Fuad Matar
Lübnanlı gazeteci, araştırmacı yazar.
TT

Tehlikeyi önlemek için tarafsızlık, liderliği korumak için tarafsızlık

Kararları tekellerinde tutan ve başkalarının kaderlerini kontrol etme gücüne sahip büyüklerin çatışmasından kaynaklanan sıkıntı ve korku zamanlarında genellikle vatandaşların istikrarını koruyabilecek ve ülkeleri veya hükümetleri güvende tutabilecek düşünceler doğar. Lübnan’daki Marunilerin dini lideri de böyle bir korku ve sıkıntıyı, politik ve popüler bir pazarlamayla tarafsızlığı önererek dillendirmiş oldu. Maruni lider, bu önerisinden önce tarafsızlık fikrinin gereklilikleri hakkında istişarelerde bulunmadı. Hatta diğer Lübnanlı dini grupları temsil eden mercilerin görüşlerini de almadı. Bu istişarelerin yapılmaması, diğerlerinin görüş ve bakış açılarının hafife alındığı anlamına gelmiyor.
Aslına bakılırsa diğerleri, bu düşünce dillendirilir dillendirilmez kendisini sonuna kadar reddettiler. Bu fikri en azından kendileri ile görüşülmesini bile hoş karşılamadılar. İstişarelerin yapılamama nedenine dönecek olursak, tarafsızlık düşüncesi, aniden ve beklenmedik bir zamanda açıklandığında etkileşime girilen, ani şok nedeniyle epey tepki doğuran düşüncelerdendir. Dolayısıyla, düşüncenin sahibi Patrik Bişara er-Rai’nin, tüm tartışma, görüş bildirme ve tutum belirtme kapılarını açmak yerine şok ve sürpriz seçeneğini tercih ettiğini düşünebiliriz.
ABD’nin Güvenlik Konseyi’nde Filistin halkına adalet sağlayan, Putin’in de Suriye krizine dengeli bir çözüm öneren her karar taslağını veto etmesi gibi diğer Lübnanlı dini grupların da bu düşünceye karşı kendisini “veto edecek” kadar çok çekinceleri olması ve bir dereceye kadar ihtiyatlı olmaları doğaldır. Keza her bir dini grubun diğerinden farklı bir bakış açısı olması da. Bu ihtiyat ve çekincelerin temelinde, düşüncenin sahibi yani Patrik er-Rai’ye haksızlık eden bir duygu yer almaktadır. Buna göre, Patrik’in tarafsızlık formülünü sunmasının nedeni, Lübnanlı Hristiyanların içinde kökleşmiş korkularla bağlantılıdır.
Düşüncenin sahibi, Lübnan’ın karakteristik özelliklerini, her dini gruptaki en dindar sıradan insanlar dahil Lübnanlıların, siyasi ve entelektüel seçkinlere, keza iş adamlarına olan tutkularını çok iyi kavramış ve anlamış birisidir. Herhangi bir düşüncenin farklı taraflarla istişare edilmesinin kendisini, tartışmalar ocağının yakıtına dönüştüreceğini ve parlaklık ile pozitifliğini kaybetmesine neden olacağını, hatta diri diri gömülmesine yol açacağını düşündü. Bu nedenle, kendisine farklı tepkiler verilen ama genel olarak memnuniyetle karşılanan ve hayata geçmesi temenni edilen bu düşünceyi sürpriz bir şekilde açıkladı.
Lübnan formülünü tehdit etmeye başlayan sıkıntı, silaha sahip olduğu için daha güçlü tarafın lehine olacak şekilde Lübnan’ın rastgele bölünmesi olasılığı ve bunun Maruni Kilisesi liderini vaaz sırasında tarafsızlık formülünü deklare etmeye sevk etmesi, kısaca bütün bunlar bana, yayınlanması daha sonraya ertelenmiş hatıraları ve belgeleri hatırlattı. Araplar açısından merhum Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdunnasır ile bağdaşlaştırılan pozitif tarafsızlık fikri hakkındaki anıları ve bu konu ile ilgili konuşmaları akla getirdi. Yetmişli yıllarda, gazeteci olarak anlamakta zorlandığım Abdunnasır’ın uluslararası adım ve kararlarını, Kahire’de “el-Ahram” gazetesinin genel yayın yönetmeni Muhammed Hasaneyn el-Heykel, Hartum’da seçkin Sudan devlet adamı ve başbakan Muhammed Ahmed el-Mahcub’tan bana açıklamalarını isterdim. Her ikisi de Abdunnasır’a yakın kişilerden oldukları için onlarla bir araya geldiğimde Abdunnasır’ın bu kararları almasının sebeplerini sorgulardım. Abdunnasır’ın atmış olduğu bu uluslararası adımlardan biri de, Mısır’ın dış politikasının etiketlerinden biri olarak sunulan pozitif tarafsızlık politikasıydı. Abdunnasır tarafsızlığın, Arap toplantılarında alınan kararların siyasi bir öğesi olmasını umut ediyor ve bunun için çabalıyordu. Keza birkaç yıl boyunca bir kenara itilen düşüncenin daha dinamik bir şekilde geri dönmesi ve canlanmasından sonra daha aktif olmaya başlayan Arap Birliği zirvelerinin sonuç bildirgelerinin de.
