Hüda Huseyni
Lübnanlı gazeteci-yazar ve siyasi analist
TT

Lübnan, rejimini değiştir ve rahatla

Beyrut Limanı patlamasında yaşamlarını yitirenkurbanlar için limandaki buğday deposunun yıkılmayan duvarı olduğu gibi kalmalı. Ölenlerin anısına kaldırılmamalı. Hayatta kalanlara, evleri ve mülkleri ayakta kalanlara, onları ve evlerini koruduğunu hatırlatması için bırakılmalı. Şu anda üstünde yazılı olan “Hükümetim bunu yaptı” ve “Bizi gerçekten havaya uçurdu” yazılarıyla olduğu yerde kalmalı. Almanya’nın Dresden şehrinde olduğu gibi veya Berlin’de müttefiklerin ağır hava saldırısında büyük hasar alan “Kaiser-Wilhelm Kilisesi”nin (Yıkık Kilise)  ayakta kalan bölümünün savaşın bir daha tekrarlanmaması gerektiğini hatırlatması için restore edilmemesi gibi Beyrut’ta da bu duvar gelecek nesillere bir sembol olarak bırakılmalıdır. Lübnan’da bu bir görevdir. Birbirini takip eden hükümetlerin sahtelikleri, yolsuzlukları, barış zamanında bile Lübnan halkını korumaya yönelik ilgisizlikleri üzerinde yükselmeye devam etmesi için kampanyalar düzenlenmelidir.
Yıkımımız ve felaketimizin ortasında İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif ülkemize gelerek harap olmuş Dışişleri Bakanlığı binasının önünde durup bizlere Lübnan’da uluslararası bir soruşturma yürütülmesini istemediğini ve İran’ın soruşturmaya katılmaya hazır olduğunu söylüyor. Sanki İran Lübnan için yabancı bir ülke değil ya da Lübnan’ın “büyük kardeşiymiş” gibi. Ardından Zarif, Hamas Hareketi’nin Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye’yi arıyor. Tabii ki BAE’nin “Siyonist düşman” ile anlaşma imzalamasından sonra ülkesinin Filistin halkıyla dayanışmasını vurgulamak ve “Filistin halkı ve diğer Arap ve İslam halklarımızın, Arap - Fars devletinin halkları olduğuna!” eminiz demek için. Zarif, Lübnan halkının liderlerine bile boyun eğmediğini, dolayısıyla Hizbullah Genel Sekreteri Nasrallah her gün kendisine İran sevgisini benimsetmeye çalışsa da İran’ı kabul etmeyeceğini bir bilse...
Bırakın Lübnanlılar ölülerini gömsünler. Bırakın üzüntülerini yaşasınlar. Bu kez şehirlerinin içinde radyolojik olmayan bir nükleer bombanın patlamasına izin verenlere inat her zaman olduğu gibi er geç küllerinden doğsunlar. Tesadüfe bakın ki Irak da Um Kasr Limanı’nda İran’dan gelen patlayıcılarla dolu konteynerler buldu. Hem Zarif, kendi ülkesinde onu dinleyecek bir tek yetkili bulamazken nasıl Lübnanlıların kendisini dinlemelerini istiyor? Lübnanlılar kendi ülkeleri ile onun ülkesini birbirinden ayırıyorlar. Tıpkı geçmişte Suriye’nin eski Devlet Başkanı Hafız Esed’in “İki ülke tek halk” ibaresini reddettikleri gibi.
İran, Suriye ve diğerleri tüm ordularını Lübnan’da konuşlandırsalar da Lübnan halkı başka bir halk olmayacak. Bu ülkeler terör, yolsuzluk ve mezhepçilik kisvesi altında gizlendiğinde Lübnan’ı katil ve suçlu (mafya ve terör ittifakı) yetkililerin devletine dönüştürdüler. Mevcut Lübnan denklemi budur: Teröristlere kalkan olan kota sistemi ile hırsızlıkları örten teröristler.
