanması sonucunda ortaya bir yaratık ya da canavarın çıkışıyla başlar ve filmin kahramanının dünyayı kurtarması ile biter. Sayamayacağımız kadar çok sayıda film virüslerle veya bakterilerle insanları yok etmek teorisini ele almıştır.
Araştırma merkezlerini sanki bir kötülük aracı, bu merkezlerde çalışan araştırmacıları da insanların hayatlarına kasteden katiller veya suçlular gibi göstermiştir.
Bahsi geçen filmler, bireysel ya da kolektif bilinci bozmaya, yaşanmış bir hususu analiz ederken akılların karışmasına katkıda bulunmuştur.
Nitekim Çin’de koronavirisünün (Covid-19) ortaya çıkmasıyla arkasında ABD, İsrail veya İngiltere’nin olduğu gibi iddialar ortaya atılmaya başladı.
Bu iddialara göre eğer ABD ise amacı, ABD pazarını tehdit eden Çin ticaretini hedef almaktır.
Eğer İsrail ise hedefi, Arap dünyasında ve tüm gezegende hastalığı yayarak sonunda Yahudilerin dünyayı tamamen kontrol etmelerini sağlayacak bir hayat iksirine ulaşmaktır. Bölgede kötü bir geçmişe sahip İngiltere’ye gelince,  güneşin batmadığı imparatorluğunun geri dönmesini hedeflemektedir.
Virüsün bir komplo olduğu ve aşının dünyadaki bir laboratuvarda bulunduğu iddiası da tam anlamıyla saçmalık.
Ne yazık ki, yaşanan olaylar ve gerçekler  bölgede eğitim ve kültür altyapısının zayıflığını onaylamaktadır. Bilimsel kültürün neredeyse hiç olmadığını doğrulamaktadır.
Bilimsel kültür, matematik, astronomi ya da tıp alanında bilgi sahibi olmak değil kanıt ve delillere dayalı, kurgu ve anlatılardan tamamen uzak düşünce ve analiz yöntemi demektir.
Virüs ve bakterilerin kendilerini daha zararlı hale getiren ve yaygınlaştıran mutasyonlara uğramalarının suçlusu araştırma merkezleri midir?
Gerçek şu ki, araştırmalar araştırma merkezlerinin aşamayacağı katı etik kurallara dayanır. Hastalık taşıyan mikroorganizmalara gelince, biyolojik silah olarak kullanıldıkları düşüncesi gerçekten uzaktır. Çünkü bu organizmalar etkili olduklarında kendilerini kontrol etmek zordur. Ayrıca bilimsel ilerleme, virüs ya da bakterilerin birçok çevresel faktör nedeniyle kendi kendini dönüşebileceğini kanıtlamaktadır. Bu da kendisini güvensiz bir silah yapmaktadır.
İnsanlık tarihi, veba, sıtma ve grip (influenza) gibi salgınlara tanık olunduğu devirlerle doludur. Bahsi geçen hastalıklar, Amerika kıtasının keşfinden ve İsrail’in var olmasından önce milyonlarca insanın canını almıştı.
İlginçtir ki, bu dönemlerde insanlar, salgınlara şeytanın, cinlerin ya da kötü ruhların neden olduğunu ya da Allah’ın insanlara bir cezası olduğunu düşünürlerdi. O dönemlerde insanlar mikroskop nedir bilmezlerdi.
Dolayısıyla hastalığa neden olan mikrorganizmları görmedikleri ve bilmedikleri için sonuçlara göre yargılara varıyorlardı. Oysa bugün, genetik kodlarını çözerek canlılar hakkında en küçük sırlara bile ulaştığımız farklı bir çağda yaşıyoruz. Bu bilimsel ilerleme, olaylarları değerlendirmemize olumlu bir şekilde yansıması gerekiyor.
Bilimsel olarak virüs ve bakterilerin dönüşümü/evrimleşmesi, değişen şartlara ve geliştirilen aşılara ve ilaçlara adapte olmaları ve güçleniyor olmaları kanıtlanmış bir konudur.
