Muhammed Rumeyhi
Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi'nde Sosyoloji profesörü...
TT

Daha önce oradaydık

Komplo teorisi bize nereden geldi? Bilgisizlikten mi yoksa siyasallaştırmadan mı? Onaylıyorum, onaylamıyorum, bilmiyorum. Geçen Pazar günü Twitter hesabımdan paylaştığım bu ankete verilen yanıtların %77’si komplo teorisinin bilgisizlikten ve siyasallaştırmadan kaynaklandığını düşünüyordu. %17’si bunu onaylamazken hiçbir fikri olmayanların oranı %6 idi.
Elbette bu yanıtların bir nevi kamuoyu araştırması olduğunu iddia etmiyorum. Bunun iki nedeni var. Birincisi; katılanların sayısının göreceli olarak az olması, ikincisi; takipçilerimin belirli bir sınıftan kişiler olmasıdır. Ama bu kesimde bile komplo teorilerine inananlar mevcut.
Arap ve kültür dünyamızda koronavirüsün açığa çıkardığı meselelerden biri de olaya bakış açımız ve onu anlama (ele alma demiyorum) biçimine nasıl karşı koyduğumuzdur. Bilimsel ve rasyonel bakış açısıyla mı yoksa batıl inançlara hatta belki de şarlatanlık ve büyüye başvurarak, otomatik bir biçimde ve belki de ihmal ile mi ele alıyoruz?
Bazıları bilgisizlikten ve otomatikman, bazıları da siyasallaştırma ve belki de çıkar için batıl inançlar yolunda ilerlerler. Korona salgını başladığında da kimileri, koronanın Çin ekonomisini zayıflatmayı ve büyümesini yavaşlatmayı amaçlayan bir ABD komplosu olduğu, ABD’lilerin ilaca sahip oldukları ve uygun zaman geldiğinde açıklayacakları teorisini yaydı. Kimileri de Batılı sermayeyi korkutmak ve varlıklarını ucuza satın almak için Çin’in bir komplosu olduğunu öne sürdü.
Dean Koontz’un neredeyse eski, 40 yıl önce yayınlanmış ve buna benzer bir salgından bahseden “The Eyes of Darkness” (Karanlığın Gözleri) kitabına işaret ederek yazarın sihirli bir kristal küresi ve erken tahmin etme yeteneğine sahip olduğunu söyleyenler oldu. Bir başkası, bir dergide yıllar önce koronadan bahseden bir makaleyi yayınladı. Ancak koronanın bir süredir var olduğu ve dünyanın yeni tip koronadan bahsettiği dikkatinden kaçtı.
Bazılarının bu tür yorumlarda bulunması şaşırtıcı değil. Asıl şaşırtıcı olan boyutu ve sıradan kimselerin – ki bu beklendik bir şeydir- yanı sıra bilgi sahibi oldukları sanılan kişilerin de bunlara inanıyor olmasıdır. Bu salgın halkın hayal gücünün dizginlerini koparmasına yol açtı. Sosyal medyanın yaygınlığı da buna yardımcı oldu. Kişisel düşünce bağışıklıklarının çok zayıf olmasına bağlı olarak bu kişiler, kültürü dönüştürmeye, tılsımlar ve metafizik yorumlar sunmaya yöneldiler. Ne var ki bilgili olduklarını düşündüğümüz bazı kişiler de onlar gibi hala siyasi, sosyal veya kültürel komplo teorilerini ciddiye alıyor ve inanarak tartışıyorlar.
Bunun geçmişte birçok örneği oldu. Sözgelimi New York ve Washington’da 11 Eylül 2001 saldırıları gerçekleştiğinde bunun İsrail veya daha çok Merkezi İstihbarat Teşkilatı’nın (CIA) işi olduğuna inanan ve bunu kanıtlayan göstergeler olduğunu söyleyenler olmuştu. Bütün somut ve akli göstergeleri bir yana bırakarak (büyük olasılıkla bilimsel bağışıklıkları yetersiz) ABD’li veya Batılı bazı kişilerin şurada burada yayınladıkları görüşlerini buna kanıt olarak sunmuşlardı. Bu, kendisini memnun eden ve rahatlatanı kabul edip gerçekleri rasyonel bir şekilde ele almayı tamamen reddeden bir zihniyettir.
Daha önce de oradaydık. Kuveyt’te 30 yıl önce de buna benzer bir ikilem yaşamıştık. Bazılarımız Bağdat’tan gelen işaretleri duygusal veya çıkarcı hatta ideolojik gerekçeler altında doğru okumayı reddetmişti. Irak işgali gerçekleştiğinde de bunun bir ABD komplosu olduğu, Bağdat’ta Saddam Hüseyin ile görüşen ABD büyükelçisinin kendisine yeşil ışık yaktığı gibi yorumlar yapmaya başlamışlardı. Hatta bazıları Kuveyt’in işgalinin Filistin’in kurtuluşu yolunda ilk adım olduğuna kesin bir biçimde inanmışlardı. Bazıları da işgalden önce ABD’de gösterilen ve Kuveyt merkezli el-Arabi dergisinin haber yaptığı bir filmin hikayesine işaret ederek kendisinin bir öngörü olduğunu belirtmişlerdi. Filmin konusu, Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesi ve daha sonra müdahalede bulunan ABD kuvvetlerinin Kuveytlilerin direnişleriyle karşılaşması etrafında dönüyordu. Bu nedenle Irak Kuveyt’i gerçekten işgal ettiğinde bu bir komplo olarak görüldü ve filmdeki öngörünün doğruluğunun kanıtı sayıldı.
