Gassan Şerbil
Şarku'l Avsat Genel Yayın Yönetmeni
TT

Kasırgada kalmanın bedeli

Birçokları ilk bakışta kara bulutun yakında ayrılacağını düşündü. Durumun, uçağın aniden yıldırım fırtınası görülen bir bölgeye girmesine benzediği düşüncesine kapıldılar. Yolcuların tek yapmaları gerekenin kaptan pilotun açık “Lütfen emniyet kemerinizi bağlayın” talimatına uyarak, fırtına bölgesinden çıkmanın uçağın kalitesine ve iyi yönetimine bağlı olduğunu düşündüler. Emniyet kemerini bağlamanın pratik çevirisi; evde kalmak, sürekli bir biçimde elleri yıkamak, sosyal mesafeyi korumak ve bir yere giriş yapan herkesi dezenfekte etmektir.
Birçok insan bu “tutukluluk” halinin uzayacağını düşünmüyordu. Son 20 yılda yaşanan bilimsel ve teknolojik devrimler, insan zekasına meydan okumaya alışkın ama çoğunlukla yenilgiye uğrayan sürprizlerden duyulan korkunun alanını daraltmıştı. İnsan, atalarını korkutan bilinmezliklerle mücadelede gerçekten de sağlam bir yastık olarak tanımlanmayı hak eden bir savunma kurmayı başarmıştı. Bilim; tabiat, hastalıklar ve korkunç sürprizlere ilişkin gizemleri ve sırları peş peşe açığa çıkarmıştı. Deprem, insanların kanlarına geçmişte olduğu kadar korku pompalamıyor. İnsan, doğanın öfkesine meydan okudu. İnsanları bu tür sürprizlere hazır binalarda yaşatmayı başardı. Veba kelimesi, geçmiş dönemlerde olduğu gibi korku uyandırmaz oldu. Kanser de neredeyse korku uyandırma ve kurbanlarını kaçınılmaz bir ölüme mahkum etme gücünü neredeyse kaybetmek üzere. İnsan, korku içinde ve mağaralarda yaşama, tehlikelerden kaçma dünyasına isyan etti. Enstitülerdeki ve laboratuarlardaki araştırmalar birikti. İnsanları ölümcül hastalıklardan ve salgınlardan koruyan azımsanmayacak sayıda kalkanlar üretti.
Bilim ve laboratuarların korona salgını karşısında ne yapacağını bilememesi, insanın insanlığın başarılarına yönelik güvenini sarsmamalıdır. İster can kayıpları isterse korona saldırısının gerilemesi ile daha çok ortaya çıkacak olan ekonomik kayıplar açısından olsun yaşadığımız şeyin sertliğini yumuşatmak istemiyorum. Fakat bu kayıpların katılığı bilime ve bilim adamlarına güvenimizi sarsmamalı. Anlatılanların ve görüntülerin acımasızlığı bizleri yeniden yanılsamalara, batıl inançlara ve falcıların ağına düşürmemeli. Büyük bir güvenle emniyet kemerimizi takmalı ve savaşın sonunun bilindik ve kesin olduğuna inanmalıyız. Buna ayrıca güvenlik ve ilerleme askerlerinin gizemli bir virüsün insanlığı yenmesine izin vermeyeceklerine dair kesin inancımız da eşlik etmelidir. Tarihin sayfalarını hızlıca çevirdiğimizde korona salgınının aldığı canların şu ana kadar bu veya şu devlette ortaya çıkan bir diktatörün aldığı canların sayısını geçmediğini görürüz. Kendisinden kaynaklanan ölümlerin, kolera, İspanyol Gribi ve diğer büyük katillerin başarıları ile kıyaslanmayacak kadar mütevazi olduğunu da... Belki de fark, mevcut dünyanın insan hayatına ve onu korumaya daha büyük bir değer veriyor olmasında gizlidir. Keza bu katil ziyaretçinin bizleri, dünyanın tüm sakinlerinin seri cinayet ve kurbanlarının sayısını doğrudan takip edebildikleri küreselleşme çağında ziyaret etti.
Meselenin basit olmadığını biliyorum. İnsanlar birden bire bir tutukluya dönüştüklerini gördüler. Bir tutukluya dönüşmeyi kabul etmek zorunda kaldılar çünkü diğer seçenek kendileri, temasta bulundukları ya da yaklaştıkları kişiler için ölümcül olabilir. Evde kalma direktifine uymaması, kişinin gezici bir bombaya dönüşmesi, gittiği her yere kötülük ve zarar götürmesi anlamına geliyor. Bu, ilk günlerde adeta bir uçağın türbülansa girme olasılığı gibi neredeyse normal görünüyordu.
