Sam Mensa
TT

​Lübnanlılar özgürlük özlemini yitirdi mi?

İktidar ya da muhalefette olanlar olsun, görünüşe göre Lübnan’daki referanslar, fikir ve düşünce liderleri, ülkenin yaşadığı benzeri görülmemiş krizin sadece bir hükümet ya da rejim krizi olmaktan çıkıp kuruluşunun 100’üncü yıl dönümü eşiğinde Lübnan’ın bildiğimiz anlamını ve mesajını tehdit eden varoluşsal bir fırtınaya dönüştüğünde hemfikirler.
Aslında siyasi kriz iki yön arasında başladı. Birincisini, liberal bir sivil vizyona daha yakın bir yön olarak tanımlayabiliriz. Bireysel ve yasal hakların korunması çağrısında bulunan, ulusal egemenlik ve bağımsızlığa bağlı olan bir yön... İkincisinin ise kendine özel bir egemenlik anlayışı var. Onu ulus ötesi sadakatlere, bireysel özgürlükler ve bağımsızlığın anlamı konusunda liberal ve yasal olmayan düşüncelere bağlıyor. Lübnan modelinden farklı bir vizyona sahip, hatta onu devirmeye ve ilhak etmeye çalışan bölgesel bir eksenle bağlantılı. Fakat bu kriz son zamanlarda egemenlik ve bağımsızlık, dış güçler yahut eksenlerle ilişkili bir krizden ekonomi, finans ve bankalara uzanan bir krize dönüştü.
Aslında Lübnan’ın halihazırda içinde çalkalandığı ekonomik ve finansal kriz yakın bir zamanın ürünü değil. Her ne kadar 17 Ekim Devrimi’nin başlaması ile beklenenden daha hızlı bir şekilde patlak vermiş, korona salgını ve özel işletmelerin kapatılması dahil alınmak zorunda kalınan çeşitli tedbirler ve önlemler kendisini daha ciddi bir hale getirmiş olsa da…
Bu ekonomik- finansal krizin kökleri, bağımsızlıktan veya en azından iç savaşın sona ermesinden itibaren benimsenen siyasi performans toprağında kök salmış ve yayılmıştır. Birçoklarının iddiasına göre Refik Hariri’nin iktidara ulaşması ile başlayan, iç savaşı takip eden, Suriye ordusunun Lübnan’dan çekildiği 2005 yılına kadar süren Suriye vesayeti döneminden geçip yakın bir geleceğe kadar uzanan dönemi kapsayan 30 yıllık süre içinde değil. Farklı dönemlerdeki siyasi uygulamalar hep hayal gücünü aşan zayıflık, yolsuzluk, kötü yönetim, israf, klientalizm ile karakterize edildi. Ekonomik çöküş, tüm Lübnanlı sosyal sınıf ve kesimleri etkileyen ciddi bir düzeye ulaştı. Ancak en tehlikeli olanı, çöküşün bankalardaki servetleri, mevduatları ve hayat birikimleri kendilerine hiçbir fayda sağlamayan defterlere kayıtlı sayılardan ibaret hale gelen orta sınıfa dokunmasıdır.
Durum şu ki ortaya çıkan ekonomik ve finansal kriz nedeniyle bu sınıfın zenginliğini ve yeteneklerini kaybetmesi aslında kuruluşundan günümüze hakim olan Lübnan sosyal ruhunu tehdit etmektedir. Yaşam, ekonomi ve yaşam tarzı başta olmak üzere her düzeyde istikrar ve iç barış için önemli olan bu sınıfın maruz kaldığı darbe, hükmen bildiğimiz Lübnan’ın anlamını şekillendiren diğer temel ekonomik sektörleri de etkileyecek. Mesela bu orta sınıfa mensup kişiler bugünden sonra çocuklarını seçkin ve gelişmiş düzeydeki okullara, Lübnan'ı bir bilim ve kültür feneri olarak şekillendirmede her zaman önemli roller oynayan özel üniversitelere gönderemeyecekler. Keza geçmişte aldıkları sağlık hizmetlerinin seviyesi düşecek. İnşaat, turizm, hizmet ve diğer sektörlere eskisi gibi katkıda bulunamayacaklar. Bu aslında Lübnan’ın toplumsal ruhunu ve doğasını etkileyecek. Bu da İran ve bölgedeki müttefikleri ya da direniş grubu olarak bilinen grup ile bağlantılı Lübnanlı grubun amaçladığı siyasi, ekonomik ve sosyal projenin yararına olacak ki can alıcı nokta da budur.
Bu sahne, tehlikeler hatta kesin olan çöküşün karşısında kişi, egemen ve demokratik güçlerin yokluğunun nedenlerini sorguluyor. Ülkeyi ve oluşumunu yıkmakla tehdit eden bu projeye karşı durmaya veya en azından iktidar, hükümet ve arkasındakilerin sunduğu vizyon ve projelere alternatifler sunmaya çalışmamasının sebeplerini merak ediyor.
