Abdulmunim Said
Kahire’de Mısır Gazeteciler İdaresi Meclisi Başkanı ve Kahire Bölgesel Strateji Çalışma Merkezi Yönetim Müdürü
TT

Bu çalkantılı Dünyada ne yapacağız?

Silahlı adamların Michigan Eyaleti Meclis Binasını basmaları, ABD’de siyasi düzeyde birçok yanlış şeyin olduğu anlamına gelir.
Bununla birlikte fikri düzeydeki yanlışlıklar bundan daha fazladır. Ancak dünya için bu, yeni tip koronavirüs (Kovid-19) kriziyle ortaya çıkan ve daha önce benzeri görülmemiş olan bu kaosun, çağdaş tarihte yaşanan krizlerden çok daha fazlasını beraberinde getirdiği anlamına geliyor.
Gelecekle ilgili bu şüphe ve belirsizlik durumu, krizden sonraki duruma ilişkin ortaya konulan farklı görüşlerde güçlü bir şekilde kendini gösteriyor.
Foreign Affairs dergisi, 12 düşünür ve analistin görüşüne başvurarak gelecekte olacakların boyutunu belirlemeye çalıştı. Sonuç sadece bir anlaşmanın yokluğundan ibaret değildi. Zira düşünme sürecinde ve metodolojik bakış açısında meydana gelen çatlağın yanı sıra yaşanan büyük anlaşmazlıklardan sonra bu oldukça doğaldır.
Dış ilişkiler ve uluslararası ilişkiler ile ilgili diğer bütün süreli yayınlarda ‘yüksek stratejilerin sonunun’ geldiği söyleniyor. ABD küçük meselelere bakmak zorunda kaldı.
Diğer taraftan birtakım stratejilerde önerildi. Bu kişilerden biri, ABD'nin Rusya ve Çin başta olmak üzere rakipleriyle ‘nüfuz alanlarını’ paylaşması gerektiğini söyledi. Bu öneriye verilen yanıt, kesin bir retti. ABD, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Britanya İmparatorluğu'nun devam etmesini ve ayrıca Sovyetler Birliği'nin Doğu Avrupa'ya hakimiyetini de kabul etmedi. Washington'un dünyaya öncülük etmesini temin edecek bir dizi yönteme başvurdu.
Korona sonrası dünyaya ilişkin fikirlerdeki kargaşanın çeşitli şekillerini izlemek mümkün. Fakat buna krizin kendisinin hala devam ediyor oluşu zaviyesinden de bakabiliriz. Zira belirsizlikler hala varlığını sürdürüyor. Kimse ne zaman biteceğini bilmiyor.
Öyle ki durumun nihai noktasını temsil eden aşının ve ilacın bulunması bile enfeksiyonun tekrar baş gösterebileceği olasılığını ortadan kaldırmıyor.
Bununla birlikte hastalığın belirtileri de hala gizemini koruyor. Küreselleşme karşıtı isyan ve ulus devlete yönelik eğilimi göz önünde bulundurarak korona ortaya çıkmadan önce dünyanın çalkantılı olduğu fikrine teslim olunabilir.
Bu tür şeylerin yaşanmasıyla birlikte teknolojik ilerlemedeki süreklilik, çok fazla kargaşaya yol açtı.
Küresel yönetimlerin yanı sıra uluslararası ve bölgesel kuruluşlar zayıfladılar.
Prestijlerini ve heybetlerini kaybettiler.
Çeşitli uluslararası müzakere biçimleri ile çok taraflı anlaşmalar, şüphe konusu oldu ve bunlardan geri adım atıldı.
Gerçekten bildiğimiz şey çalkantılı bir dünyada yaşıyor oluşumuzdur. Asıl önemli olan soru şu:
Arap dünyasında bu gerçek karşısında ne yapıyoruz?
Ürdün Kralı II. Abdullah, 27 Nisan'da ABD merkezli bir gazetede, ‘Küreselleşmeye dönme zamanı. Bu kez doğru bir şekilde yapalım’ başlıklı bir makale yayınladı.