Bir kitabın konusu veya film ve dizi senaryosu olan konular çoğunlukla olayların başlangıcını temel alan bir hayal gücüne dayanır. Söz gelimi yetmişli yıllarda Şah rejimi tarafından yönetilen İran’ın bölgedeki rolü büyümüştü. Buna dayanarak Paul Erdman adından bir yazar, İran’ın Körfez ülkelerini işgal etmesi etrafında dönen “The Crash Of 79” adlı romanını yayınlanmıştı. Elbette bu romanın çıkış noktası o dönemlerde çokça dillendirilen “Şah, Körfez’in koruyucusudur” ifadesiydi. Ne var ki, 1979 yılında Şahın kendisi devrildi.
Bunlar, romanlarda geçen ve bazılarımızın düşünsel ve psikolojik olarak tatmin olmak için gerçekmiş gibi kabul etmeye hazır olduğumuz birçok örnekten birkaçıdır. Aşırı korku, hayal gücünün dizginlerinden kurtulmasına yol açar ve birçokları saçma düşünceleri kabul edecek kadar bilimsel dengelerini yitirirler. Nitekim Kuveyt’te salgının ilk günlerinde, Irak işgalinin ilk günlerinde deneyimlediklerimize benzer şeyler yaşadık. Ancak kolektif bilinç çok geçmeden kendini toparladı, kendisine güvenini geri kazandı ve eyleme geçti. Sadece Kuveyt’te değil, Umman’dan Bahreyn, Katar, BAE ve Suudi Arabistan’a tüm Körfez ülkelerinde yetkililerin nasıl sakinliklerini koruduklarını, salgınla rasyonel ve örgütsel bir şekilde mücadele ettiklerini gördük. Bu mücadele zamanla daha da örgütsel hale geldi. Okullar tatil edildi. Toplanmalar yasaklandı. Uçak seferleri durduruldu. Evde namaz kılma teşvik edildi. Yurtdışında olup ülkelerine geri dönemeyen vatandaşlara otel odaları tahsis edildi. Çeşitli olası senaryolara hazırlık yapıldı. Ancak nüfusun küçük de olsa bir bölümü ya bilinmezlikten duydukları korku ya da bilgisizlikleri nedeniyle söylentiler ya da yalanlar yaydılar. Sosyal medya araçları küçük, kapalı ya da açık gruplara, bilimsel ve rasyonel kaynağı olmayan yorumlara tanık oldu.
Korona salgını, Körfez ülkelerine, görmezden gelinmemesi gereken bazı dersler de verdi. Körfez vatandaşlarını, devletin kararlarına uyan eğitimliler ile eğitimsiz ya da kaderci kültürleri nedeniyle devletin kararlarına uymayanlar biçiminde iki bölüme ayırabileceğimizi gösterdi. Bu ikinci grup aynı zamanda salgınla mücadele ekiplerinin işlerini zorlaştıranlardır. Yaygın sosyal medya araçları aracılığıyla bu kişiler açıkça umursamaz ve kayıtsız paylaşımlarda bulundular. Bu da salgınla mücadelede harcanan yoğun çabalar üzerinde ağır bir yük oluşturdu.
Bunun yanında birçok iyi ve güzel şey de yaşandı. Tüm Körfez ülkelerinde sağlık hizmetlerinin yapısının ve personelinin sahada salgınlarla mücadele kapasitesine sahip olduğu açığa çıktı. Gönüllü gençlerden oluşan gruplar, salgınla mücadele eden sağlık ve hizmet ekiplerine yardım etti. Bu, Kuveyt’in yanı sıra bazı Körfez ülkelerinde de görüldü. Hatta ABD’de yaşayan Körfez ülkeleri vatandaşları birbirlerine yardım etmek amacıyla bir uygulama geliştirdiler. Yaşanan güzel şeylerden biri de salgının görüldüğü bölgelerde karantinaya alınan çok sayıda kişiden birçoğunun iyileşmesi ve hayatına geri dönmesiydi. Yine Körfez ülkelerinde varlıklı kişilerin, para veya ilaç bağışı, geçici karantina için sahip oldukları arazileri tahsis etmek, toplum içinde ihtiyaç sahiplerine yardımcı olmak için fonlar kurmak, ev veya mağaza sahiplerinin kiracılarından kira almaması – hatta bir tanesi sahibi olduğu binadaki kiracılara kendisi para verdi- gibi salgınla mücadele çabalarına yoğun bir şekilde katkıda bulunmalarıydı.
Felaketler insanları kötülüğü sınırlamaya ve iyiliği yaymaya iter. İyilik genişledikçe de kötülük daralır.
Son olarak; sosyal medyadaki komik paylaşımlardan biri de bir çocuğun annesinin arkadaşlarına gönderdiği şu mesajdı: Lütfen, artık anneme korunmak için tavsiyeler göndermeyin. Siz bir şey gönderdikçe, ilaç ve ağrı kesiciler almak için beni eczaneye gönderiyor. Yoruldum artık.