Sam Mensa
TT

​Salgın öncesi ve sonrası: Bilim ve rasyonel küreselleşme

Koronavirüs salgını sonrası dönem ile salgının birden fazla düzeydeki yansımaları hakkındaki analizler ve tahminler seli kamuoyunu istila ediyor.
Öyle ki bu analizler, çoğu zaman bugün daha önemli sayılması gereken salgını ortadan kaldırmak için harcanan bilimsel çabaları takip etmek, insanlığı salgın ve felaketlerden korumak için bir koruma bariyeri oluşturmak adına küresel işbirliğini güçlendirme görevine odaklanmanın önüne bile geçiyor.
Bu tahminlerin bir kısmının mantıklı ve ikna edici, bir kısmının da aceleci, konu dışı olmaya yakın ya da önceden oluşturulmuş kanaat ve düşüncelere dayalı olarak tanımlanabileceği unutulmamalı.
Dolayısıyla bu tür tahminlerde bulunmak yerine ülkelerin performansları ile bazı insanların verdikleri tepkilerle ortaya çıkan davranış biçimlerini gerçekçi ve nesnel bir yaklaşımla ele alarak bu sağlık fırtınasının ürettiği bazı olguları tanımlamak daha faydalı olabilir.
Dünyayı şok eden bu yeni tip virüs, şüphesiz insanların birbirleri, hükümetleri ve dış dünya ile ilişkilerini değiştirdi.
Bu krizin ortaya çıkardığı ilk değişim, hükümetlerin halklar nezdinde yeniden kazandıkları önem açısından insanlar ile iktidar arasındaki ilişkide meydana gelmiştir.
Liberal olanlar dahil tüm toplumlar kendilerini korumaları için ulus devletlerine sığındılar. Ulus devletler de kurumlarının, bilim ve bilgiye dayalı mantıklı ve hızlı kararların alınması için sadece politikacılara değil uzmanlara da ihtiyaçları olduklarını anladılar. Ayrıca, insanların güvenlerinin son derece önemli olduğunu, bu güvenin gerçeği söyleme ve şeffaflığa dayandığını idrak ettiler.
Bu değişim, demokrasi çerçevesi içinde kalırsa kuşkusuz iyi bir değişim olacaktır. Demokrasi çerçevesinde dedik zira kriz sona erdiğinde hükümetlerin, krizi yönetmek için aldıkları ve kendilerine yeni yetkiler veren geçici tedbirlerden vazgeçmek istememelerinden endişe ediliyor.
İkinci değişim, hem yeni ve hem eskidir. Tanık olduğumuz aşırı küreselleşmenin gerilemesi, çoğu hükümetin bölgesel ve küresel sorunlara çare bulma taahhütlerinden geri adım atacağı tahminleri ışığında ulusal devletlerin itiş güçlerini yeniden kazanmaları ile ilgilidir.
Ulus devletlerin salgından sonra kaynaklarını içerisinin yeniden inşasına ayırma ve pandeminin ekonomik ve sosyal sonuçlarıyla başa çıkma ihtiyacında olacağı göz önüne alındığında sınırlarının dışında olup bitenler yerine içinde olup bitenlere odaklanacağı tahmin ediliyor.
Bağımsızlık ve özdenetim amacıyla devlet, endüstriyel makine – özellikle de stratejik gördüğü endüstrilerde- üretiminin önceliklerini belirlemeye yönelebilir.
Rezerv sağlamaya devam etmeleri için şirketlere planlar dayatabilir. Böyle bir şey, yeni bir küresel kapitalizm dönemine işaret etmektedir.
Bu dönemin en önemli özellikleri ise, ticaret özgürlüğünü kısıtlamak, gelecekte yaşanabilecek herhangi bir karışıklığa karşı ulusal stoku güvence altına almak için stratejik sayılan maddelerin ihracatına kısıtlamalar getirmektir.
Açığa çıkan üçüncü nokta, dünyanın ulaşmış olduğu büyük bilimsel ve teknik ilerlemeye rağmen deprem, kasırga, kuraklık vb. doğal afetlerin bir parçası olan böyle bir sağlık felaketini öngörmekte aciz kaldığıdır. Bu tür afetlerin yaşanmasından dolayı dünyayı suçlayamayız. Fakat genel olarak dünya ve özelde gelişmiş ülkeleri, en hafif tabirle kibirli ve dar görüşlü politikalardan kaynaklanan kötü yönetiminin sorumluluğunu taşımakla kesinlikle suçlayabiliriz.
Dünyayı yönetme rekabeti, gelişmiş ülkeleri kalkınma ve bilimsel araştırmalara ayrılan bütçeler yerine silahlanma ve teknolojik üstünlük bütçelerine aşırı pay ayırmaya sevk etti.
Batılı toplumların lüks yaşamdan ve taleplerinden (daha fazla sağlık tazminatı ve emeklilik güvenceleri yerine iş saatlerinin ve çalışma yıllarının azaltılması gibi) azıcık da olsa geri adım atmamaları nedeniyle hükümetlerinin sağlık, tıbbi hizmetler, bilim ve eğitimin etkilendiği kemer sıkma politikalarını benimsedikleri gerçeğini de ihmal edemeyiz.