Bu dönüşümlere mutasyon denir ve mikroorganizmaların genetik kodlarını değiştirerek asıl aileden farklı özelliklere sahip yeni bir ailenin oluşmasına yol açar. Grip aşıları da bu şekildedir. Mutasyona uğramış bir grup virüse karşı savaşan bir grup aşıdan oluşur. Ayrıca, bir virüs ailesine karşı üretilen antibiyotiğe karşı hayatta kalmak için virüslerin dönüşerek farklı yeni aileler oluşturduğu da araştırmacılar ve doktorlar tarafından bilinmektedir. Peki, bu değişim ve mutasyonu kontrol etmek mümkün mü? Pratik olarak hayır.
Çünkü onlar da bizim gibi var olmak için mücadele etmektedir. Bu nedenle onlarla mücadele için ilaç üretiminde ne kadar ilerlersek onlar da bu ilaçlara karşı hayatta kalmak için kendilerini dönüştürmek konusunda o kadar ilerlemektedir.
Bu gibi duurmlarda doğru davranış, uzmanların hastalıktan korunmaya ilişkin tavsiyelerini dinlemek, kişilerin ve hükümetlerin öncül koruma önlemlerini almasıdır. Bu gibi mutasyonlar çok az oranlarda doğada da gerçekleşebilir. Ancak küçük olsalar da uygun koşullar ile karşılaştıklarında yayılıp bir salgına dönüşebilirler.
ABD’nin bir araştırma merkezinden insanların yaşamlarını kontrol ettiği fantezisi, psikolojik bir hastalık ve tedavi edilmesi gereken bir komplekstir.
Hastalıklardan ve ölmekten, acı duymaktan korkmamız doğaldır. Ancak insanın kendisini ancak sinema filmleri hatta çizgi filmler ile kanıtlayabileceği şehir efsanelerinin kurbanı haline getirmesi doğal değildir.
Ünlü televizyon dizisi Simpsonlar’ın başkanlığa aday olmasından yıllar önce Donald Trump’tan başkan olarak bahsetmesinden, komplocuların nasıl Trump’ın kendisini Beyaz Saray’ın efendisi yapmaya karar veren bir siyasi kurumun ürünü olduğu sonucunu çıkardıklarını hepimiz hatırlıyoruz!
Oysa Trump gerçekte ABD toplumunda ünlü ve tartışma yaratan bir kişiliktir. Dolayısıyla  dizinin olayları bağlamında Trump’a yer vermesi, Barack Obama sahneye çıkmadan yıllar önce birçok filmde siyahi bir ABD başkanına yer verilmesi gibi doğaldır ve kasıtlı değildir.
Nitekim birçok film, mali piyasaların çöküceği kehanetinde bulunmuş yahut başka gezegenlerde hayat olduğunun altını çizmiştir. Simpsonlar dizisi ayrıca doğudan gelen bir virüsün ABD’ye ulaşacağı tahmininde de bulunmuştu. Ama bu virüsün adı korona değildi ve söylendiği gibi kaynağı Çin değil Japonya’ydı.
Körfez ülkeleri vatandaşları, The Incredible Tide romanından uyarlanmış 1978 Japon yapımı “Adnan ve Lana” (Mirai Shounen Conan-Future Boy Conan) adlı animeyi hatırlıyordur.
Bu animenin konusu, üçüncü dünya savaşından 20 yıl sonra dünyanın hali ve yeryüzünü yok edecek bir enerjiyi ele geçirmeye çalışan taraflar arasındaki mücadeleydi.
Hadiseleri yorumlamada gerçek ile kurgu ve hayali birbirine karıştırmak; insan aklının işleyişinde hala bir zayıflık olduğunun, bilimsel ilerleyişe, icatlara ve Mars’a ulaşmamıza rağmen batıl inançların hala kanıtların önüne geçtiğinin ispatıdır.
Daha da talihsiz ve acı olanı, bu gibi yorumların yüksel eğitim almış, bilimsel diplomalara sahip kişiler tarafından da yapılmasıdır.
Sanki eğitim etkisiz ve sadece geçmek için kullandıkları bir geçiş (transit) istasyonuymuş gibi!