Salih Kallab
Ürdünlü yazar. Eski Enformasyon, Kültür ve Devlet Bakanı
TT

​Korona zamanında anılara başvurmak gerekir!

Dr. İyad Allavi gerçekten bir Irak siyasi ansiklopedisi olan “Beynel Niran” (Ateşler Arasında) adlı kitabının birinci cildinde, 1996 yılında Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin ile temasa geçip kendisinden kuvvetlerinin Kürdistan’ın Erbil şehrine müdahalede bulunmalarını, İran ve Celal Talabani kuvvetlerini kovmalarını talep edenin bizzat Mesud Barzani olduğunu belirtir. Oysa olaylar bundan farklı gelişmiştir. Gerçekte, İranlıların söz konusu şehri kontrol etmelerinin ardından Kürt lider, Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat’ı (Ebu Ammar) aramış ve bu görüşmeye dayanarak Arafat, Saddam Hüseyin’den müdahale etmesini talep etmişti. Mesud Barzani o dönemde bazı üst düzey askeri kurmayları ile birlikte Erbil hatta Selahaddin dışındaydı. Bana söylediğine göre, durum son derece kritik ve zordu. Irak kuvvetlerinden yardım istemek düşüncesi işte bu kritik ve tehlikeli anda akla gelmişti.
Salah Bedreddin’e göre, Barzani Irak devlet başkanı ile iletişime geçmek ve İranlıları Erbil’den çıkarmak için yardımını istemek konusunda kararsızmış. Bunun üzerine, bu açmazdan kurtulmak için kendisine Ebu Ammar’ı arayıp ondan Saddam Hüseyin ile arasında arabulucu olmasını talep etmesini önermiş. Nitekim Barzani ile Arafat arasında gerçekten de böyle bir görüşme gerçeklemiş. Birkaç dakika sonra da Arafat, Kürt lideri arayarak her şeyin yolunda olduğunu iletmiş.
Yaşananlar ve benim duyduklarım olayların bu şekilde geliştiğini gösteriyor. Elbette Barzani’nin, Ebu Ammar’ın kendisi ile görüşmesinden sonra Irak devlet başkanı ile görüşmüş, Irak kuvvetlerinin hareketi ve bu kritik anda Erbil’e ulaşması ile ilgili düzenlemeleri ele almış olması ihtimal dışı değildir.
Daha sonra öğrendiğim ve doğruluğundan emin olduğuma göre, bu yardım talebinden sonra Irak ordusuna bağlı bir birlik, batı yönünden Selahaddin şehrine bakan tepelere yöneldi. Celal Talabani kuvvetlerinin kıyafetlerini giymiş olan işgalci İranlılar bu sırada bir dağ yolunu izleyerek, Barzani’nin siyasi, güvenlik ve askeri merkezi olan, Kürdistan Demokratik Partisi genel merkezinin, çeşitli kurum ve kuruluşların, misafir evlerinin bulunduğu şehrin (Selahaddin)  düzlüklerini ele geçirmeyi amaçlıyorlardı.
Bu uzun yılların ardından şunun altını çizmeliyiz: Celal Talabani gerçekten de eşsiz ve şerefli bir tarihe sahip bir liderdi. Kürt halkının uzun yürüyüşünde önemli ve başat bir liderlik rolü oynadı. Bir zamanlar Kürt-Ürdün ve Kürt-Mısır ilişkilerini yönetiyordu. Ürdün’ün eski Beyrut büyükelçisi Abdullah el-Zerikat, onunla Ürdün ve Molla Mustafa Barzani ile rahmetli Kral Hüseyin arasındaki bağlantıydı.
Bu bağlamda şunu da söylemeliyiz; Kral Hüseyin Kürtleri ve davalarını destekleyen Arapların başında geliyordu. Bilhassa Molla Mustafa Barzani ile güçlü ilişkileri vardı. Barzani Ürdün Kralı’na daha sonra büyük askeri koleksiyonunun en önemli parçalarından biri haline gelen bir tüfek hediye etmişti. Kral ile Kürt lider arasındaki irtibat subayı sayılan Mervid et-Tel’in anne tarafından dedesi Kürt lider İbrahim Baban’dı.
Merhum Kürt lider Talabani’nin bir keresinde beni, Londra’nın güney banliyölerinde bulunan evine yemeğe davet ettiğini de belirtmek isterim. Gerçekten güzel geçen uzun bir tartışmadan sonra, ki bu büyük lider ile yapılan her görüşme her zaman eğlenceli olurdu, benden Ebu Ammar’a göndermek istediği mektubu iletmemi talep etmişti. Mektup, Yaser Arafat’ın kendisi için Saddam Hüseyin ile bir görüşme ayarlaması talebini içeriyordu. Çünkü o dönemde Irak devlet başkanı ile Kürt liderliği arasındaki ilişkiler son derece gergindi.
