Cemile Bayraktar
Gazeteci-Yazar
TT

İslam karşıtlığı nasıl inşa edildi?

Geçtiğimiz günlerde sosyal medyada paylaşılan bir video vardı. Videoda genç bir kadın, yoga yapan (benzeri başka bir ritüel de olabilir) şalvarlı, sakallı, esmer bir eğitmenin ne kadar sevimli olduğundan ancak kendisinin şalvarlı, sarıklı, sakallı, esmer birini başka bir yerde gördüğünde korktuğundan bahsediyordu. Prensip olarak genellikle münferit olaylar üzerine yazmam ancak bu mesele münferit değil. Müslümanların giyim kuşamından yani “başörtüsü, sakal, sarık, şalvar, cübbe” görünce korkan bir kitle var. Dahası bu videoya konu olan genç kadını da doğrudan eleştirmiyorum zira onun yaşadığı dönemde İslam ve Müslümanlar “korkulacak varlıklar” gibi lanse edildi.
Daha önce bu köşede sık sık ifade ettiğim gibi; Soğuk Savaş sonrasında Batılı bir dış politika enstrümanı olarak İslam ve Müslüman karşıtlığı sıkça kullanılmaya başladı. Buradaki amaç Batı’nın Sovyetler’den gelebilecek tehlikenin ortadan kalkmasıyla kendi toplumlarını konsolide edebilecek bir öteki, bir tehdit, bir düşman aramasıyla da alakalıydı. Soğuk Savaş’ın hemen akabinde ABD ve İngiltere ayrıca NATO öncülüğünde “yeşil düşman” adıyla Müslümanlar düşman ilan edildi. Bu politika öyle uzun süre kullanıldı ki, bugün bırakın Müslüman olmayanları Müslümanların bile İslamofobi yaşayanları ortaya çıktı. Girişte verdiğim örnek bu duruma dair binlerce örnekten sadece bir tanesi.
Önceden kullanımı olmakla ve 11 Eylül sonrası fazlaca kullanım durumu olmakla birlikte “İslamofobi” kavramı ilk olarak, bir İngiliz düşünce kuruluşu olan Runnymede Trust tarafından, 1997 yılında yayımlanan bir raporda kullanmıştır. İslamofobiye dikkat çeken rapordaki problem, İslamofobiyi, fobik saldırılara maruz kalan Müslümanlar/kurbanlar üzerinden değil de fobik saldırıları yapan zanlılar üzerinden tanımlamasıdır. Raporda; “İslam’ın gerici, değişime karşı, şiddet ile yakın” bir din gibi gösterilmesi, raporla ilgili bir diğer problemi oluşturmaktadır.
Peki, ne oldu da İslam karşıtlığı ve İslamofobi, 11 Eylül terör saldırılarının da etkisiyle kısa sürede bu kadar normal bir hale geldi, bu kadar yaygınlaştı. Düşünün mesela; Filistin’de yaşanan uzun süreli işgale rağmen bir Yahudi’yi karşınıza alıp, “Ya başında kippa olan birini görünce korkuyorum” diyemezsiniz. Ya da Myanmar’da Budistler Müslümanları diri diri yaktığı halde “Turuncu elbise görünce, bir Budist görünce korkuyorum” diyemezsiniz. Bu yaptığınız yabancı düşmanlığı, ırkçılık, anti-Semitizm yani suç sayılır. Ama Müslümanlara gelince “korkmak” normal. Bu gerçekten kabul edilebilir gibi değil.
Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte oldukça ivme kazanmaya başlayan Küreselleşme ile birlikte, Batı’nın sadece ekonomik değil kültürel kodları da “global köy haline gelen” dünyada yayılmaya başladı. Dünya aynı zamanda “Batılı gibi düşünmeye” zorlandı. Özellikle 11 Eylül sonrası teröre karşı küresel bir savaş verildiği söylense de dahi neredeyse terörist veya masum ayrım yapılmadan tüm Müslümanların korkulacak varlıklarmış gibi gösterilmesi süreci sonrasında İslam karşıtlığı, İslamofobi arttı hatta normal hale geldi.
Çok kısa bir sürede Müslümanların korkulacak bir varlık olarak görülmesi durumu, aslında bilgi sosyolojisi alanı üzerinden de açıklanabilir. Gerçekliğin sosyal inşası, devletin ideolojik aygıtları, hakikatin hakikat olmadığı halde hakikat görevi görmesi gibi başlıklar üzerinden bu şeytanlaştırma sürecinin arka planını görebiliriz. Gramsci, Althusser, Mannheim gibi düşünürler -elbette aralarında farklılıklar olmakla birlikte- genellikle bilginin inşa edildiğini savunurlar. Bu inşa süreci egemenler, elitler, güçlü devletler, eğitim sistemi, medya, toplum eliyle gerçekleştirilir. Dünyada en çok sözü geçenin inşa ettiği bilgi, gerçek olsun ya da olmasın, bir süre sonra o kadar sık işlenir ki ona gerçek muamelesi yapılır. Aynen Müslümanların korkulacak varlıklarmış gibi lanse edilmesinin sıkça işlenip, zihinlerde inşa edilmesi gibi…
Batı’da sayıları her gün biraz daha artan İslamofobik saldırılar gerçekleşiyor, camilere saldırılar yapılıyor, Hindistan’da, Myanmar’da Müslümanlar topluca katlediliyor. Müslüman karşıtı yayınlar okullarda okutuluyor. Türkiye’de binlerce kadın sırf başörtülü olduğu için yıllarca eğitim ve çalışma haklarından mahrum bırakıldı, dünyada birçok ülkede bu ayrımcılık devam ediyor. Yeni Zelanda’da camilerde 51 kişi terörist saldırıda öldürülüyor. Norveç’te bir terörist 77 kişiyi gözünü kırpmadan öldürüyor. Çin “terör bahanesiyle” Doğu Türkistanlı Müslümanları toplama kamplarına alıyor. Hindistan hükümeti Keşmir’de insanlık dışı uygulamaları “kolayca” politika haline getirebiliyor. Buna rağmen kimse bu kişilerin ait oldukları yerlere atıfla onları “korkulacak varlıklar” olarak ilan etmiyor ancak Müslümanlar ve İslam kolayca korkulacak bir şeymiş gibi gösteriliyor.
Zihinlerimizde inşa edilmiş olan “sarıklı, sakallı, şalvarlı, esmer, başörtülü” kişiler korkulacak varlıklardır yalanından sıyrılmamız gerekiyor. Batılı bir birey masum olma potansiyeline ne kadar sahipse bir Müslüman da o kadar sahip. Batılı, Müslüman olmayan bireyin ne kadar şiddet potansiyeli varsa bir Müslümanın da o kadar var; daha fazla ya da daha eksik değil.