Muhammed el-Heykel’in bana anlattığına göre, Bağlantısızlar Hareketi’nin temeli, 1955 yılının Şubat ayının ortalarında Abdunnasır ile Hindistan Başbakanı Cevahirlal Nehru arasında Nil’de bir yatta gerçekleşen ve birkaç saat süren görüşmede atıldı. İki liderin de vizyonları birbirine yakındı. Bu yüzden, Bağlantısızlar Hareketi, birçok üçüncü dünya ülkelerindeki hükümetlerin politikası haline geldi. Bu hareketin sembolleri (Abdunnasır, Nehru ve Tito) Soğuk Savaş’ın iki kutbu, gerek Washington’daki Beyaz Saray’ın efendileri gerekse Moskova’da Kremlin’in Troykalarının gündemlerinde yer almaya başladılar.
Başarısızlıkları ile başarıları, sembollerinin birbiri ardınca bu dünyadan ayrılırken, günümüzde dünyanın çok ihtiyaç duyduğu tarafsızlık düşüncesi ile ilgili bir metodoloji miras bırakmadıkları gibi Bağlantısızlar Hareketi hakkında birçok şey anlatabiliriz ama yerimiz dar. Ama şunu söyleyebiliriz, bugün dünya gerçekten tarafsızlığa ve yeni bir Bağlantısızlar Hareketine muhtaç çünkü bu kez kutuplarını Trump ABD’si ile Çin’in oluşturduğu yeni bir soğuk savaşın emareleri görülüyor. ABD-Sovyetler Birliği arasındaki eski savaşta kullanılan gerekçelerden farklı olarak bu savaşın gerekçelerinden birini de korona pandemisi oluşturuyor. Bu, ABD başkanlık seçimleri kampanyalarında ısrarla kullanılıyor.
Yine eski Sudan Başbakanı Muhammed Mahcub ile yaptığımız sohbetlerde bana anlattıkları, Nasırizm projesinde Bağlantısızlar Hareketi aşaması hakkındaki izlenimleri de kendisinden uzun uzun bahsedilmeyi hak ediyor. Görüşmelerimizin birinde bana, 1955’te düzenlenen Bandung Bağlantısız Ülkeler Konferansının, Abdunnasır’a istediği ünü kazandırdığını söylemişti. Bu sayede liderliği Mısır ile sınırlı kalmamış ve dünya kendisini doğulu Sovyetler Birliği ile batılı ABD arasında tarafsız bir Arap lider olarak kabul ettirmişti. Ne var ki, bu konferanstan hemen sonra imzalanan Çek silah anlaşması kendisine bu tarafsızlığını kaybettirdi. Çünkü bu anlaşma ile Batı’nın kabullenemeyeceği kadar Sovyet projesi içinde yer almaya başlamıştı. Bu kabullenememe, Mısır ile Batı arasında hassasiyetler doğurdu. Bunlar, Abdunnasır’dan sonra yönetime gelen Enver Sedat’a miras kaldı. Ancak Sedat, göreve geldikten sonra Sovyetler Birliği ile imzalan anlaşmaları iptal edip Mısır ordusunda görev yapan Sovyet danışmanları ülkesinden kovdu. Benimsediği Kremlin karşıtı bu tutum sayesinde Batı dünyası ile ülkesi arasında var olan bu hassasiyetleri ortadan kaldırdı. Bu iki örnek de Mısır’ın tarafsızlığını kaybettiğinin göstergesiydi.
Kaçınılmaz olarak pozitif olması gereken tarafsızlığın alternatifi, ilişkilerde denge, ülke çıkarlarını hiçe sayan bir gruba güvenmemektir diyebiliriz. Sudan’daki yeni yönetim de böyle bir tarafsızlığı uygulamaya meyillidir. Irak’taki en yeni siyasi yıldız Başbakan Mustafa el-Kazimi de bu tür bir tarafsızlığı uygulamak için yoğun bir çaba harcamaktadır. Libyalılar da Türkiye’nin müdahaleleri sonrası ilişkilerini böyle bir tarafsızlığa dayandırmayı umuyorlar. Aynı şey Tunus için de geçerli.
Lübnan ve Yemen’deki sıkıntıların kaynağı İran’a gelince, devrimci rejiminin bu sayfayı kapatması için önünde çok iyi bir fırsat bulunuyor. Umarız bunu yapar ve gerek kendisi gerekse Erdoğan, tarafsızlığın ve başkalarının iç işlerine müdahale etmemenin faydalarını deneyimler. Belki böylece her ikisi de, başkalarına zarar verip halkını Allah’ın kitabına uygun bir şekilde yönetmediği zaman Müslüman bir yöneticinin uğrayacağı gazaptan kaçınabilir. Allah en iyi bilen, duyan ve görendir.