Racih Huri
Lübnanlı yazar
TT

Açlık devrimini başarısızlığa uğratmak için fitne çıkarmak

Geçen hafta cumartesi günü Beyrut’ta göstericiler arasında yaşanan şiddetli çatışmalar, bazı bölgelere nüfuz etme girişimleri ve mezhepçi duyguları körükleyen sloganlar nedeniyle neredeyse iç savaş odaklarını tetikleyecekti.
Bu, kesinlikle şaşırtıcı değildi. Aksine boğucu ekonomik kriz nedeniyle geçen yıl 17 Ekim’de başlayan, ülkeyi yağmalayıp iflasa sürükleyen tüm siyasi takımın istifasını talep eden kitlesel halk devriminden bu yana ardışık biçimde devam eden protesto gösterilerinin beklenen bir sonucuydu.
Asıl ilginç olan Cumhurbaşkanı Mişel Avn’ın bu bağlamda yaptığı yorumdu. Avn sanki Lübnan iflasa ve başarısızlığa sürüklenirken uyarı zili bir anlığa bile susmuş gibi “Yaşananlar herkes için bir uyarı zilidir” açıklamasını yaptı. Bir başka ilginç yorum da Parlamento Başkanı Nebih Berri’den geldi. Berri, fitne sanki daha önce uyuyordu ya da hep uyumuştu da bu olaylar üzerine şimdi uyanmış gibi: “Fitne, ülkemizi ve birliğini hedef almak için bir kez daha başını uzatıyor. Fitneyi uyandıranlara lanet olsun” yorumunda bulundu. Öte yandan, Şehitler Meydanı’nda göstericilerin çadırlarının yakılması, Hizbullah ve Emel Hareketi’ne bağlı, saldırıları sırasında kasıtlı olarak her zaman “Şia, Şia” sloganı atan grupların göstericileri hedef alan şiddetli saldırıları, bu fitneyi uyandıracak eylemler değil. Bu slogan her zaman şaşırtıcı ve kışkırtıcıydı. Zira göstericiler arasında bütün Lübnanlılar gibi ekonomik krizin öğüttüğü çok sayıda Şii de bulunuyor.
Ekim ayında başlayan gösteriler sırasında Hizbullah’ın itirazı, devrimcilerin ülkeyi yöneten ve iflasa sürükleyen tüm siyasi takımın uzaklaştırılması anlamına gelen “Hepiniz yani hepiniz” sloganına yönelikti. Çünkü bu, sadece güç dengelerinin mimarı değil, aynı zamanda kendisini kararlaştıran olarak Hizbullah ve liderliğini de kapsıyordu. Nitekim, örneğin, müttefiki Cumhurbaşkanı Mişel Avn seçilmeden önce Lübnan’da 2 buçuk yıl süren cumhurbaşkanlığı krizinin arkasında Hizbullah vardı. Saad Hariri’nin istifasından sonra mevcut tek renkli hükümetin kuruluşunu düzenleyen de oydu.
Geçen cumartesi düzenlenen son gösterilerin akşamında göstericilerin liderleri ikiye bölünmüştü. Bir grup, açık ve net bir şekilde Hizbullah’a silahını devlete teslim etme çağrısında bulunan 1559 ve 1701 sayılı kararların uygulanmasını talep ederek gösterilerde “Hizbullah’ın silahsızlandırılması” sloganını kullanmaları gerektiğini düşünüyordu. Diğer grup ise bilhassa maruz kaldığı ABD yaptırımlarından sonra yaşadığı kriz, Lübnan’dan Suriye ve Irak’a İran akımını boğmaya çalışan ABD’nin Ceaser (Sezar) Yasası’nın yürürlüğe girmesi ışığında, bunun, Hizbullah’ı kaos yaratmaya itebileceği görüşündeydi.
Cumartesi günü, 1975 yılında patlak veren iç savaşın fitilinin ateşlendiği yer olan Ayn el-Rummana bölgesinin girişinde, bölgenin gençleri ile bölgeye sızmaya çalışan Güney Beyrut gençleri arasında şiddetli çatışmalar yaşandı. Gece ise Sünni ve Şii mezhepçi sloganlar nedeniyle Barbur bölgesinde çatışmalar yaşandı ve karşılıklı ateş açıldı. Beyrut’un şehir merkezine gelince, burada özellikle “Şia, Şia” sloganları altında yaşanan çatışmalardan sonra adeta iç savaş zamanında batı ve doğu olarak bölünen Beyrut’u hatırlatan görüntüler ortaya çıktı. Bu olaylar sırasında atılan “Şia” sloganı daha önce de belirttiğimiz gibi kışkırtıcıydı. Çünkü bütün Lübnanlılar gibi Şiiler de işsiz sayısının 1 milyona ulaşacağına dair tahminlerin gölgesinde ülkenin sürüklendiği bir kara felaketin, iki gün önce doların 5 bin Lübnan lirası seviyesine ulaşmasına neden olan ekonomik krizin kurbanlarıdır.
Bütün bunlar yaşanırken, Lübnan’daki resmi siyasi sahnenin durumu gerçekten trajikti. Zira ne uyarı zilinden bahseden ne de uyuyan fitneyi uyandıranlara lanet okuyan açıklamaların bir anlamı var. Dini merciler ile politik liderlerin yaptığı mezhepçi sloganları kınayan bütün açıklamalar da sorunu derinlemesine ele almıyor. Aksine onu temel hedefinden (açlık, ekmek, işsizlik ve insanların artan ümitsizliği) saptırmaya çalışıyor. Bütün bunlar, halkı daha fazla gösteri düzenlemeye, bundan zarar gören politikacı ve güç sahiplerini ise halk devrimini başarısızlığa uğratmaya çalışmaya, Lübnan’ı iç savaş ve bölünmeye geri götürecek yan çatışmalar yaratmaya sevk edecektir. 1975’teki savaş öncesi yaşanan hadiseleri hatırlayanlar, onları bugün yaşanan bazı olaylarla karşılaştırmaktan çekinmeyeceklerdir.
