Cemile Bayraktar
Gazeteci-Yazar
TT

Avrupa’nın zehirli atıkları neden Afrika’da?

Hikaye burada bitmese de aslında burada başlıyor; rivayete göre bir rahip ile bir siyahi Afrikalı arasındaki diyalog şöyledir:
-Rahip Efendi, bizim tenimiz neden bu kadar siyah?
- Afrika çok güneşli bir yer, yanıp kavrulmayın diye.
-Rahip Efendi, bizim kollarımız, bacaklarımız, boyumuz neden bu kadar uzun?
- Afrika’da çok vahşi hayvan var, onlardan kolayca kaçabilmeniz, onlarla mücadele edebilmeniz için.
-Peki Rahip Efendi, biz neden Afrika’da değil de Batı’da, beyaz adamın toprağındayız?
-……………
Beyaz adamın bu diyalogdan sonra sessiz kaldığını düşünmeyin. Afrikalıların, Batılı sömürgeciler tarafından köleleştirilmesiyle başlayan dramatik tarih, Afrika topraklarının maddi zenginliklerinin de sömürülmesiyle devam ediyor. Kahveden değerli taşlara kadar Afrika’da ne varsa sömürüp, sömürü düzenini oturtup Afrika’dan çekilmeye başladıklarında da arkalarında kardeşin kardeşi katlettiği soykırım benzeri bir yıkıcı yapı bırakıyorlar, Afrika’nın doğal sınırlarını masa başında cetvelle çiziyorlar.
Beyaz adamın, siyahi Afrikalılara yaptıkları bir yüzyıl öncesinde bu kadar vahimken bu yüzyılda da pek farkı olmayan bir kıyım devam ediyor; Avrupa, zehirli atıklarını Afrika denizlerine, sahillerine döküyor, Afrika’da kalan ne varsa zehirliyor.
Noam Chomsky, içinden geçtiğimiz korona günleriyle ilgili olarak geçtiğimiz hafta şu ifadeleri kullandı:"Koronavirüsün iyi yanı, belki de insanları nasıl bir dünya istediğimiz konusunda düşünmeye itmesi olacak.” Gerçekten virüs sürecinde evlere kapanmak zorunda kalan insanlar dünyaya daha farklı bakmaya başladı. Virüs sonrası için yaşam, doğa konusunda en sorumsuz insanlar bile doğaya, insana daha fazla değer vermenin gereğini idrak etmeye başladı. Tabi bu kadar önemli durumlar karşısında halen dünyaya ve insana kötülük yapmaktan geri durmayan, ısrarla ibret almayan, gözlerini hırs bürümüş nasipsiz bir kitle de var. Zaten virüsün bu kadar etkili olmasının nedeni de onların vaktiyle dünyaya verdikleri zarar.
Afrika açıkları bir süredir küresel güçlerin nükleer atık çöplüğüne dönmüş durumda. Hukuki olarak Avrupa Birliği üyesi ülkeler nükleer atıklarını, zehirli çöplerini nerede depoladıklarını bildirmek zorunda. Avrupa ülkeleri yerin altında sızdırmaz alanlar için milyonlarca euro harcadık gibi hikayeler yazıp, Avrupalı çevrecilerin eylemlerini parlatsalar da Avrupa’nın zehirli atıklarını Afrika sahillerine gönderdiği biliniyor. Hatta tsunami felaketi yaşandığında Afrika kıyıları sadece tsunaminin oluşturduğu zararla değil kıyılara vuran nükleer atıklarla da uğraşmak zorunda kalmıştı. İtalya’da mafyanın bu nükleer atık işine girdiği, nükleer atıkları İtalya dışına taşıdığı da biliniyor. İsviçre, İspanya, Almanya ve Fransa nükleer atıklarını Somali açıklarında gemiyi batırarak sulara gömüyor.
Nasılsa hesap soran yok, nasılsa engelleyen yok, nasılsa Afrikalıların “yoksul, zavallı, sömürülmeyi hak eden, kendi topraklarına sahip olamayan” insanlar olduğu masalı yıllardır gerçekmiş gibi hepimizin zihnine sokulmaya çalışılıyor. Tabi “Batı medeniyeti” zırvası da gerçekmiş gibi, Avrupalıların ne kadar medeni olduğu masallarıyla zihinlere işleniyor.
Edward Said, oryantalizmden bahsederken, Batı’nın, Doğu’yu sömürmek amacıyla Doğu’nun bilgisine ulaşmaya çalıştığını ifade ediyor. Çünkü beyaz adamın zihninde Doğu da, Afrika da kendileri tarafından “dizayn edilmesi gereken” yerler. Bu kolektif bilinçaltı beyaz adamın benliğinde öyle yerleşik ki, sömürgecilik gibi facia bir durumu bile bu kendini üstün görme psikolojisi nedeniyle normalleştirebiliyorlar.
Yıllarca siyahileri, yerlileri “yamyam” olarak tanımlayan Batılı anlayış, hem tanrıları olan paraya insan ve doğayı kurban ediyor hem de kendi türü olan insanları yemekle yamyamlıklarını ortaya koyuyor. Ama halen ne hikmetse başımızı çevirdiğimiz her yerde birileri Batı medeniyetinden ve Afrika’nın vahşiliğinden bahsedebiliyor, hem de hiç utanmadan!