Daha sonra tutuklular meselenin bundan daha büyük bir boyutu olduğunu keşfettiler. Zira yıllar içinde belirli bir şekil vermiş oldukları yaşam tarzlarını kaybettiler. Dayandıkları ve dengelerini sağlayan omurgaları saydıkları rutinlerini kaybettiler. Başkalarına yaklaşma zevkinden mahrum kaldılar. Tokalaşma, sarılma, doğrudan tartışma hatta kimi zaman kavga etme zevkini kaybettiler. Tutuklular, diğer insanların günlük yaşamlarındaki sıkıcı ziyaretçiler değil aksine günlük hayatlarının temeli olduklarını ve yokluklarında hayatın yoksul ve ıssız olduğunu keşfettiler.
İnsan, başkalarından bağımsız olabileceğini ve sadece kendi etrafında dönen bir dünya kurabileceği sanrısına kapılabilir. Uyanıp telefonundan sokaklar, haberler, görüntüler, raporlar ve söylentiler arasında dolaşabilir. Korona zamanında bile ölü tabutlarından oluşan ormanlar ve gözyaşları ile sulanan alanlara rağmen provokasyoncular aşırıya gitmekten kaçınmıyorlar. Olabilecek en tehlikeli şey tutuklunun, okuduğu her şeye ya da çoğuna inanmasıdır. Adların onu kandırmasıdır. Formülasyon ve abartıların tuzağına düşmesidir. Sıradan vatandaşın ne suçu var ki aşı ve ilaç araştırmaları, laboratuarda virüse yakalanan ve enfeksiyonu Wuhan şehrinde vahşi hayvan ve et satılan pazara taşıyan “hasta sıfır” hakkındaki haberleri takip etmek zorunda kalsınlar... Sıradan insanın suçu neydi ki gerçek suçlunun yarasa veya benzeri bir hayvan olup olmadığı, ikinci suçlunun “şu ana kadar en maliyetli devlet gizliliğine” neden olan imaj tutkunu bir partili olup olmadığı sorularında boğulsun?
Dostum, ilk günlerde bir çözüm olduğunu hayal etti. Tek yapması gerekenin maaşının kesilmemesi veya daha fazlasını (işten çıkarılmak gibi) yaşamamak için evden birkaç saat çalışmak sonrasında virüs ile ilgili haberleri takip etmek, doktorları ve korona sonrasının öncesi gibi olmayacağını kesin bir biçimde öne süren analistleri dinlemek olduğunu zannetti. Trump’ın Çin yönetimine yönelttiği örtbas etme ve bilgileri gizleme suçlamalarının dozunu artıracağı, Çin virüsünün önümüzdeki ABD seçimlerinde güçlü bir şekilde var olacağı aşikar. Ne var ki madalyaları dağıtmak ve kayıpları saymak için daha erken. Korona sonrası dönemin özelliklerinin netleşmesi uzun zaman alacak. Koronanın çıkışı izolasyon eğilimini uyandırdı ama bunu tam anlamıyla yenmek, en geniş uluslararası iş birliğine bağlı. Bu hem Avrupa hem de tüm dünya için geçerli.
Aklınızı sürekli kurcalayan ve şu ana kadar kendisine bir cevap bulamadığınız soruyu biliyorum. Dünyanın ne zaman normal ya da normale yakın hayat temposuna döneceğini bilmek istiyorsunuz. Ne hükümetler ne de bilim adamları bunu kesin bir biçimde tahmin edebilir. Bu bekleyiş içinde kasırga bir yandan Afrika Kıtası’nı da vurmakla tehdit ederken diğer yandan can almaya devam ediyor. Fırtına daha yorulmadı ancak bu, şiddetini azaltmayacağı anlamına gelmiyor. Sizin ise umudu kuşanmanız ve kaptan pilotun emniyet kemerini bağlama tavsiyesini her zaman hatırlamanız gerekiyor. Sıradan vatandaşların bu kasırgaya karşı mücadeleye verebilecekleri katkı; emniyet kemerlerini bağlamak, insani dayanışmayı derinleştirmek, kasırgada kalmanın neden olduğu maliyeti karşılayabilmek için batıl inançlar ve yanılsamalara kapılma talihsizliğine sürüklenmeyi reddetmektir. Bunun maliyetini hem bireyler hem de küresel köy sakinleri canları, ekonomileri ve ülkelerinin istikrarı ile ödeyecek.