Fuad Matar
Lübnanlı gazeteci, araştırmacı yazar.
TT

Filistin-İsrail meselesinde Arap barış girişimi devam ediyor

Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat’ın, 9 Kasım akşamı Mısır Parlamentosunda yaptığı konuşma, İsrail-Arap ilişkilerinde bir dönüm noktasına işaret ediyordu. Dinleyiciler arasında Arap Birliği Genel Sekreteri Mahmud Riyad ve Filistin lideri Yaser Arafat da bulunuyordu. Sedat konuşmasında şu ifadeleri kullandı: ‘’Bu meselenin çözümü için Cenevre’ye hatta dünyanın sonuna gitmeye dahi hazırım. İsrailliler bunu duyduğunda şaşıracak ama Knesset’e dahi gidip meseleyi tartışabilirim.’’
Cumhurbaşkanı Sedat, bu söylemiyle, ‘Arap kalesinin burçlarında’ bir gedik açmış oluyordu. O zamana kadar Araplar, 29 Ağustos 1 Eylül 1967’de Hartum’da düzenlenen zirvede ‘üç hayır’ üzerinde mutabakata varmış idi. Bunlar; ‘İsrail ile uzlaşmaya hayır, müzakerelere hayır ve İsrail’i tanımaya hayır’ diye bilinir. Ayrıca zirvede Filistinlilerin anavatan haklarından asla feragat edilmeyeceği de kararlaştırılmıştı.
Bu ‘üç hayır’, tabiri caizse, Arapların hayal kırıklığını yansıtmaktaydı ve ‘direniş ülküsünü’ diri tutmak için ağır doz ilaç mahiyetindeydi. Aynı zamanda 5 Haziran 1967 ve öncesindeki yenilgilerden kaynaklanan derin utancın dışavurumuydu. Araplar bu kararla, Filistin meselesindeki azimlerinin kırılmadığını tüm dünyaya ilan etmek istemişti.
Gün geçtikçe, ilaç miktarı yavaş yavaş azaldı, ardından 6 Ekim 1973'te Mısır kuvvetlerinin tarihi başarısı geldi. Bu başarı Arapların moralini biraz olsun düzeltmeyi mümkün kıldı. Mısır toprakları özgürleştirilmiş ve Sina Yarımadası yeniden asıl sahibine dönmüştü. Bu süreçte, karşılaşılan uluslararası zorluklar, artan ekonomik kriz ve Batı cenahından gelen baskılar, Enver Sedat’ın Kissingerci fikirlere yanaşmasına neden oldu. Sedat, İsrail karşısında bir Arap devletinin bu beklenmedik başarısı, henüz uluslararası çevrelerde unutulmamışken ve İsrail lobisi tarafından çarpıtılmamışken harekete geçmek istedi. Bu zaferi hem siyasi kariyeri hem de Arap-İsrail ilişkilerinde değerlendirmek için bir hamle yaptı. Mısır Parlamentosunda, Arap Birliği Genel Sekreteri Riyad ve Filistin’in efsanevi lideri Arafat’ın önünde, İsrail’le müzakerelere hazır olunduğunun ilan edilmesi, başta İsrail olmak üzere tüm dünya liderleri tarafından şaşkınlıkla karşılandı.
Nitekim Sedat bu beklenmedik söyleminden 11 gün sonra İsrail’i ziyaret etti. İsrail parlamentosunda yaptığı konuşmada, daha önce üzerinde mutabakata varılan ‘üç hayır’ uzlaşısını da yırtıp atmış oluyordu. Camp David Anlaşması ile taçlanan bu girişim, Arapların İsrail-Filistin meselesine yaklaşımında, bireysel hareket edebilecekleri anlamına gelen bir fetva mahiyetinde değerlendirildi.