Buna hemen ortada 17 Ekim’de başlayan bir devrim olduğu, çöküşten ve diğer sorunlardan sorumlu siyasi yapının tamamen ortadan kalkmasını talep ettiği yanıtı gelebilir ki bu doğru olabilir. Son iki haftada farklı bir yön almaya başlayan, sanki doğası ve hedefleri ile farklılaşan, bazılarının dediği gibi açlık ve ümitsizlik sebebiyle şiddete yönelen devrimi değerlendirme ve geleceğini öngörme mevzusuna girmeyeceğiz. Ancak sonuç olarak ve son altı aylık deneyimin ışığında devrimin, devrimcilerin çoğunun reddettiği bir siyasi liderlik kaldıracına ihtiyacı olduğunu açığa çıkmıştır. Devrimciler ayrıca bir zamanlar kendileri de iktidar oldukları ve ülkenin ulaşmış olduğu durumdan şimdi iktidarda olan güçler kadar sorumlu oldukları gerekçesiyle bugünkü muhalif siyasi güçlerle ateşkese bile karşı çıktılar. Bu iddia doğru olabilir ama siyasi gerçeklik devrimcileri, ya mevcut siyasi güçler ile işbirliğine ya da biri diğerini kınamadan yahut yok saymadan tek başına çalışmaya zorluyor.
Kendi yollarına sahip olabilecek devrimcileri kendi hallerine bırakırsak o zaman neden dengeli ve tutarlı bir muhalefet cephesi oluşturulmadığını ısrarla sorgulamalıyız. Bilindiği gibi muhalefetin mevcut tüm bileşenleri, Hizbullah ve müttefiklerinin elindeki fazladan silah gücünden yalıtılmışlar. Bağımsızların yanı sıra gerek Sünniler arasında (Müstakbel) gerekse de Hristiyanlar (Ketaib ve Lübnan Güçleri), Dürziler (İlerici Sosyalist Partisi) arasında olsun önemli kesimleri temsil ediyorlar. Dolayısıyla gittikçe kötüleşen bu kriz girdabından çıkmak için baskı yapabilirler. Yahut en azından geniş halk kesimlerine, barış ve özgürlüklere önem veren bir dizi Arap ve yabancı ülkelere hitap eden, seslerini duyuran, Lübnan’ı destekleyecek herhangi bir girişimlerinde dayanakları olabilecek anlaşılır ve net bir ulusal dil benimseyebilirler. Bu dil aracılığıyla bölgesel “direniş güçleri” ve Hizbullah’ın kontrol ettiği grubun karşısında cesaretle durabilirler.
Eğer tüm türleri ile muhalif güçler, sorumluluğunu “direniş grubunun” üstlendiği Lübnan’ı bekleyen tehlikeleri anlıyor, kabul ediyor ve hissediyorsa acaba neden itaatkar, zayıf ve yoksun duruyor? Gerçekleri yok eden ve fotoğrafın gri kalması için renkleri birbirine karıştıran oyunda oradan buraya savruluyor? Örneğin neden Maruni Patriği Bişara er-Rai, Merkez Bankası Başkanı’nı desteklediği gibi kararsız bir dille aynı zamanda Baabda Sarayı’ndan yönetimi ve hükümeti destekleme ricasında bulunuyor? Lübnan Güçleri lideri Samir Caca’nın Dürzi lider Velid Canbolat’a ait parçalar veya ses bombaları, cumhurbaşkanlığı uzlaşısından itibaren Saad Hariri’nin uygulamaları için bu hükümetten hesap soran sözlerini, orkestra şefi Hizbullah’ın rolünü görmezden gelerek eski müttefiki Cibran Basil ile sınırladığı eleştirilerini nasıl yorumlamalıyız? Bu güçlerin ittifak yapmalarını engelleyen şey ideolojik ve fikri anlaşmazlıklar mı yoksa dar kişisel çıkarlar ve basiretsizlik mi?
Gerçek şu ki muhalif güçler, Lübnan’ın silahla değil dengeli ve mantıklı müzakereler ile ulaşılan uzlaşıyla yönetileceğini biliyorlar. İktidar ile muhalefet arasındaki ilişkide bir iç denge yaratmanın kısmen de olsa Lübnan’a olan güveni geri kazandırabilecek tek reçete olduğunu biliyorlar. Ancak bu sayede dünya, bu ülkenin kesin ve kalıcı bir biçimde Hizbullah’ın kontrolü ve iradesi altına girmediğinden emin olabilir.
Belki de Lübnanlılar ünlü özgürlük özlemlerini yitirdiler. İstekleri söndü. Egemen ve bağımsız olma iradeleri yok oldu. Bu umut kırıcı yanıt, bu cephenin kurulmasını önleyen nedenlerden en ağır basanı olabilir.