Bülent Şahin Erdeğer
TT

Kim kimi kandırabilir?

Gülen yapılanması ile diğer muhafazakar grupların ilişki geçmişi yapılanmanın kurulduğu 1965’e dayanır.
80 öncesi tarikat ve cemaatlerin iç içe geçtikleri keskin ayrışmaların olmadığı bir gerçektir.
Fethullah Gülen de zaten Mehmed Kırkıncı aracılığıyla Nurculuk içerisinde itibar kazanmış ve kendi özel çalışmalarıyla 80 darbesi sonrası Nurculuğun bir alt kolu şeklinde örgütlenmiştir.
80’lerde karşımızda Milli Görüş, radikal İslamcılar, Süleymancılık ve Nurculuk şeklinde 4 ana damar vardı. Gülen de Nurculuğun altında kendi yapısını büyütüyordu.
Milli Görüş, 28 Şubat sonrası bölünme yaşamış; AK Parti, Milli Görüş’ten ayrılarak çoğulcu bir çatı halini almıştı.
Gülenciler bu süreçte Nurculuk içinde de baskın grup haline gelmişti. İşte o çatının altına da girmişlerdi.
Devlet, Cumhuriyet tarihinde Mevlevilikten sonra ilk kez resmi olarak dini bir cemaate kefil olmuştu.
Türk okulları, hoşgörü, barış köprüleri, seküler kesim ve dindarların barıştırılması, liberalizm ve çoğulculuk söylemlerinin sözcüsü gibi hareket ediyordu o dönemde Fethullahçılar.  
Böyle pozitif ve akredite bir cemaat hem devlet hem de kamuoyu nazarında makbul dindarlığı temsil etmekle kalmıyor her dayanışma ağı gibi cemaate mensup olanlara iş, aş, eş, itibar, ticaret ağı gibi ayrıcalıklar da sağlıyordu.
İşte tüm bu sebeplerden dolayı Gülen yapılanması sahip olduğu çekirdek tabanın ötesine geçerek tabanını genişletti.
Cemaat sohbetlerine katılan, cemaatin olanakları ve söylemlerinden etkilenen gönüllü ya da çıkarcı kimseler o dönemde Fethullah Gülen’e sempati ile yaklaşıyor, organizasyonlarında yer alıyorlardı.
Peki, birtakım “alimler” “kanaat önderleri” ne haldeydiler?
Fethullahçıların lüks ve şatafatlı gövde gösterilerinde boy gösterip sempozyumlarında buluşmalarında boy göstermemişler miydi?
Sır Kapısı gibi pespaye hurafe dizilerine konsept danışmanı diye imzasını, itibarını teslim edecek kadar pragmatik ilişkilere girmemişlerdi.
Fethullah Gülen’e dini camialar arasında itibar kazandırmak amacı dışında hiçbir değeri olmayan “Fethullah Gülen’in Fıkhını Anlamak” gibi sipariş kitaplara imzalarını atacak kadar çürümemiş miydi akademi?
Legal olmanın ötesinde kefil olunan bir yapılanmaya verilen desteklerde kim kimi kandırmıştı?
Sıradan vatandaşın, çıkarcı tüccarın, samimi seküler ya da dindarın kandırılması bu açıdan anlaşılabilir.
Ancak…
Yönetme sorumluluğunda bulunanların Gülen yapılanmasının yerel ve küresel stratejilerini bilmemeleri düşünülemez.
Şayet düşünülebilirse bu yönetme makamında bulunanların sorumluluklarını yerine getirmedikleri anlamına gelir.
Gazetecilerin, kanaat önderlerinin, araştırmacıların Gülen yapılanmasının niyetlerini, teori ve hedeflerini bilmemeleri düşünülemez.
Şayet düşünülebilirse bu o gazetecinin işini hakkıyla yapmadığını, o kanaat önderinin çevresinden bihaber olduğu, araştırmacıların saf ve beceriksiz olduğu ya da her dönem güçlü kimdense ondan yana olduğu anlamına gelir.
Dolayısıyla sıradan vatandaş ile yönetici sorumluluğunda olanların, gazetecilerin araştırmacıların alimlerin kandırılma eşikleri aynı olamaz.
Sorumluluk sahipleri ve öncüler kandırıldım diyerek hiç bir şey olmamış gibi yoluna devam edemez.
Gazeteciler, kanaat önderleri, araştırmacılar kandırıldım diyemezler.
Yapılması gereken Allah’a nasuh bir tevbe kamuoyuna da tutarlı bir muhasebe ve özeleştiri vermektir.
Özeleştiri nerelerde hatalar yapıldığı, hangi sebeplerle bu hataların işlendiğinin samimiyetle itirafını gerektirir.
İtiraf beraberinde özür dilemeyi, özür de bundan sonra aynı/benzeri hatalara düşülmemesi için teminat/söz vermeyi gerektirir.
Ama yapılan şey bu tutarlı, ilkeli etik tutumu tercih etmek yerine geçmişi yeniden yazıp, hafızaların tahrif edilmesi, her dönemde haklı olunduğu bir söylem tercih edilmesidir.
Kimse kusura bakmasın ama safa yatmak, kandırıldık söylemiyle yaşanan geçmişin geçiştirilmesi bir samimiyetsizlik olarak algılanıyor kamuoyunda.
Vesselam…