Muhammed Rumeyhi
Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi'nde Sosyoloji profesörü...
TT

Kim Lübnan’a gülümsemesini geri verecek?

Beyrut’taki Müstakbel (Gelecek) Çalışmaları Merkezi’nin Lübnan- Arap ve özellikle de Körfez ilişkileri (ki bu Lübnan’da çalışma merkez dışında ilgili kesimlerin de paylaştığı bir ilgidir) hakkında düzenlenen online sempozyumda gerçekleşen tartışmalarda bir dizi soru ele alındı. Bunların başında, Lübnan bizi ilgilendiriyor mu sorusu geliyordu. Sorunun yanıtı doğal olarak evet, hem de büyük bir evet.
Bir Arap ülkesi olarak Lübnan’ın, birçok nedenden ötürü Arapların ve Körfez ülkelerinin vicdanında önemli bir yeri vardır. Lübnan, modern Arap Rönesansına tanık olan ülkedir. Sarsılmasına rağmen halen özgür basın ve yayının mekanıdır. Bunun yanında, bilimin kaynağından içmek isteyen Arap nesiller hep onun seçkin okul ve üniversitelerine akmışlardı. Beyrut Amerikan Üniversitesinin sınıfları, Körfez ülkelerindeki ilk aydın sınıfının oluşumuna tanıklık etmişti. Buna ek olarak, Lübnan’ın neredeyse yılın tamamında sahip olduğu iklim ve çekici doğa ile Körfez bölgesine yakın olması, Körfez ülkelerinde nesiller boyu turizm, ticaret ve sağlık turizmi açısından popüler bir yer olmasını sağladı.
Son yarım yüzyılda Lübnan ne zaman ayağa kalkıp iyileşmeye başlasa Körfez sakinleri turizm, eğitim ve yatırım amacıyla kendisine akın ettiler. Vatandaşlarının isteği ile Körfez hükümetleri birçok kez Lübnan’a yardım ettiler. Lübnan iç savaşı sonrası dönem, bu iletişimin en iyi tanığıdır. Korona pandemisi sonrası dönemde, Kuveyt vatandaşı olmayanların ülkelerine dönme sürecinde resmi makamlara yardımcı olan bir Kuveytli gönüllünün, Youtube’da yayınlanan bir videodaki samimi sözleri, bu duygulu ilişkiyi yeniden uyandırdı. Kuveytli gönüllü tanık olduklarını şu net sözlerle dile getirdi: Üstesinden gelmeye çalıştığımız bu zor işimizde (ülkelerine dönmek isteyenlerin dönüşlerini kolaylaştırmak) ülkemizden ayrılan diğer onlarca uyruklardan gruplar arasında Lübnanlı grup gibisiyle karşılaşmadım. Lübnanlılar bu süreçte en sakin, en düzenli ve uysal gruptu. Sakince ülkemizden ayrılıp kendi ülkelerine döndüler. Ardından da şunu ekledi: Allah’ın izniyle en kısa sürede onların geri dönüşlerine tanık olmayı temenni ediyorum.
Bu sözler etkili ve samimiydi. Deneyimleri, çevre ve ortamla başa çıkma yöntemleri nedeniyle Lübnanlıların varlığı geçmişte olduğu gibi halen Körfez bölgesinde memnuniyetle karşılanmaktadır. Tabi ki, Hizbullah’ın Körfez bölgesi ve halkına yönelik iyi niyetli olmayan (bu kendisi hakkında söylenebilecek en hafif tabirdir) hedefleri ile işbirliği yapmayı seçen veya buna zorlanan azınlık bir grup dışında. Bu yüzden, Lübnanlıların çoğunluğu ile Hizbullah’ın ideolojisine bağlı olanları birbirinden ayırmak gerekiyor. Bunun nedeni, söz konusu ideolojinin bölgesel ve küresel koşulları ve verileri veya 21’inci yüzyılda Lübnan vatandaşlarının ihtiyaçlarını anlamaması değildir. Mantıksal olarak, bir devlet içinde yer alıp aynı zamanda başka bir devlete bağlı bir silahlı örgütünün varlığının inanılmaz olmasıdır. Bu, söz konusu devleti bir başka devletin silahlı koluna dönüştürür. Lübnan’da kelimenin tam anlamıyla devletsizliğe yol açan hızla kötüleşen ekonomik ve siyasi durumun nedeni “bir devlet içinde iki silahın varlığıdır.”
Bir önceki hafta Lübnanlıların protesto ettikleri diğer silahın varlığı, Lübnan’daki kötü durumun ve sorunun köşe taşıdır. Zira bu silahın kararlarını Tahran belirlemektedir. Bu nedenle, bir vatan olarak Lübnan’ın ve halk olarak Lübnanlıların çıkarları kendisini uzaktan yakından hiçbir şekilde ilgilendirmemektedir. Lübnan’ı Suriye, Irak, Yemen ve Tahran’ın kendisine emrettiği her yerde faydasız savaşlara sürüklemesinden, bunun için çoğunlukla ait olduğu dini gruptan Lübnanlıların canlarını feda etmekten kaçınmamasından bahsetmiyoruz bile. Bu kişilerin Hizbullah’ın savaşlarına katkıda bulunmasının nedeni ise ya kötü ekonomik durum ortasında bir gelire ihtiyaçları olması, buna zorlanmaları, tehditlerden korkmaları ya da bundan faydalanmalardır. Yabancı ülkelerdeki savaş alanlarında savaşmak ve ölmek için zorla gönüllü olmak dışında önlerindeki tüm yolların kapalı olmasıdır.
