Muhammed Rumeyhi
Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi'nde Sosyoloji profesörü...
TT

Korona sonrası dönemde Körfez

Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) üyesi ülkelerin dünyayı istila eden bu sağlık krizinden nispeten en az zararla çıkacağı varsayılıyor. Bu varsayım, söz konusu ülkelerin şu ana kadar salgınla başa çıkma yöntemlerine dayanıyor. Körfez hükümetleri bu soruna benzersiz bir biçimde karşılık verdi. Zararları kontrol altına almak, vatandaşları ile topraklarında yaşayan yabancıların yaşamlarını düzenlemek için ihtiyati ve artan önlemler aldılar. Bu, Körfez İşbirliği Konseyi içerisinde yer alan devletlerin, koronodan sonrasını düşünmeye, bu salgının açığa çıkardığı tehlikelerden çıkarılacak dersleri gözden geçirmeye, gelecekte yaşanacak benzer sorunlarla yüzleşmek için en iyi plana ulaşmaya ki, bu kolay değil, çalışmaya başladığı anlamına geliyor. Bu noktada, sosyal ve siyasi olarak adlandırılabileceğimiz (ve muhtemel olduklarını düşündüğüm) öncelikleri beş başlıkta özetlemek istiyorum:
Birincisi; sağlık durumu ve sağlık kurumlarıdır. Bir süredir Körfez sağlık kurumlarına çok fazla para ve çaba harcanıyor. Buna rağmen, korona sonrasında bu sektörün yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor. Zira Körfez ülkeleri (değişen düzeylerde) yurtdışında tedavi için her yıl milyonlar harcıyor. Kriz, hastaların karşılanması, bakımı ve tedavisi açısından bu ülkelerin diğer ülkelere nispeten sağlık yapısının ne kadar sağlam olduğunu gün yüzüne çıkardı. Burada, Batı şehirlerindeki insan sayısı ve yaşam tarzının Körfez şehirlerinden farklı olduğunu dolayısıyla karşılaştırmanın göreceli olarak yapılması gerektiğini itiraf etmeliyiz. Bununla birlikte, bir yandan yurtdışında tedavi için harcanan tüm paralardan tasarruf etmek diğer yandan ulusal sağlık yapısının gelişmesini sağlamak için Körfez ülkelerinin gelecekte tıbbi uzmanlık alanlarındaki eksikliklerini tamamlamalarını ve bu uzmanlıkları aralarında paylaşmalarını öneriyoruz. Bazı Körfez ülkeleri özel hastanelerin ticari faaliyetlerinin daha ucuz olmasını sağlamaya veya uluslararası sağlık kurumlarını ülkelerine getirmeye çalıştılar. Bugün bu kurumlar çoğunlukla dar bir ticari temelde faaliyet gösteriyorlar. Dolayısıyla yardımcı olabilirler ama doğru alternatif olamazlar.
Bu nedenle, tıbbi çalışma felsefesi ve pratiği yeniden gözden geçirilmeli, doktorluktan sağlık teknisyenleri ve hemşirelere farklı alanları ile tıp eğitimine canlılık kazandırılmalıdır. Bu çaba kendiliğinden gerçekleşemez. İşbirliğine, planlamaya ve teşviklere ihtiyacı vardır.
Körfez’deki birçok sağlık kurumu, özellikle de sağlık teknisyenleri ve yardımcıları konusunda yabancı işgücüne güveniyor. Bunun bir sakıncası yok ancak kültürel farklılıklar kimi zaman, sağlık hizmetlerinin verimli işlemesi önünde engeller oluşturabiliyor. Bunun yanında, gelecekte kendi ülkelerinde duyulacak talep nedeniyle söz konusu kadrolar bulunamayabilir.
İkincisi; hassas bir konu olan demografik yapının düzenlenmesidir. Bu konu geçen yüzyılın yarısında en azından onlarca görüşme, seminer, çalışma ve istişare toplantısında tartışıldı. Ne var ki, Körfez toplumu benimsediği ekonomik gelişmenin doğası gereği, sorunu kabul etmeye ama demografik yapının en azından bir bölümünü düzeltecek uzun ve orta vadeli değişim politikalarını hayata geçirmemeye devam etti.
Korona sonrası dönemde bu konu ciddi olarak düşünülmelidir. Sadece Suudi Arabistan son yıllarda demografik yapı sorununa yönelik çözümleri kademeli olarak uygulamaya başladı. Çeşitli etnikler, kültür, çalışma ve yaşam tarzları farklılıkları gibi salgının Körfez toplumlarına yönelik ortaya çıkardığı tehlikeleri ve yaygınlaşmasını kolaylaştırdı. Zira bu gruplardan bazıları bir yandan kalabalık sayılarla gecekondularda ve dar evlerde yaşarken, diğer yandan dikkat edilmesi gereken sağlık kurallarını bilmiyor hatta kabul etmedikleri için uygulamıyorlar. Toplumlarının kaderci kültürünü yanlarında taşıyorlar.