Şimdi Cumhurbaşkanı ve müttefikleri konuyu değiştirmeye çalışıp bağımsız ve tarafsız bir hükümetten bahsediyorlar. Nasrallah ise hem bağımsız bir hükümete hem de Maruni Patriği Bişara er-Rai’nin önerdiği tarafsızlığa karşı olduğunu söylüyor. Karl Marx “Din halkın afyonudur” der. Lübnan’da ise hükümetin kuruluşu Lübnanlıların afyonudur. 1975’ten beri Lübnan’ı yöneten nesil buna inanıyor. Lübnanlılar da bir arkadaşımın dediği gibi kendileri ölüm meleğini beklerken halen ülkeyi yöneten bu deneyimli neslin başına nasıl olup da hiçbir şey gelmediğine şaşırıyorlar. Korona salgınında hiçbiri enfekte olmadı. Yıkım hiçbirinin evine ulaşmadı. Hiçbir yakınlarını ya da mallarını kaybetmediler. Partileri lider kültüne dayalı ancak Lübnanlıların yine de bir tesellileri var; o da  bu liderlerden biri öldüğünde yerine geçecek birilerini bulamamalarıdır.
Bu partiler içeriden patlak verecekler. Batı tüm Lübnanlı partilerle çalıştı, onları denedi ve sonunda gelip Lübnanlılara “Size yardım etmemiz için kendinize yardım edin” dedi. Batı bir yönden haklı. Beyrut Limanı’ndaki trajik patlamanın üzerinden 10 gün geçmesine rağmen birkaç liman sorumlusu dışında hiç kimseden hesap sorulmadı. Soruşturmanın ana hatları, yolsuzlukları yıllardır Lübnan'ı felç eden siyasi elitin şimdiye kadarki en kötü iddianamesidir.
Bir İngilize şunu sordum; “İngiltere’de hükümet, 2750 ton alüminyum nitratın Londra’daki bir depoda muhafaza edilmesine izin verse ne olurdu?” Yanıtı şöyle oldu: “Bu nasıl bir varsayımsal soru? Böyle bir şey olamayacağı için sorunuza cevap veremem.”
Lübnan’da yetkililer, bu saatli bombaların yerleşim yerlerinin çevresinde muhafaza edildiğini biliyorlardı. Güvenlik yetkilileri geçen ay Cumhurbaşkanı Mişel Avn ve Başbakan Hassan Diyab’ı infilak etmesi durumunda başkenti harabeye çevirecek kadar tehlikeli oranda alüminyum nitratın depolanmış olduğu konusunda uyardılar. Ancak Cumhurbaşkanı patlama yaşandığında istifa etmek yerine patlamaya müdahil olan dış güçleri suçladı. Patlamanın nedeninin daha belirlenmediğini ve füze, bomba veya herhangi bir araçla gerçekleştirilmiş bir dış saldırı olasılığı bulunduğunu açıkladı. Gerçeği çarpıtmayı amaçladığı gerekçesiyle uluslararası bir soruşturma açılmasına karşı çıktı.
Cumhurbaşkanı Avn haklı. patlamaya bir füze yol açmış olabilir. O halde neden, İran’ın Hizbullah’a füze tedarik etmedeki rolünün araştırılması çağrısında bulunmuyor? Zira Hizbullah’a gönderilmiş yeni bir füze sevkiyatı sırasında bir füze patlayarak limanı ve Beyrut’un üçte birini harap etmiş olabilir.
Ancak Avn bazı kötü niyetli kişilerin bu açıklamalarını yanlış anlayacaklarını hissetmiş olacak ki salı günü İtalyan Corriere della Sera gazetesine bir demeç vererek geçen hafta Nasrallah’ın söylediklerini tekrarlayarak limanda Hizbullah’a ait bir silah deposu olmadığını söyledi. Ardından sözlerine şunu ekledi: “Büyük patlamanın (Hizbullah’a) ait bir silah deposunun infilak etmesinden kaynaklanmış olması imkansız ama yine de her olasılık araştırılacak.”