Bu bağlamda Beşir el-Cemil Sedat’ın Ariel Şaron'la el sıkışmaya yönelik suçunu örtbas etmek için, ‘çözümsüzlüğü’ sonlandırma iddiasında bulunduğunu söylemişti. 5 Temmuz 1982’de Beyrut, 5 Ağustos 2020’deki patlamadan sonra ne haldeyse daha da kötü bir durumdaydı. İsrail’in o zamanki Lübnan müdahalesi nasıl kabul edilemezse, 5 Ağustos patlaması da (muhtemelen kasıtlı bir eylem olarak’ o kadar affedilmezdir. Bu konuda uluslararası bir soruşturma zorunludur. Her ne kadar 15 yılın ardından Hariri suikastı ile ilgili mahkeme sonucu Lübnanlıların yarasına merhem olmamışsa da, meselenin sağlıklı bir şekilde içeriden soruşturulması mümkün görünmemektedir.
İsrail-Filistin meselesine dönecek olursak, Mısır cumhurbaşkanının açıklamaları ve hamlelerinin ardından, her geçen gün Arapların Filistin’e olan ilgisinde azalma gözlendi. Arap ülkeleri meseleyi daha çok ulus devlet ve reel politik çerçevede değerlendirmeye başladı. Bu sonucun etkenlerinin başında da, Filistinlilerin kendi içlerinde fikir birliğine varamamış olması ve İran’ın ‘Kudüs’ü kurtarma’ iddiasıyla Arap ülkelerinde derin yaralar bırakması gelmektedir. Bazı Arap ülkeleri, İran’la aralarına mesafe koymayan Filistinli örgütlerin bu tavrından bıkmış durumdadır. Bu Arap ülkeleri, İran’ın Filistin meselesini suiistimal ettiğine ve Araplar tarafından ‘barışın sağlanmasına’ yönelik girişimleri baltaladığına inanıyor. Ayrıca Filistinli direniş örgütlerini, uluslararası camiaya baskı kurma amacıyla kışkırttığına inanıyorlar.
Arap ‘barış’ girişiminin başarısız olmasında, beş büyük ülke de büyük sorumluluk taşıyor. Zira bu girişimin başarılı olması için kayda değer herhangi bir şey yapmış değiller. İsrail büyük devletlerin kayıtsızlığından ve bazılarının desteğinden ötürü küstahlaşıyor, herkes için güvenlik ve rahat anlamına gelecek böylesi bir girişimin boşa çıkması için, kabul edilemez yaklaşım ve eylemlere imza atıyor.
Eğer beş büyükler diye bilinen devletler Arap barış girişimini desteklemiş olsaydı, tüm taraflar kazanacaktı. ABD’nin desteği ve Avrupa’nın ‘gözünü kapatması’ dolayısıyla İsrail pervasızlaştı, eğer öyle olmasaydı Filistin-İsrail meselesi çözüme kavuşturulmuş olacaktı. Bu durumda Araplar ile İsrail arasındaki normalleşmenin önüne ‘mayın döşenmemiş’ olurdu. Sudan’ın utangaç normalleşme hamlesi, önce gizli başlatıldı, sonra yavaş yavaş aleniyet kazandı. Sudan ABD yaptırımları, kaotik siyasi yapısı ve kötü giden ekonomisi nedeniyle, İsrail ile uzlaşmak zorunda olduğunu ikrar etmekteydi.
Lübnan’ın Filistinli mültecileri barındıran bir ülkeden, Hizbullah aracılığıyla İsrail karşıtı ‘direniş eksenin’ içinde yer alması da kimilerine göre bir zorunluluktan kaynaklanıyor. Öte yandan Birleşik Arap Emirliklerinin (BAE) İsrail ile normalleşme açıklamaları da, Enver Sedat’ın açtığı yol sayesinde, her Arap ülkesinin kendi ulusal çıkarlarını öncelemesi bağlamında değerlendirilebilir. Eğer Araplar İsrail-Filistin meselesinde Arap Birliği çerçevesinde bir karar alırsa, BAE dâhil herkes bu karara uyacaktır. Nitekim Arap barış girişimi hala devam etmektedir, dengeli ve makul bir girişim olması hasebiyle de hala başarılı olması yönünde ümit vardır. Bilindiği üzere ‘Arap barış girişimi’ Suudi Arabistan liderliğinde teklif edilen bir çözüm yoludur. Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Faysal bin Ferhan 19 Ağustos’ta Berlin’de, ‘’Süreç uzamış olsa da, bu girişim hayatidir, çözümün anahtarı bu girişimdedir, çözümü başka yerde aramanın manası yok’ demişti.