Hazım Sağıye
TT

Mevcut Lübnan durumu ışığında 2000 yılındaki kurtuluş

Lübnanlılar son birkaç gün içinde, tüm şüpheleri ortadan kaldıracak bir kesinlikle şu sonuca ulaştılar: Evet, bizim neredeyse ihtilaf içinde olmadığımız hiçbir konu yok. İsrail ile işbirliği yapanların yahut diğer bir deyişle İsrail ajanlarının ülkelerine geri dönmesi konusunda ortak bir kanaate sahip değiliz. Mahkumları affetme konusunda hemfikir değiliz. Kaçakçılara karşı tutum, sınır kapılarının durumu, federalizm ve merkeziyetçilik, bir yanda IMF diğer yandan Suriye rejimiyle ilişkinin ayrıntıları konusunda karşıt görüşlerdeyiz.
Bu ihtilafların bazıları İslam-Hristiyan, bazıları da Sünni-Şii doğadan kaynaklanıyor. Üçüncü grup ihtilaflar ise 8 ve 14 Mart ayrışmasının tortularından. İhtilafların bu kadar açık bir biçimde patlak verip gün yüzüne çıkması, Lübnanlıları birleştirmesi gereken bir hadise ile eş zamanlı olarak gerçekleşti: Lübnan’ın 18 yıl boyunca İsrail’in işgali altında kalan önemli bir parçasının kurtuluşunun yıldönümü. Ne var ki dediğimiz gibi tam aksi yaşandı yani onları ayrıştırdı.
Çok sayıda ve derin anlaşmazlıklarının nedeni olarak İsrail işgalinden kurtuluşun gösterilmesi kuşkusuz içinde az da olsa kötü niyet taşıyan bir abartıdır. Zira bu anlaşmazlıkların bir bölümünün kökü eski zamanlara uzanırken, bir bölümü de devrimin başarısızlığının ürünüdür. Bununla birlikte kurtuluş kutlamaları ile Lübnanlılar arasındaki ihtilafın boyutunun çakışması düşünmeye sevkeden bir neden olarak kalmaktadır.
Bu nedenin bizlere söylediği şey kısaca şudur: 2000 yılında yaşanan büyük hadise, Lübnan tarihinde ulusal ve kurucu hadiseler seviyesine ulaşamadı. Maalesef Lübnanlıların belirli bir grubunu ilgilendiren bir eylem olarak kaldı.
Bunun arkasında çoğu katı veri, bir bölümü de düzeltici öz müdahaleyi kabul edebilir cinsten birçok sebep bulunuyor. İşgal, belirli bir mezhepsel çoğunluğun yaşadığı bölgeyi kapsadı. Keza bu işgale, aynı zamanda hem dini hem de mezhepçi bir tabiata ve oluşuma sahip bir örgüt direndi.
Ne var ki, kurtarıcılar farklı bir yol takip etselerdi kendisine etki edilemeyecek bu katı verilerin etrafında bir araya gelmenin veya en azından keskinliğini azaltmanın imkanı vardı.
Örneğin: 2005 yılındaki Suriye vesayetinden kurtuluşu, 2000 yılındaki kurtuluşun tamamlayıcısı olarak ele alabilirlerdi ama bunun tam aksini yaptılar. 2000 yılındaki kurtarıcılar, Suriye vesayet otoritesinin ortakları gibi göründü. Bunun sonucunda onları, Refik Hariri suikastı ile başlayan suikastlar dizisine karışmakla suçlayanlar ortaya çıktı.
Bir diğer örnek: 2000 yılındaki kurtarıcılar, kurtuluşlarını güçlü bir ulusal merkeziyetçiliğe sahip bir Lübnan yönetiminin tesisinin ilk adımı olarak sunabilirlerdi ama bu konuda da tam aksini yaptılar. Hizbullah silahına sıkı sıkıya bağlı kalmayı, Lübnan devleti ve ordusu hesabına kendi devleti ve ordusunu güçlendirmeyi sürdürdü. Savaşa zamanla sınırlı olmayan, belirli bir başarı ve amacın gerçekleşmesi ile sona ermeyecek sınırsız bir ufuk çizdi. Sanki kurtuluşun kendisi gerçekleşmemiş gibi davrandı. Gerçek kurtuluş sürekli bir şiddet yolu olduğu için Lübnanlılara sonu gelmez savaşlar vaat etti.
