Muhammed Rumeyhi
Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi'nde Sosyoloji profesörü...
TT

Korona İran’ın stratejik düşüncesini değiştirecek mi?

İran rejiminin komşuları ve dünyanın diğer bölgelerinde yürüttüğü sıcak ve soğuk savaşların uzun yıllar İran iç ekonomik durumu pahasına gerçekleştiği ve bunun sonuçlarından biri olarak İran sağlık altyapısının çöktüğü varsayılıyor.
Geçici kayıplara gerekçe olarak; yolun sonunda Velayet-i Fakih düşüncesine dayanan büyük bir ödül kazanılacağı (imparatorluk kurma) ve sonrasında yeni toprakların (Fırat’tan Akdeniz’e) ve (Umman Denizi’nden Kızıldeniz’e) zenginliklerinden yararlanılacağı öne sürüldü. Bunun İran halkına zenginlik, güç ve şeref gibi genel bir fayda sağlayacağı iddia edildi. Dolayısıyla İran rejimi için bu hedefe ulaşma yolunda söz konusu bölgelerdeki halkları, kaynaklarının çoğundan ve temel hizmetlerden mahrum bırakmanın yanlış bir yanı yoktur. Irak gibi komşu ülkelerin ele geçirilen mevcut zenginliklerinin; askeri bir cephanelik inşa etmek, imparatorluk projesine hizmet etmeleri için çok sayıda adamı eğitmek, Lübnan, Yemen, Irak ve başka yerlerde söz konusu stratejinin propagandasını yapan etkili kolları finanse etmek için kullanılmasında bir sakıncası yoktur. Tüm bunları, İran halkının insani gereksinimlerini hiçe sayma pahasına gerçekleştirmekte bir beis yoktur.
Bu söylemler felsefesi, ideolojik ilahi mesaj başta olmak üzere kültürel ve sosyal sloganlarla oluşturuldu. Söz konusu hedefe ulaşmanın yolu sabretmekten geçiyordu. İranlı halı dokuyucuların sabrederek sonunda büyük ödüle ulaşması gibi (Bazı Batılı yazarların hoşlandıkları son söylem) sabırlı olmak gerekiyordu. Koronavürüsü ve maalesef binlerce İranlının canını alması muhtemel salgınının yayılması, projenin tamamının gözden geçirilmesi için bir uyarı zili olabilir. Zira İran’da salgının yayılması ve yerleşmesinin en önemli nedenlerinden biri ne yazık ki, İran’da şehir ve köy sakinlerini herhangi bir sağlık felaketine karşı koruması için kendisine yeterli kaynak ve insan sermayesi tahsis edilmeyen sağlık tesislerinin yapısındaki ciddi zayıflıktır. Kötü ekonomik koşullar ve kamusal hizmetlerin finansmanındaki yetersizliğin ışığında tehlikeli hastalıklarla mücadele için imkânların seferber edilmemesidir.
Uyarı zili; kaynaklar ve insanlar pahasına bir imparatorluk kurma planlarının ne olursa olsun içinde yaşadığımız zamanda başarısızlığa mahkûm olduğunu söylüyor. Şu ana kadar İran’ın komşularına yayılma planları; sanki tehdit altındalarmış gibi “Şam’daki türbeleri korumak”, “mezhepsel savunma” veya “mustazafları savunma” hatta “İsrail ve ABD ile savaş” gibi bir dizi slogan ile pazarlandı. Bu tür sloganlar gerek basit ve sade insanlar gerekse de çıkarları bu projeyle bağlantılı kişiler için cazip olabilir. Ancak, akıllılar için bir saçmalıktır. Çünkü bu sloganların hepsi, İranlı yönetici seçkinlerin inandıkları İran girişimlerinin (bölgede genişlemek, güç ve zenginlikler elde etmek) arkasındaki gerçek projenin hedeflerini gizlemekte ya da gizlemeye çalışmaktadır.
Tarih bize bu eğilimi anlamak için bazı yönlerden kendisi ile karşılaştırabileceğimiz ve sonucunun ne olabileceğini görebileceğimiz örnekler veriyor mu? Yanıt evet olabilir. Avrupa’da, 17’inci yüzyılın ilk yarısının büyük bir bölümünde devam eden kanlı çatışmaları kapsayan Otuz Yıl Savaşları adı verilen bir savaş yaşandı. Birçokları bu savaşı, Katolikler ile Protestanlar arasında bir savaş yani modern tanımı ile bir mezhepsel savaş olarak tanımlamakta acele ederler. Bazıları ise, İran ile son yıllardaki yayılmacı projesi gereği komşuları ile arasındaki çatışmayı da bu şekilde tanımlarlar. Oysa bu tanım yanlıştır. Otuz Yıl Savaşları’nda Katolik Fransa hatta Papa’nın yaptığı gibi bazı Katolik güçler, Protestanları desteklemişti. Aynı şekilde Protestan güçler de Katolikleri desteklemişti. Bugün de Müslüman Kardeşler gibi bazı Sünni gruplar, İran projesini desteklerken bazı Şii gruplar ona karşı mücadele ediyorlar. Bu noktada, mevcut çatışmayı Şii-Sünni ya da mezhepsel olarak tanımlama ve standartlaştırma çabası boşa çıkıyor.