Öte yandan, Hizbullah’ın müttefiki, politik ve çıkarcı nedenlerle kendisine arkasına sığınacağı bir kalkan sağlayan Hristiyan gruplar da çoğu zaman bütün Lübnanlıların çıkarlarını hiçe saymaktadır. Hatta Hristiyanların Lübnan devletinin kuruluşu için verdikleri uzun direniş tarihine sırtlarını dönmektedirler.
Bütün bunlar, Esed’in elinden kurtulduktan sonra kısa vadeli çıkarlar için Lübnan’ı gönüllü olarak kurtların arasına attılar. İşlerin çıkmaza girene kadar kötüleşmesine izin verdiler. Sonunda sıradan Lübnanlıların önünde tek çare kaldı: Ya koronadan ya da açlıktan ölmek. Resmi Lübnan istatistiklerine göre son 10 yılda, bir milyonun dörtte üçünün başvurduğu göç kapısı bile son birkaç aydır kapalı. Lübnanlılar artık Hizbullah’ın Lübnan’ın güney sınırlarını koruduğu sanrısından uyanmaya başladılar. Ama bu ağır ilerleyen bir süreç. Bu sanrının komikliğini anladıkça kurtuluşa daha da yaklaşacaklar. Çünkü gerçek, Lübnan’ın sınırlarını Hizbullah’ın değil BM kararlarının koruduğu, Hizbullah’ın güneyde İsrail ile kapsamlı bir çatışmaya girmesi durumunda bütün projesini yok edecek felaket sonuçlarla karşılaşabileceğini bildiğidir. Bu, sadece dolandırıcıların söylediği, akılsızların inandığı, bazılarını eleştiriden bazılarını da kınanmamak için kınamaktan alıkoyan kuru bir gürültüdür.
Bundan da öte, Hizbullah İsrail için tartışmasız bir ihtiyaçtır. İsrail ondan hiçbir şekilde zarar görmemektedir. Aksine İsrail, Hizbullah’ın birçok ülkede terör örgütü olarak tasnif edilmesini sağlayarak Lübnan’ı uluslararası toplumdan soyutlamak için kendisini bir araç ve gerekçe olarak kullanmaktadır. Ancak İsrail’e en çok fayda sağlayacak şey, Lübnan ile aynı doğaya sahip ülkesi endüstri, turizm ve tarım alanında gelişirken Lübnan’ın yoksul kalması ve kalkınamamasıdır. İsrail bir demokrasi vahası gibi görünürken Lübnan’ın yolsuzluğa batmış bir durumda görünmesidir ki Hizbullah da bunu sağlıyor.
Elbette bugün hiç kimse Lübnan’a yardım eli uzatamıyor çünkü bugün geçmişte olduğundan çok daha fazla Hizbullah’ın kontrolü altında. Kendisine yapılacak yardımlar halkın değil Hizbullah’ın öncelikleri için harcanacak. Cumhurbaşkanlığı, başbakanlık ve meclis başkanlığı kısaca tüm organlar isteyerek, zorla ya da çıkarları gereği onun hükmü altında. Birkaç ay önce Hizbullah ve müttefikleri IMF’ye başvurmanın komplo olduğunu söylüyorlardı. Bugün ise hükümeti, ancak şartları yerine getirmesi durumunda alacağı yardım için IMF’ye yalvarıyor. Buna karşılık, Hizbullah’ı terör örgütü olarak tasnif eden ülkelerin sayısı artıyor. Lübnan’da sınır kapılarını kontrol eden Hizbullah. Lübnan’ın dışına ve içine yapılan kaçakçılık eylemlerinden sorumlu olan o. Lübnan’da devlet o. Örgüt liderlerinin duymak isteyenlere arada bir haykırdıkları gerçek işte budur.
 Lübnan’ın güzel yüzüne gülümsemeyi acaba kim geri verecek?
Ona gülümsemesini ancak adı “direniş” olan ve artık akıllı hiç kimseyi ikna etmeyen efsaneyi yıkacak bir halk uyanışı, dini gruplar, partiler, kesimler ve mezhepleri birbirinden ayıran yeni bir farkındalık iade edebilir. Lübnanlıların tek bir sloganı, “Silah sadece ordunun elinde olmalıdır” sloganını yükseltmeleri ile bu gülümseme geri dönecektir. Lübnan’ın yeniden ayağa kalkma süreci böyle başlayacaktır. Ancak o zaman, Doğu’nun İsviçre’si adı verilen bu aydınlık yüz yeniden gülümseyecek ve Lübnan tekrar halkına ait olacaktır.
Son olarak, ekonomik açıdan Lübnan yoksul değildir. İnsan ve doğal kaynakları çoktur. Yoksulluğunun nedeni, içindeki bazı grupların efsanevi söylemlere ve sloganlara güvenmesidir. Onlardan kurtulduğunda Lübnan kolayca iyileşecektir!