Gassan Şerbil
Şarku'l Avsat Genel Yayın Yönetmeni
TT

​Salgın sonrası acımasızlığın azaldığı bir dünya hayal edenler

Yarın bir yazar yıllar önce bir salgının aniden dünyaya saldıracağını ve kurbanlarını kıtalara ve ülkelere dağıtacağını ima ettiğini öne sürebilir.
Bunda şaşırılacak bir yan yok.
Bu tür iddiaları Berlin Duvarı’nın yıkılmasından ve Sovyetler Birliği’nin intiharından sonra da duymuştuk.
Yarın bir müneccim çıkıp bizlere geçmişte bunu ima ettiğini iddia edebilir.
Bir hilekar, dünyayı bekleyen tehlikelere yönelik uyarılarını ciddiye almadığımız için bize sitem de edebilir.
Hayalperest, isyankar ve açgözlü insanın acı ve sert bir cezayı hak eden şeyler yaptığını ve sonun yaklaştığını söylemek için bu tür dönüm noktalarını kollayan hayal tüccarları korosunun yeniden ortaya çıkışı şaşırtıcı olmayacaktır.
Bütün bunlarda şaşılacak bir yan yok çünkü korona, küresel köyü beklemediği ve kendisine iyi hazırlanmadığı bir dönemece yönlendirdi.
Yaşananları üçüncü dünya savaşına benzetmek doğru bir benzetme olmaz.  Dünya savaşlarında güvenli yerler, müttefikler, iletişime geçebilecek ve yardım eli uzatabilecek taraflar bulunabilirdi.
Bu salgında ise mesele farklı. Onunla tek başımıza ve silahsız bir şekilde yüzleşmeliyiz. Ancak 3. Dünya Savaşı benzetmesi virüsün bireylere ilaveten birçok kurumu da hedef alacağını kabul edersek geçerli olabilir.
Milyonlarca kişiyi işsizlik kafesine attığında hükümetlerin, ailelerin ve şehirlerin istikrarını sarsacağını hesaba katarsak mümkün hale gelebilir.
Kovid-19 savaşı başka herhangi bir savaştan daha çok, izolasyon, yalnızlık ve ölüm defterlerini açtı.
Ağır bekleyiş yalnızlığı içinde insanların kafalarındaki soru işaretleri virüsler gibi ürüyorlar.
İnsanlığın yazgısı, yaşam ve ölüm, normalde işlerinin peşinde koşturan insanların sormaya vakit bulamadığı sorular.
Ölüm ve kurtuluş, bu dünyadaki yaşamdan sonrası, insaf ve adalet, adaletsizlik ve hüküm vermek hakkındaki sorular.
Büyük savaşlarda sıradan vatandaşların, acımasız dev aletler için kolay bir lokma olduklarını hissetmeleri gibi korona savaşının kurbanları, ölüm onları seçtiği için şiddetli bir acı hissediyorlar.
İnsan, korona fırtınasının başka yerlerdeki sonuçlarını takip ettiğinde soru işaretleri ve yazgısı ile tek başına yüzleştiği duygusu ikiye katlanıyor.
Bir şemsiye bulamıyor veya bir duvarın arkasına gizlenemiyor.
Bu nedenle fırtına istisnasız her şeyi, endişeyi yatıştıran ve kayıpları rasyonelleştiren denklemleri, kanaatleri ve yaşam tarzlarını sarsıyor.
Birçok şeyin aynı anda kırıldığı, camdan gökdelenlerde tamiri imkansız çatlaklar oluştuğu duygusuna kapılıyorum ve bu yüzden ısrarla kendime şunu soruyorum:
Bu toplumların son yıllarda kaydettiği ilerlemeye verdiğimiz değerde çok mu ileri gittik?
Bu ilerleme, yalan, eksik veya en azından yeterli insani boyuttan yoksun muydu?
Hükümetler ve partiler ilerlemenin birinci gayesinin insan olduğunu unutup çıkarlar, kârlar, tekel ve üstünlük konusunda çılgın bir yarışa mı daldılar?
Devletler zenginliklerini ve güçlerini egemenlik ve tahakküm savaşlarında mı ziyan ettiler?
Uluslararası kurumlar günlerini ve bütçelerini, gerçek ihtiyaçlardan uzakta genel ve parlak başlıklar altında mı harcadılar?
Kusurlarını, eksikliklerini ve acizliğini açığa çıkaran birkaç hafta içinde ait olduğumuz dünyanın, muazzam bir yıkıma maruz kaldığını hissediyorum. Şahsen, büyük aktörlerin sahnedeki boyutları ve rollerine yönelik okumalarım değişti. Beyaz Saray’ın efendisinin karar verdiğinde, dünyanın ya da ülkesinin karşı karşıya olduğu herhangi bir meydan okumaya sert ve kararlı bir karşılık verebilecek çok güçlü birisi olduğunu düşünürdüm.