Kral yetenekleri güçlendiren, rekabet yerine gerçek küresel işbirliğini müjdeleyen ve tek başına çalışan bir ülkenin başarılı olamayacağını kabul eden bir küreselleşme talep ediyor.
Kral bu makalesinde, “Uluslararası kurumları yeniden şekillendirmemiz ve gerektiğinde yenilerini kurmamız gerekiyor.
Farklı sektörlerin becerilerine ve kaynaklarına dayanan yeni organizasyonlar kurmalı ve sürdürmeliyiz” ifadelerini kullanıyor.
O halde yeni küreselleşme, eski küreselleşmeni yoksun olduğu gerçek işbirliğine dayanmış olacak. Zira daha önceki işbirliği, uluslararası sistemdeki dengesizlikten kaynaklanan gücün gerçeklerine bulanmıştı. Bir bütün olarak her şeyin, ‘askeri, ekonomik, teknolojik ve kalkınma alanlarında büyük bir güce sahip olan devletler’ arasında paylaştırılması gibi.
Bu dengesizliğe yönelik tarihsel tepki daima üç stratejiden birini izlemiştir:
“Kendine tam güven, büyük bir ittifaka ya da süper güce katılmak ya da küresel planda müzakere gücünü temin eden bölgesel bir ittifak oluşturmak.”
Bu bağlamda, Arap ülkelerini coğrafi ve fikri olarak birbirine yakınlaştıran ‘yeni Arabizm’ durumuna daha önce değinilmişti.
Bu ülkelerden her biri, süper güçlere karşı bağımsızlığını korumaya çalışıyor ve ekonomik ve sosyal yapılarında reform yapma konusunda ortak bir niyeti paylaşıyorlar.
Bununla birlikte bölgesel ilişkilerinde ılımlılık ve adil barış peşindeler.
Bu ülkeler arasında Mısır, Suudi Arabistan, Arap (Basra) Körfezi ülkeleri ve Ürdün yer alıyor. Korona ile mücadelede başarılı bir tecrübe ortaya koydular.
Sağlık ve bilim alanlarında tarihi kahramanlıklar gösterdiler. Bütün bunlar, büyük ekonomik baskılarla birlikte zorlu küresel koşullar ve petrol fiyatlarındaki düşüşün gölgesinde yaşandı.
Bu devletler, ulusal servetin kaynaklarını çeşitlendirmenin ve yeniden düzenlemenin alternatifi olmadığını anladılar. Bunun yanı sıra ulusal devletin temel direklerini tüm ulus ötesi ideolojilere karşı güçlendirme gereğinin farkına vardılar.
İster çalkantılı dünyanın daha iyi bir uluslararası işbirliğine ihtiyacı olduğu isterse Çin ile ABD arasında yeni bir küresel denge kurulması gerektiği söylensin ya da bir yazarın dediği gibi Çin ile ABD’ye değil de korona kriziyle birlikte bir kez daha Avrupa’ya et getiren Berlin’e bakılsın. Kriz sonrası dünya her ne olursa olsun, Arap ülkeleri grubu bu dünyanın karşısına tek başına çıkamaz.
Elbette bu durum birtakım soruları beraberinde getiriyor. Muhtemelen etkili olmayan daha önceki Arap deneyimlerine de bakılması gerekebilir. Bazen hiçbir soru veya cevap olmayabilir.
Mevcut stratejik ve ekonomik riskler az değil.
Bunlardan bazısının tedavisi ve bununla birlikte gelecek gelişmeler, yaklaşık 200 milyon kişilik bir pazarın ve geniş bir orta sınıfın güçlerini birleştirmesine, bilimsel ilkelere, turistik yerlere ve üniversitelere ihtiyaç duyar.
Tarihin bu aşamasında Kızıldeniz ve Körfez arasındaki Araplar bunun için kafi gelir.