Nebil Amr
Filistinli siyasetçi ve yazar
TT

FKÖ: Bir örgütü ancak kendi üyeleri bitirebilir

Kendimi Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) ikinci nesil kurucularından sayarım. Konsey ve idari bölümleri gibi kurumlarından birinde görev almak eğer bir örgüte katılım tarihi olarak kabul edilirse, 1968 yılı benim FKÖ’ne katılım tarihidir. Ulusal Fonu’ndan ilk maaşımı, Faruk Kudumi kendi bölümünde (Halk Örgütü) çalışmam için beni seçtiği zaman aldım.
Fetih ve FKÖ, ulaşmış olduğum örgütsel seviye ve mesleğimdeki statümün siyasi köküdür. Fetih ve FKÖ ile ilişkim, örgüte yerleşen, savaşlar ile başarılar arasında bölünmüş tarihinin tekrar eden bölümlerini yaşayan nesillerin takip ettiği ikinci neslin ilişkisidir. Kimimiz kovalandığımız için bir sürgün yerinden bir diğerine dolaştık. Kimimizin de hayatını bu tekrarlanan savaşlar aldı. Bazıları da FKÖ üyesi ve kurumlarında görev almamış olsalar da herhangi bir siyasi parti ya da çerçeveye duyulacak bağdan daha büyük, ciddi ve derin bir şekilde ona bağlı kaldılar. Diğer bir deyişle FKÖ, ana vatan kurtarılıp toprakları – en azından bir bölümü- üzerinde bütün Filistinliler için bir evi, siyasi kimliklerini, varlıklarını ve yaşamlarını kucaklayacak gerçek bir devlet kurulana kadar hepimizin manevi vatanı oldu.
Küçük idari sorunlardan büyük siyasi tercihlere örgütün üyelerinin her konuda ihtilafa düşmeleri doğal ve mantıklıydı. Bu ihtilaflar kimi zaman öyle büyürdü ki örgütün bir şubesinin üyeleri aralarında ya da diğer bir şube ile silahlı çatışmaya kadar varırdı. Keza, örgütün saf bir Filistinli organ olarak kalmaması da mantıklı ve doğaldı. Örgüt sürgündeyken, kendisini çevreleyen coğrafyaya egemen olan güçlerin temsilcilerini de bir araya getirirdi. Bu göreceli de olsa, ulusal hareket ile Kurtuluş Örgütü’nün omurgası haline gelen Fetih Hareketi’ni uzun bir süre Filistinlilerin kararının bağımsızlığını korumak için çabalamaya zorladı. FKÖ, bu çabası sayesinde bir yandan Filistinlilerin bağımsız karar alma haklarını korurken diğer yandan da çevre ülkelerdeki güçlerin temsilcileriyle bir arada yaşayabildi. Gene Fetih’in kendi içinden müdahalelerden kaynaklanan yapısal bölünmelerden muzdarip olması da doğal ve mantıklıdır. Ancak örgüt içindeki temel akım, baskın popülerliği ve hiç kimsenin boy ölçüşemeyeceği etkisi, savaşlara, müdahalelere, müttefikler ile rakipler arasındaki güçlü bölünmelere rağmen örgütü ve bağımsızlığını nispeten korumasını sağladı. Burada nispeten sözcüğü ile kastedilen örgütün kendisine uygun olmayan politikalara boyun eğmemesi için ihtiyacı olan alandır.
FKÖ’nün kombinasyonu, siyasal İslam yükselip güçlü bir şekilde kapısına dayanmadan önce Fetih Hareketi’nin belirlediği siyasi yönelimle tamamen uyumluydu. İhtiyacı olan Arap hatta uluslararası kalkan her zaman mevcuttu. Dengeli ülkeler, Fetih Hareketi liderliğinin FKÖ’yü etkili Arap rejimlerle yakın bağları olan bazı örgütlerin savunduğu aşırılığa değil ılımlılığa götüreceğini biliyorlardı. Bu nedenle iç güç denge de Fetih Hareketi ve ılımlı liderliği, zirvelerde alınan Arap kararları ile tamamen uyumlu siyasi çizgisi lehineydi.
Bu sırada, Filistinli siyasal İslam, FKÖ’nün yapısı dışında gelişiyor, siyasal İslam’ın bölgedeki güçlü varlığından yararlanarak sadece Filistin sahasında değil yerel ve bölgesel siyasi denklemlerde de yerini almaya hazırlanıyordu. Filistinli siyasal İslam başlangıçta Filistin sahasına girmesini sağlayacak birçok kapıdan biri olan “mücadele ve direniş” sloganlarını kullanma konusunda uzun bir süre çekimser kalmıştı. Bunun nedeni, buna hazırlanmak ve elindeki kozları geliştirmek için yeterli zamana ihtiyaç duyması yahut Fetih ile FKÖ’nün kurduğu ve yönettiği ulusal akımın zayıflamaya, formülleri donuklaşırken siyasi seçeneklerinin belirsizleşmeye başladığına oynadığı bahis olabilir.
