Abdurrahman Raşid
Suudi Arabistan’lı gazeteci. Şarku’l Avsat’ın eski genel yayın yönetmeni
TT

Medyanın korkuyu yaymakla suçlanması

Şüphe yok ki eğer herkes sosyal mesafeyi korusa ve bir araya gelmesiydi koronavirüs yayılmazdı. Virüsün ortaya çıktığı Wuhan’dan kimse ayrılmasaydı, korona küresel bir salgına dönüşmezdi. Birçok insan medyanın koronavirüs salgınını ele alış biçimini eleştiriyor. Medya içinde yer almayanlar için eğlenceli bir sektördür. Medyayı, insanlara korku salmak, şehirlerde kaosa neden olmak, fiyatların yükselmesine, hatta tedarik zincirinin aksamasına neden olmakla suçluyorlar. Bu suçlamalarda doğruluk payı yok değil, ancak aynı zamanda bir mübalağa ve çelişki de söz konusu.
Hükümetlerin vatandaşlara mesajı, güvenlikleri için "kendilerini evlerinde karantinaya almaları’’ yönündeydi. Fakat insanların çoğu ilk başlarda bu uyarılara kulak asmadı, işlerin durması üzerine, plajlara, alışveriş merkezlerine ve kafelere akın ettiler. Planlananın aksine daha kötü sonuçlar doğdu. Bunun üzerine çoğu hükümet, ticari yerleri kapatmak ve hizmetleri durdurmak zorunda kaldı. Bu uygulamalar dahi, bazı insanların olağan yaşantılarını sürdürmelerine engele olamadı ve bir araya gelmeye devam ettiler. Zaman geçtikçe, insanların dışarı çıkıp bir araya gelmesinin salgının büyümesine neden olduğu, şüpheye yer bırakmaksızın anlaşıldı. Hükümetler sınırlı bir şekilde sokağa çıkma yasağı uyguladı. Bu süreçte bazı şehirlerde ve mahallelerde, insanların kayıtsızlığı nedeniyle diğer şehirlere oranla, salgının daha fazla artış kaydettiği gözlendi. Dolayısıyla bu şehirler tamamen karantinaya alındı ve sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Daha önce benzeri görülmemiş bu olaylar yaşanırken ve insanlar hayatını kaybederken, medyanın her şey yolundaymış gibi davranarak insanlara umut aşılaması beklenmemeliydi. Bazılarının, koronavirüs karşısında bunca patırtı ve sert önlemlere gerek olmadığı yönündeki görüşlerine uyacak değildik. 
ABD Başkanı Donald Trump ilk başlarda meseleyi hafife alan söylemlerde bulunuyordu. New York'u vurması beklenen büyük felakete dair istatistikleri okuduktan sonra ise, şehri tamamıyla karantina altına alacaklarını duyurdu. Bir gün geçtikten sonra ise bu kararından caydı. Gerçek şu ki, oldukça kalabalık olan New York sakinlerinin ciddi bir kısmı, sokağa çıkılmaması çağrılarını ciddiye almamıştı. Ancak Çin’in aksine, hükümetin, 10 milyon insanın sokağa çıkmasını engelleyecek yeterli sayıda askeri bulunmuyordu. Çin devleti, Başkenti Wuhan olan Hubei Eyaletinde, gündelik yaşamı durdurmak için askeri yöntemlere başvurmuştu. Silahlı askerler şehirde devriye geziyordu ve şehir tamamen kapatılarak, insanların sokağa çıkması güç kullanılarak engelleniyordu. Virüse yakalandığı bilinen insanlar zorla evlerinden alınıp, hastanelere götürülmüştü. Eğer Çin böyle yapmasaydı virüs belki de on milyonlarca insana bulaşacaktı.  
Bunun medyayla ne ilgisi var? Birçok hükümetin Çin gibi davranmak istemediği ya da aciz kaldığı bu süreçte, sağlık uyarılarının yapılması en önemli korunma vesilesidir. Öteki türlü felaketin daha da büyümesi kaçınılmaz olacaktır. Medya aracılığıyla milyonlarca insanın bilgilendirilmesinin ihmal edilmesi korkunç sonuçlar doğurabilir. Medya olmasaydı çoğu insan, gündelik yaşamını sürdürecek, kahvehaneler açık kalacak, Pazar yerleri kısıtlanmayacak ve salgın daha da büyüyecekti. Ne kadar şok etkisi yaratsa da, verilen bilgilerin doğru olması gerekir. İnsanları korkutmaktan çekinmek, özellikle felaket zamanlarında olumsuz sonuçlar doğuracaktır. Hükümetlerin aldığı sert önlemler, karar vericilerin endişesini yansıtıyor, zira neler yaşanabileceği hakkında yeterince bilgi sahibidirler. Medyanın da bu süreçte, sadece insanlara tavsiyelerde bulunup, acı gerçekleri gizlemesi mümkün değildir. İngiltere Başbakanı Boris Johnson, uzun ve dikkatli bir konuşma yaptı, ancak ‘’Birçok aile sevdiklerini kaybedecek’’ ifadesi herkesin dikkatini çekti. Bazıları Johnson’u sorumsuzlukla suçladı, ertesi gün Londra ‘hayalet kente’ dönüştü. Bu konuşmanın üzerinden 20 gün geçtiğinde, 25 bin kişinin salgına yakalandığı anlaşıldı. Johnson ve hükümet üyeleri dahi enfekte olmuştu. Doğrusu, söylediklerimizden daha ciddi bir felaketle yüz yüzeyiz. Medyanın görevi, ne kadar kötü ya da korkunç olsa da haberleri aktarmaktır.