Bu üç nokta ve diğerleri, birçok gözlemciyi, yaşananların ve yaşanacak olanların suçunu küreselleşmeye yükleyerek, 1929’da yaşanan ekonomik kriz, İkinci Dünya Savaşı ve küresel durgunluk dönemlerinden sonra dünyanın tanık olduğuna benzer bir küresel izolasyon döneminin başlayacağının habercisi.
Ölümcül virüs dengesi, kendisi ile başa çıkmakta gösterilen irrasyonel yönetişim ve yetersiz liderlik, insanlığın daha kapalı, daha az müreffeh ve özgür bir dünyaya yönelmesine mi neden olacak?
İlk olarak, insanlığın o zamanlarda salgınlara karşı daha korunaklı ya da tıp ile ilaçların onları önleme ve tedavi etmede daha etkili olduğunu düşünerek küreselleşme öncesi döneme özlem duymanın bir faydası yoktur.
Yahut bazılarının salgının kötüleşmesini fırsat bilip yok olmuş ekonomik modellere geri dönülmesi çağırısında bulunmalarının, izolasyon ve geri çekilmekte çok ileri gitmelerinin bir anlamı yoktur.
Ayrıca, yaklaşık 100 gün sonra bile virüse karşı bir ilaç ya da aşı bulamadıkları için araştırma merkezlerini eleştirmenin bir faydası da yoktur.
Gelişmiş ülkelerin tanık olduğu bilimsel gelişmenin, nispeten kısa ve tarihte benzeri görülmemiş bir sürede koronavirüsünün yapısını tanımamıza ve solunum sistemimizi nasıl mahvettiğini öğrenmemize, kurtuluş olabilecek deney aşamasındaki birçok ilaca ulaşılmasına olanak tanıdığını görmezden gelmemizin bir anlamı yoktur.
Kurtuluş ancak laboratuarlar ve teknoloji aracılığıyla gerçekleşecektir.
Buna ek olarak, bugün tüm öfkemizi kustuğumuz teknolojinin, sağlık alanında insanın bağışıklığını güçlendiren ve ömrünü uzatan bilimsel ilerlemeye olanak tanıdığını unutmamalıyız.
Özellikle  internet ve sosyal medya yoluyla kültür ve medeniyetleri yakınlaştırıp Z daha sonra Alpha kuşağının somutlaştırdığı yeni bir küresel insan yaratılmasına imkan tanıdığını hatırımızdan çıkarmamalıyız.
Bu teknoloji istesek de istemesek de askeri teknoloji, uydular ve uzaya yapılan yolculuklar ile orduların özellikle de ABD ordusunun birçok alandaki icatları bağlamında doğrudan ya da dolaylı bir biçimde gerçekleşti.
Sadece neden olduğu izolasyonu görüp ulusal karşılıklara işaret ederek, Kovid-19 virüsünün temsil ettiği ortak düşmanın insanları ve ülkeleri anlaşmazlıklarının ötesine geçmeye itebileceği olasılığını görmemizin hiçbir faydası yoktur.
Bu ortak düşmanın neden olduğu şokun, insanları içine çekildikleri kabuktan çıkmaya, gerçek menfaatlerinin karşı karşıya olduğumuz büyük küresel sorunlar ile ilgili çok taraflı işbirliğinde (yeni uluslararası, pragmatik ve koruyucu bir forumda olsa da) yattığını anlamaya yöneltebileceğini görmezden gelmenin bir anlamı yoktur.
Modern iletişim araçlarından sonuna kadar yararlanma, eğitim ya da sağlıkta kullanılan bazı araçları yeniden gözden geçirme, evden çalışmanın çevreye ve yakıt tüketimini azaltmaya faydaları, insanların gerçekten ihtiyaç duydukları ile lüksü ayırabilmelerini sağlamak gibi bu pandeminin dolaylı olumlu yanlarını da gözden kaçırmamalıyız.
Bu salgının neden olduğu en önemli değişim belki de ulusal kahramanlık kavramında görülen değişimdir.
Askerlerin bu kavram üzerindeki tekelinin kırılması ve doktorları, hemşireleri, eczacıları, bilim adamlarını, araştırmacıları, hatta temizlik çalışanları ve gıda tedarikçileri çalışanlarını içine alacak kadar genişlemesidir.
Sonuç olarak, içinde yaşadığımız bu şiddetli fırtına ortasında, bu krizden sonrası için net bir vizyon oluşturmak zor ancak ihtiyacımız olanın ne daha az ne de daha çok küreselleşme olmadığını biliyoruz.
Aksine bilgelik, ilk olarak bu salgını sona erdirmek için çabaların birleştirilmesini, ikinci olarak küreselleşmenin önceliklerinin düşünülmesini gerektirmektedir.
Bilhassa, üretici endüstriyel makinenin, sağlık güvenliği açısından salgın sonrası toplumlarda insani ihtiyaç ve gereksinimlerin öncelikleri düşünülmelidir.
Dünyanın bu salgından bitkin bir şekilde çıkacağına şüphe yok.
Fakat birbirine bağlı dünyanın sonu ile karşı karşıya değiliz. Felaket senaryolarını abartmamalı ve karanlıklarda boğulmamalıyız.
Salgının ortaya çıkardığı pozitif hususları görmeliyiz. Belki de bu, şu anda tüm insanlık için tek devadır.