Dikkat çekici nokta, bütün bunların, Lübnan hükümetinin IMF ile müzakereler yürüttüğü bir zamanda yaşanmasıdır. Birçok nedenden dolayı bu müzakereler, şu ana kadar boş bir halka içinde dönüp duruyormuş gibi görünüyor. Hükümet, Dünya Bankası uzmanlarına mali durumu ve borcu hakkında gerçekten çelişkili ve hatalı sayılar vermesinin yanı sıra buram buram yolsuzluk kokan politikalarını da sürdürüyor. IMF ve CEDAR Konferansına katılan bağışçı ülkelerden alınacak herhangi bir yardımın temel koşulu, köklü, ciddi ve derin bir reform sürecini başlatmak olmasına rağmen buna dair herhangi bir gerçek arzu ve istek göstermiyor. Ne var ki sorun sadece CEDAR Konferansı mekanizmasını takipten sorumlu Fransa temsilcisi Büyükelçi Pierre Dukan’ın ulaşmış olduğu ve yetkililere ilettiği “Lübnan düzelmesi imkânsız bir ülke” tespiti ile sınırlı değil. Buna ek olarak, The American Task Force for Lebanon Başkanı Edward Gabriel’ın Beyrut’taki yetkililere verdiği, “Kirli bir bezle evinizi temizleyemezsiniz” şeklindeki açık, net ve acı öğüt de vardır. Peki, bu kirli bez nedir?
Kendisi, Lübnan’ın çökmüş ve başarısız ülkelerden biri olmasının nedenidir. Bu bağlamda, Uluslararası Kriz Grubu pazartesi günü, ekonomik krizi Lübnan’ın tarihinde benzeri görülmemiş bir kriz olarak tanımlayan ve Lübnan’ın daha kötü sonuçlardan kaçınmak için dış yardımlara ihtiyacı olduğunu belirten bir rapor yayınladı. Rapor ayrıca Lübnan’a yardımcı olabilecek tarafların, “yolsuzluk ve adam kayırmacılığın kökünü kazımayı amaçlayan çabalara ve finansal sistemin normale dönmesinin gerekliliğine odaklandığını da ifade etti.
Peki ama nasıl?
Uluslararası Kriz Grubu raporu da devrimcilerin aylardır haykırdıkları “Hepiniz yani hepiniz” sloganına benzer bir biçimde aynen şunu söylüyor: “Herhangi bir yapısal değişiklik, devlet kaynaklarını ve kamu mallarını ele geçirmek ve yeniden paylaştırmak için kendi kendine hizmet eden yozlaşmış bozuk grupların faaliyet gösterdikleri mevcut siyasi modele son vermelidir.” Evet rapor, tam olarak bu ifadeyi kullandı. Hatta IMF ve bağışçı ülkelerde sözü epey geçen söz konusu grup, raporunda şu ifadeye yer vermekten de çekinmedi: “Siyasi sınıfın bu dönüşümü gerçekleştirebilme yeteneği oldukça şüphelidir. Çünkü bu durumda, kendi ayağı altındaki halıyı çekmiş sayılacak.”
Bundan da öte rapor şu tespite de yer verdi: “17 Ekim'den bu yana sokaklarda bulunan Lübnanlılar, ülkedeki politikacılar üzerinde sürekli baskı kurmanın yollarını bulamazlarsa, siyasi sınıfın bunu yapacağını hayal etmek çok zor.” Ancak, bahsedilen politikacılar bunu hiçbir şekilde yapmayacaklardır. Çünkü hiç kimse bizzat sağ eliyle sol elini kesmez. Bu yüzden, ahmakça ve krizi daha da büyüten iki çözüm aracılığıyla bundan kaçmaya çalışıyorlar:
Birincisi, kendileri devletin kaynaklarını yağmalamaya devam ederken Merkez Bankası aracılığıyla yağmaladıkları ülkenin iflasının sorumluluğunu sıradan insanların bankalardaki mevduatları aracılığıyla özel sektöre yüklüyorlar. Bu bankaları, yağmalanan devletin borçlarını kapatmaya katkıda bulunmaya zorluyorlar. Bakanlar Kurulunun 24 saat içinde almış olduğu iptal kararını bozması ve baskı altında yüz milyonlarca dolara mal olacak Selaata’daki üçüncü elektrik santrali yapımı projesini yeniden kabul etmesi bunun kanıtıdır. Patlak veren akaryakıt skandallarına ve elektrik sektörü tek başına Lübnan’a 52 milyar dolara (kamu borcunun % 62’sine) mal olmasına rağmen bu proje yeniden kabul edildi.
İkincisi, halk devrimini mezhepçi fitne aracılığıyla başarısızlığa uğratarak bitirmek, ülkeyi iç savaşta olduğu gibi barikatlarla bölecek bir sürece sokmaya çalışmak. Çünkü açlığın iki sonucu vardır: Ya insanlar umutsuzluğa yenik düşerek intihar eder ki, zaten birçok kişi bunu yaptı. Ya da geçen cumartesi başını uzatan iğrenç mezhepçi arka planlara dayanarak yeni bir iç savaşa dönüşebilecek şiddetli bir açlar devrimi patlak verir. Evet, geçen cumartesi yaşananların bir uyarı zili olduğu söyleyenler oldu ama bu zil zaten çalmayı hiç bırakmamıştı. Fitne hiç uyumamıştı çünkü açlar uyuyamaz.