Cemile Bayraktar
Gazeteci-Yazar
TT

Mültecilere şimdi hak verdiniz mi?

Türkiye’de COVİD19 virüsüne karşı alınan önlemler kapsamında 10 Nisan 2020 ile 12 Nisan 2020 tarihleri arasında yapılacağı ilan edilen sokağa çıkma yasağı, yasağa iki saat kala ve elzem ihtiyaçların sağlanacağı bilgisi verilmeden paylaşılınca, elzem ihtiyaçlarını almak için, yoksun kalma psikolojisiyle sokağa fırlayan, daha beteri bir ihtiyacı yokken sırf “şenlik” olsun diye marketlere fırınlara hücum eden insanlar sayesinde korona virüsü evlere davet etme problemine dönüştü.
Gerçekten bazı insanların bir haftalık yiyecekleri depolayacak imkanı olmayabilir, temel gereksinimleri olabilir bu nedenle sokağa çıkmalarını, marketlere yönelmelerini anlayabiliriz ancak marketlere yapılan hücumun en az yarısı açgözlülük nedeniyle yapılan hücumdu… Nihayetinde yaşlısı, bebeği olan insanları anlayabiliriz ancak keyfi alışveriş için çıkanları, kuruyemiş dükkanları önünde kuyruk oluşturanları anlamak mümkün değil.
10 Nisan gecesinden başlayarak, 2 gün boyunca evdeki mevcut gıdalarla aç açıkta kalmadan idare edebilecek insanların, maskesiz, dip dibe bir şekilde alışverişe koşması problemi, 1 aydır alınan önlemlerin tümünün neredeyse çöpe atılması sorunu, sokağa çıkma yasağını olması gerektiği gibi düzenleyemeyenlerin oluşturduğu kısmi kaos arasında mülteciler konusunda yorum yapmak aklıma gelmemiş olsa da mülteciler konusunda hassasiyeti olan insanlardan gelen yorumlar oldukça dikkat çekiciydi…
Başından bu yana dünyada ve Türkiye’de mültecilere yapılan yardımlara karşı olanları, mültecilerin savaş olan, açlık olan, kıtlık olan bölgelere gönderilmesini savunanları biliyoruz. Bu koro; hafta birkaç kez sınırlı sayıda ekmeğin çıktığı, kimyasal silahların kullanıldığı, çocukların nefessiz kalarak öldüğü savaşın tam ortasına mültecilerin geri gitmesi gerektiğini savunuyordu. Hatta bunu savunurken aleni bir biçimde ırkçılık yapmaktan da imtina etmiyordu. Emin olun dün geceki tufandan sonra bile ciddi oranda bir kesime sorsak yaptıkları ırkçılığın aynısını yaparlar.
Sokağa çıkma yasağı değil ama vatandaşların ihtiyaçlar konusunda mağdur edilmeyeceğini açıklamadan sadece “sokağa çıkma yasağı” ilan edilmesi hatalıydı, bunu kabul ediyorum. Bununla birlikte başına bomba yağmayan, internet ve telefonların çalıştığı, kolluk güçlerinden yerel yönetimlere kadar devletin hizmet verebildiği ülkede… zabıtanın, askerin, polisin ekmek dağıtma, elzem ihtiyaçları görme ihtimali olduğu bir ülkede… Hepimizin değil ancak en az yarımızın komşudan bir paket makarna, iki dilim ekmek isteyebilme ihtimalinin olduğu bir ülkede… savaşın olmadığı, elektriğin, doğalgazın, suyun olduğu bir ülkede… Yıllarca değil, aylarca değil, haftalarca ve hatta günlerce değil sadece 2 gün, sadece 48 saat sokağa çıkma yasağı oldu diye virüsün yayılma ihtimaline rağmen cola, 30 tane ekmek, çikolata almak için sokakları, market önlerini dolduran insanların, mültecilere yardım edilmesine karşı olduğunu hatırlayınca gerçekten sorma gereği duyuluyor; mültecileri şimdi anladınız mı? İki gün yoksunluğa dayanamayıp, tüm ülkenin 1 aylık çabasını çöpe atıp sokağa fırlayanlar, acaba yaptıklarının farkında mı?
Şöyle itirazlar gelebilir: “Sokağa akın edenlerin mültecilere karşı olduğuna dair bir veri var mı?” Elbette yok da, sokağa akın etmeyi haklı bulan bir anlayış var. Elbette sokağa çıkma yasağı düzenlemesi cidden kusurluydu ancak sokağa yığılmanın da anlatıldığı kadar bir gereği yoktu. Ve en önemlisi tanıdık sosyal medya korosunun, dün gece sokağa yığılmanın “panik haliyle olağan” olduğunu savunurken, maalesef aynı koronun suni bir panik haliyle değil de gerçek açlık, kıtlık, can korkusu ile savaştan kaçan insanlara en ağır hakaretleri ettiğini de buraya not düşmek gerekiyor.