Daha sonra Suriye’deki müdahalesi bunun ifade bulmuş haliydi.
Üçüncü örnek: 2000 yılındaki kurtuluşu gerçekleştirenler, zaferlerini Lübnanlılar için daha iyi bir politik ve sosyal durum inşa etmenin yolu olarak sunabilirlerdi. Fakat onlar için bu mesele çok az şey ifade ediyordu. Bu da kurtuluşu, insan ve geleceğini inşa etmeye önem veren değer ve ideallerden azade bir eylem, sadece toprağı kurtarmaya dayalı tamamen şiddet içeren bir eylemle sınırlı bir hale getirdi.
Dördüncü örnek: 2000 yılındaki kurtarıcılar, bağlı oldukları dini grubu mobilize etme gereksinimleri geriledikten sonra, Lübnanlılar arasında belirli bir gruba hitap eden sembol ve ritüellere daha az odaklanabilirlerdi. Ama bunun yerine söz konusu grup dışında hiç kimseyi muhatap almadılar.
Bahsi geçen sembol ve ritüellerin büyük bir bölümünün İran kaynaklı olması, sorunu daha da büyüttü.
Yukarıda verdiğimiz örneklerden hiçbirinin gerçekleşmemesi kurtuluşu, daha çok kapalı bir kimliğe sahip tek bir partinin davranışı ve eylemi haline getirdi. Doğrusu Hizbullah’ın derin ve fiili isteğinin yanı sıra yaşananlara yönelik anlatısının kaynakları, durumun gerçekliğinin şu özetinde yatıyor: İsrail’e karşı direnişte diğer tarafların katkılarının üstünü örtmek. Suriye’ye karşı savaşan tarafların katkısını ihanetle suçlamak. İsrail başbakanı Ehud Barak’ın tek taraflı çekilme stratejisi açıklamasını gizleyen bir zafer anlatısı sunmak.
Bundan da öte, zafer anlatısı insani yönden yani edebiyat, sanat ve genel olarak kültürel açıdan son derece yoksuldu. Direniş sırasında, korkan, ne yapacağını bilemeyen, kafası karışan, aşık olan, tereddüt geçiren ya da duyguları birbirine karışan birileri hakkında hiçbir şey duymadık. Baştan sona kadar tüm direnişçiler birer kahramandı ve bir ok gibi sadece hedefe odaklanmışlardı. İsrailli askerilerin bu duygulardan bahseden hatıraları yayınlandığında ise yapılan yorum şu oluyordu: Bakın, nasıl da onları korkudan titretmişiz!
Buna karşılık, kendisi hakkında ne bir roman yazılan ne de bir tablo çizilen direniş kültürüne övünme ve böbürlenme hakim oldu.
Özetle, bu tür bir kurtuluşun Lübnanlıları birbirine yaklaştırması mümkün değildi. Aksine tek yapabileceği, konumlarını Hizbullah’a yakınlıklarının belirlediği katı bir hiyerarşik sistem inşa ederek onları birbirlerinden uzaklaştırmaktı. O da bunu yaptı.
Aslında istenen de buydu. Lübnanlıların geçmişte Hizbullah ve 2000 yılındaki kurtuluşa yönelik bölünmelerini bugünkü bölünmelerinin nispeten küçük bir parçasından ibaret hale getirerek gerçekleşen de bu oldu. Bu yüzden ve bu deneyim nedeniyle, bu kez Suriye’den getirilen başka bir kurtuluşun varlığından haberdar olduklarında Lübnanlıların çoğu korkudan nefeslerini tuttular. Lübnan’ın kendisinin artık siyasi yok oluştan bir taş atımı uzakta  olduğunu gizliden veya açıktan dillendirmeye başladılar.