Gerçekten bu büyük liderin ricasını kıramayacağım için ertesi gün Tunus’a gittim ve Talabani’nin mektubunu, Ebu Ammar’a teslim ettim. Ebu Ammar kendisini kısık sesle okuyup anlayamadığım kelimeler mırıldandıktan sonra sesini yükselterek şöyle dedi: “Celal kardeşimizin kendisi ile Saddam arasında bir arabulucuya mı ihtiyacı var… Eğer bu gerçekten gerekliyse hemen yarın Bağdat’a gideceğim… Sevgili kardeşime her şeyin iyi ve istediği gibi olacağını ilet.”
Ebu Ammar bu tür meseleler ile oldukça ilgilenir ve kendisine fevkalade önem verirdi. Tabi ki daha sonra Ebu Ammar ile bir telefon konuşması yaptım. Bu görüşme oldukça dikkat çekiciydi ve bana şunları söylemişti: “Beni çok zor durumda bıraktın Salah. Irak devlet başkanı ile ofisinde görüşürken ve kendisine Kürt liderliği ile ilişkilerin düzelmesi gerektiğinden bahsederken içeriye birisi girip kendisine bir kağıt uzattı. Kağıdı okuduktan sonra önündeki masaya bir yumruk indirip bana uzattı ve şöyle dedi: ‘Beğendin mi ey Ebu Ammar, şimdi hem de tam da şu anda “dostun” Şam’da Hafız Esed ile ofisinde görüşüyor.’”
Ebu Ammar benden tek bir kelime bile karşılık beklemeden telefonu kapattı. Günler geçti ve Mağrip ülkelerinden birinde tesadüfen Celal Talabani ile karşılaştım. Denildiği gibi adeta “yolumu kesip” bana, “Kusura bakma kardeşim, Hafız Esed ile gerçekleştirdiğim görüşme yüzünden sana karşı mahcubum. Ama bunu Suriye ile Irak arasındaki gergin ilişkileri düzeltmek için bir fırsat olarak görmüştüm” dedi.
Elbette bu konuda hiçbir yorumda bulunmadım. Ancak, Erbil’e düzenlediğim bir ziyaret sırasında,  ki orada birçok dostum, sevdiğim, yoldaşım olduğu için Irak Kürdistan’ını çokça ziyaret etmişimdir, Celal Talabani ve benim aramda (aslında Ebu Ammar) geçen bu olaydan bahsettim. Ebu Mesrur gülerek şöyle dedi: “Aldırma ve kafana takma, kendisi iyi bir insandır. Kardeşini mazur gör.”
Neyse, eski zamanlar ile ilgili güzel Arap hikayelerimizden Ebu Hilal kabilesi ile ilgili ünlü ve bilindik hikayede kabilenin yaşadığı gibi uzun süren bir gurbetin ardından ülkem Ürdün’e dönmüştüm. Kendisi ile son görüşmemizin üzerinden ise gerçekten uzun bir süre geçmişti ki bazı hatalarına rağmen her şeyi ile güzel bir insan olan Talabani’nin, askeri hastanede olduğunu duydum. Tabi ki hemen ziyaretine gitmem gerekiyordu.
Odasına girdiğimde o tanıdığım sesi ile beni sevinç ve memnuniyetle karşıladı. Yanına yaklaştığımda, acılarına rağmen doğrulmaya ve beni kucaklamaya çalıştı. Yatağının çevresinde bulunan kişilere dönüp, “Bu, en değerli kardeşlerimizden ve dostlarımızdandır. Kürt davasının sadık ve vefalı bir dostudur” dedi.
O dönemde Irak cumhurbaşkanı olduğu için kendisi ile vedalaşmadan önce “Bu hasta ziyareti olduğu için sayılmaz. Beni mutlaka Bağdat’ta ziyaret etmelisin. Değerli bir misafirim olacaksın. Oradaki bazı kişiler ile sorunların olduğunu biliyorum ama onlara aldırma, sen Irak Cumhurbaşkanlığı'nın konuğu olacaksın” demişti.
Kendisine çokça teşekkür ettim ve başından öptüm. Odasından ayrıldığımda, bu iyi insanı son görüşüm olacağını hissetmiştim. Bir dava sahibi olduğu ve kutsal bir davaya sahip olanların başkalarında affedilemeyecek bazı tutumlarının affedilebileceği için bazı hatalı tutumlarına rağmen bu güzel insanı bir daha göremeyeceğim içime doğmuştu. Bana en çok acı veren ise, ölüm haberini, üzerinden iki hafta geçtikten sonra Londra’da iken almam oldu. Talabani (Allah kendisine rahmet etsin) büyük bir savaşçı ve kutsal bir dava sahibiydi.