Vahdettin İnce
Yazar
TT

Arap dramı

Yarım asrı geçti ömrüm. Ben daha doğmadan başlamış Arapların dramı. Birinci Dünya Savaşı. Osmanlıdan kopuş.
Büyük bir Arap devleti kurma umutları ve parçalanmış bir coğrafyaya razı olma sükutu hayali. Bağımsızlık savaşları ve İsrail’in kurulması ile birlikte Filistin’in işgali.
Bunlar ben doğmadan yaşanan kanlı bir tarih. Ben doğduktan sonra ilk hatırladığım bizim köylülerin dilinden düşürmedikleri Arap-İsrail savaşıdır (1967). Sonrası da var.
Aynı kanlı süreç hala devam ediyor. 22 Arap ülkesinin birkaç tanesini saymasak hemen hepsinde belli aralıklarla kanlı olaylar sürüp gitmektedir.
Daha dün gibi hatıralardaki yerini koruyor meşhur Lübnan iç savaşı.
Tekrar başlama potansiyeli olmalı ki her hükümet krizinde analistlerin aklına ilk gelen şey o meşum iç savaşın tekrar başlaması ihtimalidir.
Diken üstünde olan sadece Lübnan değil, bütün Arap ülkelerinde böyle bir potansiyel var.
Yan yana dizilmiş balonlar gibi, biri eline bir toplu iğne almış, canı istedikçe birini patlatıyor misali.
Zaten Filistin kapanmayan bir yara. Kanı durdurmak mümkün olamıyor.
Bugüne kadar belki yüz tane barış planını duydum ama yürürlükte olan bir plan var o da kan, ölüm, gözyaşı ve tükeniştir. Filistin ana yara. Hep açık kalacak gibi.
Senelerce Kuzey-Güney Yemen savaşlarını duyduk. Kaç bin Yemenli kuzey için ya da güney için öldü bilmiyoruz.
Bugün yine savaş var Yemen’de ve kuzeyden, güneyden, doğudan, batıdan ölüyorlar durmadan. Ne kadar sürecek belli değil.
Suriye’de on yıla yaklaştı iç savaş. Milyonlarca Suriyeli evini barkını terk etti. Başka diyarlara göçtü, sefil, perişan, derbeder oldu.
Ne kadarı öldü sayılamıyor bile. Geçenlerde bazı fotoğraflar yansıdı basına.
Binlercesi zindanlarda işkenceyle öldürülmüş. Çetelerin, örgütlerin katliamları, tecavüzleri, talanları artık takip edilemiyor bile.
Şimdilerde Libya. Ömer Muhtar’ın destansı mücadelesinin geçtiği sempatik insanların vatanı. Kanıyor. Kan kaybediyor. Kaç koldan saldırı altındadır. Eski yeni ne kadar emperyalist varsa orada.
Bir de Kaddafi’yi hatırlıyor insan ister istemez. Arap dünyasında, İslam aleminde heyecan yaratmıştı bir zamanların genç darbeci albayı.
Meşhur “Yeşil Kitab”ı konuşuluyordu. Literatüre yeni kavramlar kazandırıyordu, Cemahiriye gibi. ülkenin de Libya Arap Halk Sosyalist Cemahiriyesi gibi akılda tutulması zor ve ülkenin yüzölçümünden daha uzun bir ismi vardı.
Bu yüzden biz kısaca Libya diyorduk. Bir de hemen hemen her sene ya bir Arap ülkesiyle ya da bir Afrika ülkesiyle birleşme görüşmeleri yapardı.
Bir türlü olmazdı nedense. Bazen En maşrıktaki ya da en mağripteki bir ülke ile birleşme pazarlıkları yapardı ki insan merak ederdi nasıl birleşecekler diye.
Sanki imkansızlıkları göstermek isterdi bize. Bazen de küserdi adeta. Araplardan ümidini kesmiş gibi Afrika birliğine yönelirdi.
Sonra tutmayınca tekrar Araplara dönerdi. Bu garip adam sadece fikirleriyle değil davranışlarıyla da ilginçti.
Avrupa başkentlerine Bedevi çadırlarını kurmasıyla gündeme gelirdi bir de.
Aslında ben bunları batı medeniyetine bir soylu başkaldırı olarak okumaya meyyaldım; fakat yine de tekinsiz gelirdi bana.
Her neyse, Arap baharı (!) sürecinde vahşice öldürülünce ne olursa olsun, hiçbir insan bu şekilde ölmeyi hak etmemiştir dediğimi hatırlıyorum.
Darmadağın oldu cürmünden uzun cemahiriye, çöl kumları gibi etrafa saçıldı evlatlarının paramparça bedenleriyle birlikte.
Ömer Muhtar’ın yurdu çölde bir serap oldu.
İslam ümmetinin omurgası Arap milleti tükeniyor farkında mısınız.