Hatalarına ve taraflılığına rağmen ABD, bana göre gelişimi, üniversiteleri ve özgürlükleri ile dünyanın ilerleme gücüydü. Yeni tip korona virüsünden sonra artık bunları hissetmiyorum.
Donald Trump’ı küresel köyün en büyük boksörü olarak görmüyorum. Hala en güçlü olduğunu inkar edemem ama meçhul bir virüs ABD topraklarına saldırmaya karar verdiğinde nasıl şaşkın ve ne yapacağını bilemez bir halde olduğunu gördüm.
Aynı şeyin Vladimir Putin için de geçerli olduğunu söyleyebilirim.
Onu sahneye çıkaranlar kendisine istisnai bir imaj çizmeyi başardılar.
Kendisi de bu imajı korumayı ve derinleştirmeyi başardı. KGB mutfağından gelen ve mutlu bir şekilde kontrollü bir demokrasiyi ve sesten daha hızlı silahlara sahip bir cephaneyi yöneten bir James Bond!
Bu güçlü aktörün doğumu, birçoklarını sevindirdi. Gücünü, ringde tek başına kaldığında tutarsız hatalar yapan ABD’li boksörün davranışlarını düzeltmesinin ve rasyonel hareket etmesinin gerekli bir koşulu olarak gördüler.
Ne var ki, başka ülkelerin topraklarında ajanları cezalandırmaktan kaçınmayan, kendi sınırları içinde ve dışında seçim sonuçları ile oynayan bu güçlü lider, “General Korona” ülkelere ve kıtalara düzenlediği ölümcül gezisi kapsamında Lenin’in ülkesini ziyaret etmeye karar verdiğinde öldürücü silahları ile karşısına dikilemedi.
Çin liderinin demokratik rejimlerde benzerlerinin alınması zor sert ve kesin kararlar alma gücü, güven vermekte yetersiz kaldı.
Mao’nun varislerinin politikası da her şey gibi en nihayetinde korona krizinin emekliye sevk etmekle tehdit ettiği bu uluslararası sözlüğün bir parçası.
Sergilediği trajik görüntüler ile yaşlı kıta lakabını gerçekten hak eden Avrupa’yı da es geçmeyelim.
Genellikle cenaze törenlerinde söylenen klişe sözlere benzeyen nezaket ifadelerini bir yana bırakırsak Dünya, seri katilin özellikle İspanya ve İtalya’daki acımasız cinayetlerine karşı ortak ve güçlü bir Avrupa tepkisine tanık olmadı.
Bu acımasız ve ciddi krizde Avrupa, Alman Şansölyesi ve Charles de Gaulle’ün varisinin çabalarına rağmen, Avrupa ülkelerinin ortak hareket etmelerini sağlayacak bir ses ve omurgadan yoksun yaşlı bir kıta gibi göründü.
Avrupa ülkeleri ise General Korona karşısında zayıf ve kırılgan, kurumları  ise güçsüz olduğu ortaya çıktı. Avrupa, katile karşı koymak bir yana kurbanlarına mezar bulmaktan bile aciz bir portre çizdi.
Avrupa ruhu, varlığını, gücünü gösteremedi, zaferini de ilan edemedi. Avrupa Birliği, üyelerini milliyetçi bencillik örtüsünden kurtulup ağırlıklarını ve imkanlarını ortak yazgının tasarrufuna vermeye ikna etmekte başarısız bir kulüp gibi göründü.
Her devlet, sınırlarının ötesinden gelecek bir desteğe güvenemeden kara yazgısı ile baş başa bırakıldı.
Kriz, kıtada çıkarların ve yazgıların iç içe geçmesinden sonra birçok Avrupalının geçmişin bir hatırasından ibaret olduğunu düşündükleri eski sınırları uyandırdı.
Kriz, literatürün, yaklaşımların, kanaatlerin ve ilaçların yaşlılığını ve eskiliğini açığa çıkardı.
Şehirlerin  kapılarında ve köylerin eteklerinde duran katilden korkan bireylerin gözünde dünyanın imajı değişti.
Camdan yapılmış alanlar tuzla buz oldu.
Ölüm her yerde kapıları çalıyor.
Irmaklar katkılı ve zehirli, dağlar aşınıp parçalanıyor.
Keşke bu dönüm noktası eşsiz bir şoka, insanları uyandıracak büyük bir darbeye dönüşse!
Zira insanlar, acımasızlığın azaldığı ve yaban bir dünyayı hak ediyorlar.
Sadece buradan yola çıkarak, küresel koronavirüs salgını Kovid-19 sonrası dünyanın öncesine benzemeyeceğine inanmak istiyoruz.