Avrupa’daki Otuz Yıl Savaşları’nın kontrol ve ele geçirmek için yürütülen siyasi bir savaş olduğu gibi bugünkü çatışma da tam anlamıyla siyasidir. Otuz Yıl Savaşları’nda orduların kıtanın başka bölgelerinden paralı askerlerden yararlanması gibi bugün İran, Afgan, Pakistanlı ve diğer bölgelerden paralı askerlerden yararlanmaktadır. Bu uzun savaş sebebiyle bazı Avrupa ülkelerinin nüfusu yarıdan daha aza düştü. Toplumdaki erkeklerin sayısı öyle azaldı ki dönemin savaş baronları kayıpları telafi etmek için çok eşliliğe izin verdiler. Yine bu savaş nedeniyle geniş bölgeler tahrip edildi, halk ormanlara ve tenha bölgelere göç etti. Açlık, salgın ve hastalıklar yayıldı. Milyonlarca kişi öldü. Otuz Yıl Savaşları ile bugünü geniş çizgilerle de olsa karşılaştırırsak, Suriye’de 10, Yemen’de 5, Lübnan ve aynı şekilde Irak’ta 20 yıldır bir savaşın devam ettiğini görürüz. Bu savaşların tümü, hedefi genişlemek olan sloganlar altında yürütülüyor.
Binlerce Suriyeli, doğrudan veya cezaevlerinin bodrumlarında işkence ile öldürüldü. Milyonlarcası içeride ve dışarıda mülteci haline geldi. Hiçbir gerekçe olmadan binlerce Yemenli hayatını kaybetti. Husiler ve Tahran’dan kendilerine verilen kesintisiz destek nedeniyle Yemen köy ve şehirleri harabeye dönüştü. Lübnan’da devlet, Hizbullah kontrolü ve terörü altında iflas etti. Irak’ta devlet inşası durdu ve geleceğine İran’ın silahlandırdığı ve eğittiği milis grupları el koydu.
Bugün karşımızda duran bu sahnenin bazı özelliklerini - zamanın koşulları göz önüne alınarak- 17’inci yüzyılın ilk yarısında Avrupa’da görülen kanlı çatışma sahnesine ve bıraktığı korkunç olumsuz etkilere benzetebiliriz. İran’da yeni tip koronavirüsün ortaya çıkmasıyla (ki bu haberler hiç kimseyi memnun etmemiş aksine herkesi endişelendirmiştir) iktidar seçkinleri, inandıkları bu projenin ne kadar boş olduğunu, İran halkı ve bölge sakinlerine yönelik felaket sonuçlarının farkına varacak mı?
İran’ın tarihin doğru tarafında yer almasının acil bir hal aldığını kabul edecek mi? Akıllı kimselerin, füze ve hızlı botlar stoklamanın, nükleer programı aktifleştirmenin, paralı askerlerden ordular kurmanın ya da sınır dışına destek kuvvet göndermenin, bütün bunları yaparken de halkını yoksullaştırmanın, hizmet ve siyasi alt yapıyı zayıflaştırmanın, Avrupa’da savaşan şehirlerin tamamen boşalıp yıkılması gibi bir sonuca neden olacağı gerçeğini kanıtlamaya ihtiyaçları yoktur.
Belki de bu ders, İranlı seçkinler için çok bir şey ifade etmeyebilir. Ancak İran rejiminin başta inkar ettiği salgın (Rejim daha sonra virüsün ABD laboratuvarında üretildiği ya da Allah’ın Çinlilere bir cezası olduğunu söyledi ve insani bir felaketi önlemek için 70 bin tutukluyu serbest bırakmak zorunda kaldı) rejimin gerçeklerle başa çıkmasını sağlayabilir. İtiraf edilmesi gerekeni itiraf etmek konusundaki aşırı zayıflığını aşmasına yol açabilir. Herhangi bir ideoloji ya da bayrak altında bir imparatorluk kurmanın günümüzde artık imkansız olduğunu, kaynakların kötü kullanımından, içeride ve dışarıda şehir ve ülkelerin yıkılmasından başka bir sonucu olmayan Donkişotça savaşlardan ibaret olduğunu itiraf etmesine neden olabilir.
Suriyelilerin tüm vatandaşların eşit olduğu modern bir devlet inşa etmek istedikleri, Yemenlilerin geçmiş yüzyıllarda kötülüklerini deneyimledikleri bir imamlık rejiminde yaşamak istemedikleri, Iraklıların İran’ın projesinden bıktıkları, Lübnanlıların geniş bir kesiminin bu projeden yakındığı kesindir. Tüm bu bölgelerde, İran projesinin yıkma gücüne sahip olduğu ama inşa etme gücüne sahip olmadığı inancı artmıştır. Korona, İran’ın projesini çökertmeye başladı. İran’ın Irak, Türkiye, Lübnan ve Körfez ülkeleri ile sınırları kapatıldı. Peki, şu anda birden fazla yerde sesini yükselten uyarı zili, projenin liderlerini uyandırıp başarısız olduğunu itiraf etmeye, geleceğe yönelik diğer seçeneklere yönelme çabasına itecek mi? Yoksa uçurumun kenarına ulaşana kadar bu yolda ilerlemeyi sürdürecekler mi?
Son olarak; uluslararası ilişkilerde başka bir ülkenin vatandaşlarına –pasaportlarını damgalamadan- ülkenize giriş ve çıkış yapmalarına izin vermeniz kabul edilemez ve kural dışıdır. Ne var ki İran, Suudi Arabistanlıların topraklarına bu şekilde girmesine izin verdi. Bu da hastalık tuzağına düşmelerine neden oldu. Bu kişiler hem politikanın hem de bilgisizliklerinin kurbanı oldular. Ülkelerini tehlikeye maruz bıraktılar.