Demografik yapının düzenlenmesi içe kapanmak anlamına gelmiyor. Kaldı ki, bugünün dünyası da buna olanak tanımıyor. Burada söz konusu olan, çalışmak için Körfez ülkelerine gelenler ile vatandaşların sayısı arasında eşitliği sağlamak, yaşam tarzlarının uygun ve yaşadıkları yerlerin sağlıklı olması, farklılıklarla bilinçli olarak başa çıkma kapasiteleridir. Salgın aynı zamanda Körfez toplumlarının birçok hizmeti uzaktan sunabileceğini de kanıtladı. Ancak bu alanda daha fazla pratiğe ihtiyaç var. Dolayısıyla, bu tür vasıfsız ya da yarı vasıflı işçilerin sunduğu bazı hizmetlerden vazgeçilmesi, asgari yaşam, barınma ve eğitim standardını garanti eden bir politika ile Körfez vatandaşlarının yardımcı işlerde eğitilmesi ve verimliliklerinin artırılması, makul sayıda vatandaşın söz konusu işlerde istihdam edilmesine, dolayısıyla demografik yapının düzeltilmesine yardımcı olabilir.
Üçüncüsü; bilimsel çalışmalar ve bilimsel birikimdir. Salgın, uygulamalı ve sosyal bilimler alanında araştırma kurumlarına duyulan acil ihtiyacı gün yüzüne çıkardı. Körfez ülkelerinin çoğunda AR-Ge çalışmalarına ayrılan bütçe arzu edilenden çok daha azdır. Son olarak Suudi Arabistan ve BAE “uzman ve bilim adamlarının” yerlileştirilmesi için bazı yasalar çıkardılar. Bu doğru bir yönelimdir. Nitekim diğer Körfez ülkeleri de bu iki ülke gibi açıkça dile getirmemiş veya genel bir politika belirlememiş olsalar da bu yönelimi benimsemiş bulunuyorlar. Ancak bunun yanında, uzman araştırma merkezleri tesis etmek de gerekiyor. İstenen hedefleri gerçekleştirecek etkili bir kamu politikası oluşturmak ilk olarak, karar sahibinin sahip olduğu bilgilerin kalitesine bağlıdır. Herhangi bir toplumda yürütme organını zayıflatan ilk şey, bilginin ne derecede var olduğu ve düzenlendiği, kalitesi ve tartışmasız bir biçimde gerçeklere ne kadar yakın olduğudur.
Dördüncüsü; eğitime yatırımdır. Körfez ülkelerinin tamamında eğitime tahsis edilen dev bütçelere ve eğitim sistemlerinin nicelik olarak çok sayıda eğitimli kişi üretmesine rağmen genel olarak eğitim meselesinin kalite yönünden yeniden ele alınmasının zamanı gelmiştir. Salgın, başta sağlık olmak üzere sosyal konularda en büyük zararı, bireylerin kamusal sorunları ele alma yöntemindeki kusurların ve zayıf bilimsel bağışıklığın verdiğini açığa çıkardı. Buda birçoklarının okullarda öğrenmediği sosyal sorumluluk ve düşünme metodolojisinin eksikliği sebebiyle, kafası karışık bir kamuoyunun yaratılmasına katkıda bulundu. Kimisi sahip olduğu çok az bilgiye dayanarak sağlık alanında, kimisi de siyasi alanda ve dini konularda fetvalar vermeye başladı. Sosyal medya ve evde izolasyon “bilgisiz ve yanıltıcı söylentilerin” yayılmasını kolaylaştırdı. Oysa baktığımızda bunu yapanların büyük bir çoğunluğunun eğitimli insanlar olduğunu görürüz. Bu noktada, bölgemizdeki eğitim müfredatları arasında var olan ve bazılarının temas etmekten kaçındıkları paradoks ortaya çıkmaktadır. Eğitimin, öğrencilere ezbere değil, rasyonel bir biçimde düşünmeye dayanan bir şekilde vermeleri için iyi bir teknisyen gibi eğitilmeleri gereken seçilmiş öğretmenler temelinde ciddi ve kararlı bir yeniden incelenmeye ihtiyacı olduğu açığa çıkmaktadır. Eğitim sistemlerimiz, bir salgına dönüşen ticari ve yüzeysel eğitim ile sahte diplomalardan muzdariptir. Başarılı ve çağdaş eğitim politikaları tasarlamak için herkesin bu meseleyi uzmanlara bırakması artık bir zorunluluktur.
Beşincisi; Körfez-Körfez siyasi anlaşmazlıkları tartışmasız bir biçimde stratejik yönden tüm taraflar için daha maliyetli bir hal almaya başladı. Bu salgın, geleceğin dünyasında farklı organizasyon biçimleri ortaya çıkarabilir. Çıkarlarını koruyan ve savunan yeni uluslararası organizasyonlar oluşabilir. Bu durum, şu anda mevcut tüm Körfez meselelerini inceleme, araştırma ve yeniden değerlendirmeye tabi tutmayı gerekli kılmaktadır. Buradan yola çıkarak, siyaset ve diğer insani faaliyetler için geçerli ve doğru olan “bir bütün, parçalarının toplamından daha büyüktür” sözünü yeniden düşünme çağrısında bulunuyoruz.
Büyük geçmişi ve kültürü canlandırmaya yönelik düşünceler ve söylemler artık pazarlanmaya uygun değildir hatta tam aksine bireyler ve toplum için bir tehlikedir. Bunun yanında, yarının dünyasında kalmak için olumlu ortak noktalar arayıp, enerji ve kaynakları tüketen olumsuz anlaşmazlıklardan uzaklaşan bir dayanışmaya gereksinim vardır. Söz konusu dosyalar, Körfez ülkelerindeki düşünme merkezlerinde şimdi ele alınmazsa zamanın çok gerisinde kalabiliriz.
Son olarak; insanlık tarihi “Eğer savaşı (herhangi bir savaşı) kazanmak istiyorsanız uyumlu bir ittifak kurmalısınız. Eğer yenilmek istiyorsanız savaşa tek başınıza girin” sözünün ispatıdır.