Avn, Nasrallah ile arasındaki dostluğa dayanarak Lübnan halkı adına acaba kendisine Hizbullah’ın geri kalan silah depolarının nerede olduğunu sorabilir mi? Bunu Hizbullah’ın silahlarına el konulması için değil, en azından o bölgelerin sakinlerini tahliye ederek benzer patlamalarda kaçınılmaz olarak kaybedilecek masum canları kurtarmak için istiyoruz. Zira liman patlaması ne ilk ne de son olacaktır. Dolayısıyla Lübnanlılar, İran’da gece gerçekleşen patlamalar ve garip yangınlar gibi hadiselere hazırlıklı olmalıdır.
Cumhurbaşkanı ve müttefiklerinin Hizbullah’ı savunmaları, hakkındaki şüpheleri ortadan kaldırmıyor. Hizbullah etkin kurumlara sahip güçlü bir devlet inşası projesinin önündeki en büyük engeldir. Bu olup bitenlerin çoğunun sorumlusu odur. Üstelik Hizbullah, Suriye iç savaşına müdahalesi ve saflarındaki yaygın yolsuzluk nedeniyle içeride de şiddetli tepkilerle karşılaşıyordu.
Cumhurbaşkanı Avn, İtalyan gazetesine verdiği demeçte ayrıca şunu söyledi: “2006’daki savaşta, Lübnanlı olduğum için Hizbullah’ın yanında yer olmak benim görevimdi. İsrail, Lübnan topraklarına saldırıp Lübnanlıları öldürdüğünde, tüm Lübnanlılar saldırgana karşı durmalıdır.”
Cumhurbaşkanı, Nasrallah’ın Lübnan’ın altyapısını tahrip eden savaşın sona ermesinden sonra “Bilseydim” dediğini unutmuş görünüyor. İronik olan ise Avn’ın demecinde halk baskısının daha fazla reform yasasının kabul edilmesini sağlamasını umudunu dillendirmesiydi.  Zaten Avn da hangi reform yasalarının kabul edildiğine değinmedi.
Lübnan'da işlerin bu kadar kötü bir seviyeye ulaşacağını hiç kimse tasavvur etmemişti. Lübnan tarihsel boyutlarda bir ekonomik çöküşle karşı karşıya ama siyasi sınıf halen artık etkin olmayan bir sistemde sahip olduğu imtiyazları korumaya odaklı. Yıkıcı başarısızlıkları ve halkına günlük olarak yönelttiği hakaretler katlanılamaz bir noktaya ulaştı. Bütün bunların sebebi de yolsuzluk ve hesap sormamazlıktır. Lübnan iç savaşından sonra kabul edilen uzlaşı, devlet kurumlarını zayıflatan, adam kayırma, yolsuzluk, rantçı ekonomi kültürünü güçlendiren, etkin politikaları engelleyen mezhep merkezli bir model benimsedi. Bu modelde politikacılar için önemli olan ülke iflas etse de, ki iflas etti, rejimi korumak için gerekli özel çıkarlardır. Politikacıların tepkileriyle Lübnan’daki yönetim sisteminin kalbindeki kusur vücut buldu.
Uluslararası toplum, yolsuzları ve ülkeyi kötü yönetenleri koruyan fosilleşmiş bir siyasi rejime nasıl reform yapma çağrısında bulunur, doğrusu anlamış değiliz. Uluslararası toplum bunun yerine gösterilerin devam etmesi çağrısında bulunmalı ve göstericileri koruma sorumluluğunu üstlenmelidir. Bu rejimi ancak politikalarının acısını çeken babaların çocukları devirecektir.
Uluslararası çapta bir soruşturma yapılmasını istemeyen İran Dışişleri Bakanı Zarif’e dönersek;kendisine şunu söylemek istiyoruz: Ülkeniz BM nükleer müfettişlerini nasıl kabul ediyorsa Lübnan da neler olduğunu ortaya çıkarmaları için uluslararası soruşturmacılar istiyor.
Son olarak buğday deposunun ayakta kalan duvarının bir anıta dönüşmesi gerektiğini bir kez daha hatırlatalım. Çünkü Lübnanlı politikacılar insanlarını korumadılar. Ama bu taş duvar, Beyrut halkından şu ana kadar hayatta olanları elinden geldiğince korudu.