Semir Ataullah
Lübnanlı gazeteci - yazar
TT

Dört duvar arasında kalmak

Lübnanlıları evlerine kapatmak ve orada kalmaya ikna etmek zor. İç savaş sırasında, barınakları kabul salonlarına dönüştürebildikleri için dayanabildiler.
Londra'da seyahat edemeyenlerin arzusunu taşıyorduk. Onlardan biri ziyarete geldiğinde, akşamı alt katlardaki eğlenceyi anlatarak geçirirdi. Savaşçılar ise üst katlarda birbirlerini bombalamakla meşguldü.
Ancak açık hava tutkusunun bedeli bazen çok ağırdır. Hükümet, korona karşısında genel bir yasak ilan etti ve uygulamakta başarılı oldu. Mağazalar ve restoranlar kapatıldı. Sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Gece hayatı bitti.
Kısa bir süre sonra evde mahkum olanların göğüsleri daraldı ve eski alışkanlıklarına geri döndüler. Sağlık Bakanı bu tedbirlere uymamanın ikinci bir virüs dalgasıyla karşı karşıya bırakacağı ve böylece yasakların artacağı konusunda uyardı. Kimse kulak asmadı. Salgınla mücadelede en iyi ülkelerden biri olduktan sonra her şey dağıldı.
Ancak can sıkıntısı, kapatılmaktan nefret ya da küçük alanlardaki kalabalığa bağlı huysuzluk tek başına Lübnanlılar için bir sebep değil. Mısır'daki kurbanların çoğu gecekondularda ve kapatılmaya karşı gelen kimseler arasından. İnsanlar içerideki sıcaklıktan dolayı evlerinin eşiğinde uyuyorlar. Gabriel Márquez, korkunç savaş bittikten sonra Vietnamlıların da böyle yaptığını söylüyor.
Milyonlarca kişiyi giydikleri plastik yağmurluklarla gördükten sonra Vietnamlı bir yazar arkadaşına şu soruyu soruyor: Soğuk ve yorgun hissetmiyorlar mı? Aldığı cevap ise şöyleydi: “Bu insanlar, Amerikan bombardımanına ve kasırgalara karşı dayanıyorlar. Onları sığınaklara girmeye zorlamak zorundaydık.”
Böyle bir insan için, yani sebebi ne olursa olsun hayatı sığınıklarda kalmaya bağlı olan bir insanın dışarı çıkması garip değil mi? Beyrut kör mühimmatlarla bombalanırken bazı yerlerde insanlar sabahlarlardı. Bir arkadaşım beni bir keresinde Mısır büyükelçisi ile yemeğe davet ettiğinde, gittiğimiz mekan oldukça kalabalıktı ve insanlar masalar arasında dans ediyorlardı. Büyükelçi gülerek bana şöyle dedi: “Böyle bir manzara sadece sizde olur değil mi?” Şayet o gün Márquez’in gezi yazısını okumuş olsaydım kendisine, “Vietnam’da da öyle” diye cevap verirdim.
Márquez, önceki ismi Saygon olan Ho Chi Minh şehrinde bir partiye gitmiş. Yazar bir arkadaşı savaştaki kayıplara ilişkin bir liste hakkında konuşmuş. 360 bin engelli. Bir milyon dul. 700 bin fahişe. 8 bin dilenci. Bir milyon veremli. Başkent nüfusunun dörtte biri ciddi genital hastalıklardan mustarip.
Savaş yoksulluğu beraberinde getirir ve geri kalan şeylerle yoksulluk ilgilenir. Her şeyi çözer. Gelenek, görenek ve haysiyeti ortadan kaldırır.
Ahlaki ve manevi evlerin duvarları birer birer düşer. Vietnam bugün ABD'ye en yakın ülkelerden biri.
Yüzlerce yıldır olduğu gibi Çin hala bir endişe kaynağı.
İşte dünya ve işte Lübnan!