Filistinli siyasal İslam’ın FKÖ yapısı içinde yer alması için ciddi girişimlerde bulunulsa da hepsi başarısız oldu. Bunlar, siyasi eğilimleri farklı olduğu için değil etki ve güç paylaşımı konusundaki anlaşmazlık nedeniyle başarısız olmuşlardı. Siyasal İslam ile müzakerelere başkanlık eden Yaser Arafat, kendisine aşılması mümkün olmayan kırmızı bir çizgi belirlemişti. Buna göre siyasal İslam’ın katılımı, kendisine genel politik yönelime fiili olarak etki etme gücü sağlamayacak boyutta olmalıydı. Çünkü Filistinli siyasal İslam olgusu, Arafat, Fetih ve FKÖ’nün İsrail ile uzlaşmaya ve barış görüşmelerine hazırlandıkları bir dönemde gelişip serpilmişti. Bu şartlar altında, siyasal İslam’ın FKÖ yapısı içinde etkin olması, diğer güçler ile ittifak ederek siyasi karar alma mekanizmasını düğümleyecek hatta barış girişimini başarısızlığa uğratacak bir güçte olması Arafat için uygun değildi.
Filistin davasında, içinde yer alan bütün oluşumları ile FKÖ için tarihi dönüm noktası Oslo sürecidir. Burada yapılan bir dizi hata, Filistinli siyasal İslam’a genişlemek ve etkisini ikiye katlamak için adeta altından bir fırsat sundu. Bu hatalar sayesinde Hamas, çok kısa bir süre içinde Oslo Anlaşması’na göre düzenlenen seçimleri (Oslo karşıtı söylemlerini sürdürmesine rağmen) kazandı. FKÖ’nün siyaset sahnesinin dışında kalacak kadar zayıflaması, İsrail sağının iktidara ulaşması ve Oslo Anlaşmasının bittiğini deklare etmesi (tabi kendi özel yöntemleri ile) nedeniyle bir devlete dönüşme çabaları başarısız olan Filistin Ulusal Otoritesinin zayıflığı da Hamas’ın bu zaferini destekledi.
Oslo sürecinde yapılan ilk hata, FKÖ’nün siyasi hayat içindeki rolünü pekiştirmek yerine kendisini marjinalleştirmekti. Oysa tek başına örgüt, ana hedefe ulaşıncaya kadar (Filistin devletinin kuruluşu) siyasi projede kendisine ilerleme imkanı veren en güçlü meşruiyete sahip kuruluştu.
İkinci hata, bütün ulusal yük ve görevlerin yeni kurulan, genç, genel ulusal alanda zayıf bir meşruiyete sahip otoriteye yüklenmesiydi. Fetih ve FKÖ’den oluşan büyük bir yapının Filistin Ulusal Otoritesi gibi küçük ve dar bir yapının içine hapsedilmesiydi.
Şimdi, Oslo süreci pratik olarak sona ermiş ve ondan geriye Filistin topraklarını parça parça yutmaya doymayan açgözlü İsrail sağının kontrol ettiği fiili bir durumdan başka bir şey kalmamışken Filistinliler kendilerini farklı bir gerçeklik karşısında buldular. Şimdi, Filistin Ulusal Otoritesi kuşatılmış ve yoksul. Başındakiler bile kaderinin ne olacağını bilmiyorlar. FKÖ de zayıf ve idari, siyasi ve ekonomik yapısı, kaderi belirsiz Ulusal Otorite’nin yerini alabilecek güçte değil. Böyle bir durum, Filistinli karar sahiplerini kaçınılmaz olarak zor seçimlere yöneltiyor. Bunlar arasında belki de en zoru, siyasi ufku sınırlı olsa da insanların günlük ihtiyaçlarını karşılamak için zorunlu ve acil bir gereksinim olan zayıf Filistin Ulusal Otoritesini koruma seçeneğinin ne kadar mantıklı olduğudur. Bir diğer zorlu seçim, ulusal ve uluslararası açıdan meşruiyeti halen daha güçlü bir çerçeveye sahip olan FKÖ’ye geri dönmektir (tabi ki Ulusal Otorite’nin bir alternatifi olarak değil). Bunun için ilk olarak, FKÖ’nün asıl sahipleri olan ve siyasal İslam olgusu ortaya çıkmadan önce kendisini oluşturan bağımsız grup ve güçler arasında ulusal birliği yeniden tesis etmek için daha ciddi çabalar harcanmalı. Bu sağlandığında, FKÖ’yü ortadan kaldırma veya siyasal İslam muhafızlarının hedefledikleri ve başka bir taraf adına ele geçirmeye hazırlandıkları meşruiyetine el koyma girişimleri sona ermeyebilir. Ama bu tarafların başarılı olmaları imkansız denilecek kadar zorlaşacaktır.
Bir örgütü başkaları değil sadece kendi üyeleri bitirebilir. FKÖ’nün kendi üyelerinin hatalarından dolayı uğradığı tüm zararları dürüst bir şekilde (siyasal İslam’ın planladığı gibi değil) gözden geçirmek için hiç de geç değil.