İlyas Harfuş
Lübnanlı gazeteci ve yazar
TT

Karantina günlerinde iletişim

Koronavirüs salgının insanlığa saldırısı sebebiyle evinde mahsur kalmış milyonlarca insandan biriyim. Sosyal medyanın sıklıkla kullanımına karşı çıkan benim gibi birinin, gün gelip olağan hayata ancak sosyal medya aracılığıyla karışabileceğini asla hayal edemezdim. Zorunlu olarak evde kaldığım için, eşim dışındakilerle iletişim için ‘akıllı telefonum’ dışında bir aracım bulunmuyor. Mesleğimi sürdürebilmem için bu küçük cihaza bağımlı durumdayım. Sağlığım için duyduğum endişenin bir benzerini de onun için duyuyorum, ya bozulursa, bu kriz anında bataryası yanarsa diye kaygılanıyorum. Basılı olarak gazeteden ya da internet sitesinden okuduğunuz bu makale, Microsoft ve Windows uygulamaları olmasaydı size ulaşamazdı. Elimde taşıdığım cihazdaki WhatsApp uygulaması olmasaydı, meslektaşlarımın yanı sıra dış dünyadan kimseyle iletişim kurma imkânı bulamazdım.
Koronanın insanlığa saldırısına dair mütevazı analizimde, koronavirüs ve WhatsApp, Skype, Facebook ve benzeri sosyal medya organları arasında, benim gibi şüphecilere bir ders vermek için müşterek bir komplo olduğuna inanıyorum. Şöyle diyorlar; gün gelecek (ki o gün geldi) insanların birbiri ile iletişim kurmaları için bizden başka araçları olmayacak. Ülke liderleri, Skype kullanarak birbiri ile telekonferans düzenliyor. Televizyon kanalları da konuklarını aynı uygulama aracılığı ile stüdyolarına taşıyor. Bu uygulamaları kullanamayanlar ya da akıllı cihazlara sahip olmayanların durumunu hayal edemiyorum. Sevdikleri ile nasıl görüşüyorlar? Nasıl alışveriş yapıyorlar, ya da doktorlarını nasıl arıyorlar?
Koronavirüs salgınının arkasında eğer gerçekten bir ‘komplo’ gizliyse, bu komplonun Microsoft, Apple ve benzeri teknoloji şirketlerinin sahipleri tarafından yapılmış olması gerekmez mi? nihayetinde sadece onlar bu savaştan zafer kazanarak çıkacaklar. Alışılagelmiş olağan hayat sekteye uğradı, insanları kendilerine dayatılan izolasyondan sadece onlar kurtarabilir.
Tabi ‘modern iletişim araçlarına’ sahip olanların, koronavirüsün işgalinden tek kazanç elde edenler olduğunu iddia etmiyorum. Koronavirüs küresel ekonomiyi, büyük şirketlerin hisse senetlerini ve yüz milyonlarca insanın gelirlerini tehdit ediyor. Bununla birlikte, solunum cihazı ve koruyucu maske üreticileri kâra geçmiş durumda. Zira hastanelerin yoğun bakım ünitelerinin bu cihazlara olan ihtiyacı arttı ve insanlar virüsten korunmak için yana yakıla maske arıyor. İlaç şirketleri laboratuvarlarda virüsün aşısını bulmak için yoğun bir mesai harcıyor. Başarılı olanların yüksek kâr elde edeceğinden şüphe yok. Bazıları bu yaklaşımımızı hoş karşılamayarak, bu şirketlerin söz konusu araştırmaları tüm insanlığın iyiliği için yaptığını söyleyecektir. Ancak şu deyim de gerçeği yansıtmakta değil midir? ‘Bazılarının felaketi, bazıları için talihtir.’’
Çin de fırsattan istifade eden ülkeler arasında. Dünyaya salgını ‘ihraç’ etmekle suçlanan otoriter rejim, şimdilerde Avrupa Birliği’nin dayanışmasını sorgularcasına, İtalya, İspanya gibi salgınla mücadelede yetersiz kalan ülkelere, uzman ve ekipman ihracatına başladı. Çin’in AB’den daha etkin olması, birliğin asgari dayanışmasını sağlaması gereken ortak kararları meşru bir şekilde tartışmaya açtı.
Koronavirüs salgınının, modern insanlık tarihinde eşi görülmemiş bir şekilde başlattığı bu barbarca saldırı yüzünden hayatımızın alt üst olacağını kim tahmin edebilirdi. Dış düşmanların saldırısına uğrayabileceğimizi öngörebilirdik, ancak şimdi kendi öz bedenimiz düşmana dönüşmüş durumda. El sıkıştığımızda ya da biri hapşırdığında ve nefes aldığımızda korkuya kapılıyoruz. Savaşabilmek için artık yeni araç ve gereçlere ihtiyaç duyuyoruz.
Bana öyle geliyor ki; koronavirüs bir yerlerde saklanıyor ve saçma yaşantımızı seyrediyordu. Eşyaya, mekâna, doğaya ve güzel şeylere pervasız yaklaşımımızı uzaktan takip ediyordu. İçinde bulunduğumuz nimetleri sıradan ve olağan şeylermiş gibi değerlendiriyorduk. Korona saklandığı yerden ansızın çıkarak, bize olağan addettiğimiz şeylerin değerini hatırlattı. Kahvehaneye gitmenin, bir restoranda oturup yemek yemenin, hatta sokağa çıkıp karşı kaldırıma geçme imkânının dahi göz açıp kapanıncaya kadar elimizden alınabileceğini gösterdi.
Üstelik bu korona neyin nesiydi? Meçhul bir düşmandı, kimse neye benzediğini, nasıl giyindiğini ve nereden geldiğini bilmiyordu. Nasıl bulaştığı konusunda bile şüpheler vardı, havayla birlikte hareket ettiğini ve zehrini ülkeden ülkeye taşıdığını söyleyenler oldu. Genel kanı; virüsün bulaştığı birine yaklaşırsanız sizin de kapacağınız yönündeydi. Ancak kaynağı da tartışmaya açıktı, Çinliler ya da Amerikalılar tarafından mı üretilmişti? İnsanlığa yönelik bu saldırının arkasında kim vardı?
Umarım yakın bir zamanda karantinadan çıkıp, güneşin tadını çıkarabilir, yeşil parklarda dolaşabilir, müzelere, tiyatroya, sinemaya ve müzik konserlerine gidebiliriz. Yani doğal hayatımıza dönebiliriz. Umarım o gün gelince, günlük yaşamımızda olağan karşıladığımız şeylerin ne kadar da değerli olduğunu kavramış oluruz. Yaşamımız hep böyle sürecek değildir, hiç beklemediğimiz bir anda hayatımızı kaybedebiliriz. Dolayısıyla zamanımızı iyi değerlendirmeli ve mutlu anların tadını çıkarıp, sevdiklerimizle daha yakın ilişkiler kurmalıyız.