Bilimsel veriler, insanların normal koşullarda 3 hafta açlığa dayanabileceğini söylüyor. Yani iki gün aç kalmak -hasta kişiler hariç, ki onlar için ambulans yardım seçeneği hep mümkün- kimseyi öldürmezdi ama bunu savunanlar, yaşadıkları bölgede kalsalar ölecekleri kesin olan mültecilerin ölüme gönderilmesini savunabildi; gerçekten anlamak mümkün değil.
Dünya uzun yıllardır mültecilik, açlık, susuzluk yaşayan insanların yaşadığı acıları müdahale etmeden izliyor. Bir yanda ekmekler çöpe atılırken diğer yanda insanlar ve hatta hayvanlar açlıktan ölüyor. Özellikle son yıllarda, hatta birkaç hafta önce, kış soğuğunda Yunanistan’da, Avrupa sınırında göç etmeye çalışan insanların öldürüldüğüne, denizde botlarının batırılmaya çalışıldığına şahit olduk. Bu durumlarda bile “mülteci istemiyoruz” denilebildi. Dünyadaki kaynaklar hepimize yetecek kadarken sadece bir kısım bundan faydalandı diğerleri yoksunluk içinde yaşamaya çalıştı ya da yoksunluk nedeniyle hayatını kaybetti. Hepimizin sığabileceği, Allah’ın herkese helal kıldığı coğrafyalar, siyasi ve ekonomik sebepler, çizilmiş sınırlar nedeniyle evinden, ailesinden olmuş insanlara haram kılındı. Korona virüs musibeti başımıza geldiğinde, birçok insan gibi ben de bunu azgın ve bozguncu insanlar olarak hak ettiğimizi, bunun ilahi bir musibet olduğunu, mültecilere yapılanların faturası olduğunu düşündüm. Ancak bu durumda böyle bir yaklaşım bir yönüyle meseledeki insan kusuru, insan azgınlığını kenara itip sanki –haşa- bu Allah’ın gazabıymış, sanki Allah failmiş gibi anlaşılacağı için bunu fazla dillendirmedim. Halbuki ayette oldukça açıktır; “Başınıza gelen her musibet, sizin ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. Bununla beraber Allah, kusurlarınızın pek çoğunu da affeder.” (Şûrâ 30. Âyet) Yani başımıza gelen musibet, işlediğimiz hatalar, kötülükler nedeniyle geldiği. Ama aynı zamanda musibetin katlanması da yani virüsün varlığını saklamak, vaktinde önlem almamak, ekonomik nedenlerle sınır kapatmamak, uçuş iptal etmemek, iki gün sabredemeyip sokağa yığılmak gibi nedenlerle de katmerlenmesi yine kendi ellerimizle kazandıklarımız yüzünden oldu. Yani kendi ellerimizle yaptıklarımız yüzünden oldu, yoksa Allah bir sebep yokken –imtihan hariç- kullarıma zulmetsem diye bekleyen bir yaratıcı değil.
Şu durumda, artık açık büfe kahvaltılarda çöpe atacağımız yiyecekler yok çünkü bu mekanlar kapalı, 10 tane varken 10 tane daha aldığımız ayakkabılarımızın bir değeri yok çünkü giyeceğimiz yer yok, yığdığımız paralarımızın da pek bir anlamı yok çünkü harcayacak yer bile yok, AVM’ler korku filmlerinin çekildiği mekanlara dönmüş durumda… Mültecileri istemediğimiz sokaklarımız var ya bakın 1 ayda oralar bomboş oldu, bir çocuk sesi gelse de içimiz açılsın diye bakıyoruz, her yer savaş sonrası meydanlar gibi bomboş durumda… arkadaşlarımızla yürümekten büyük keyif aldığımız o canlı caddeler, mülteciler nargile içiyor diye kovmaya çalıştığımız o sahiller şimdi çok ıssız… yani mültecilerle paylaşamadığımız coğrafyalar var ya, işte o coğrafyalarda artık kendimiz de gezemiyoruz… O halde şimdi ibret aldık mı, şimdi mültecileri daha iyi anladık mı? Sen Allah’ın mültecilere helal kıldığı coğrafyaları, sırf şeytani ırkçılığın yüzünden haram kılarsan, Allah da sana o coğrafyaları haram kılar ama –haşa- Allah zalim olduğu için değil, sen kendi elinle bunu istediğin için!