Nebil Amr
Filistinli siyasetçi ve yazar
TT

Lübnan'daki Filistin kampının hikayesi

Sayın İsmail Haniye’nin Ayn el-Helva kampını ziyareti, Lübnanlılar ve Filistinliler arasında geniş bir yer buldu. Herkes uğruna çalıştığı gündem açısından meseleyi ele aldı. Haniye’nin ziyareti, kampların geri kalanı tamamlanmadan son buldu. Ben de Lübnan'daki Filistin kampının yakın geçmişi ve kasvetli bugünüyle ilgili bir şeyler söylemek istiyorum.
Lübnan'daki Filistin kampı, başka yerlerdeki benzerlerinden farklıdır. Batı Şeria, Gazze ve Ürdün’deki kamplarla aynı değildir. Batı Şeria ve Gazze'deki kamplar kısmi de olsa Filistin yönetimi altındadır ve bu kampların sakinleri uluslararası olarak ve hatta İsrail tarafından tanınan Filistin pasaportuna sahiptir.
Ürdün’deki kamp, Ürdün devletinin ve yasalarının yönetimi altındadır. Buranın sakinleri pasaport sahibi olmanın yanı sıra ülke vatandaşlığına da sahip ve aday olup parlamentoya seçilmeleri mümkün. Bununla birlikte kabinede yer almaları zor değil. Başka bir deyişle her Filistin kampı, Nakba ve Nekse günlerinin yadigarı olan coğrafi konteynerlerde yaşıyor. Bu kamp sakinlerinin, kanunlar ve anayasalarla tanınmış olan hakları var.
Fakat bu yasal ve anayasal durumlar Lübnan'daki Filistin kamplarında mevcut değil. Oysa bu kampların Lübnan yaşamındaki coğrafi ve demografik ağırlığı oldukça belirgin. Çünkü Lübnan haritası üzerindeki coğrafi konumu başka yerlerde olduğundan oldukça farklıdır. Güneyde, kuzeyde ve merkezde insanlarla dolup taşan kamplar var. Lübnan’daki iç savaştan önce Hıristiyanların yoğun olarak yaşadığı bölgelerde de kamplar vardı. İşaret ettiğim üzere bu kamplar anayasal veya yasal haklarla korunmadı. Bu kamplar söz konusu olduğunda göze çarpan ilk husus, buralardaki yasakların izin verilen durumlardan daha fazla olmasıdır. Başka bir deyişle bu kamplardaki hayat, bütün olumsuz olasılıkları taşıyan bir ‘emri vakiden’ ibaret.
Filistin kampları, Lübnan ulusal güçleriyle ittifakın kurulduğu silahlı devrim zamanında rahat bir nefes aldı. Daha önce yasak olan şeylere izin verildi. Fakat bu izin yasanın gücüyle değil, siyasi denklemlerin gücüyle verildi ve bir oldubittiye getirildi. Nihayet Filistin devrimi Lübnan'ı terk etti. Bu terk, yalnızca İsrail saldırısının yoğunluğundan değil; aynı zamanda nesnel bir uluslararası karardan ve İsrail sınırında üçüncü bir muharebe cephesi oluşturulmamasından kaynaklandı.
Beyrut ve Trablus’un yanı sıra kuzey ve güneyden ayrılanlar sadece tüfekler değildi; bilakis onların yanı sıra Lübnan pasaportuna sahip olan pek çok Filistinli de ayrıldı. Binlercesi Avrupalı ​​sürgünler arasında dağıtıldı. Berlin sokaklarında dolaştığınız zaman kamplardan çıkarıp sürgüne gönderilenlerin, yasaların koruması altında emniyet içinde yürüdüğünü gördünüz. Öyle ki binlercesi, bütün hakları ve ödevleriyle birlikte vatandaşlık aldı. Artık mülteci değillerdi; bilakis zengin Avrupa ülkelerinin vatandaşlarıydı. En nihayetinde Lübnan'daki kamplarda bulunan Filistinlilerin sayısı azaldı ve hatta kalitesi de büyük ölçüde zayıfladı. O zamandan bu yana kamplar birbiriyle çelişen gündem savaşlarına maruz kaldı ve Lübnan ve Arap arenalarındaki kutuplaşmaların bedelini ödedi.
Siyasal İslam olgusunun ve silahlı milislerinin ortaya çıkmasıyla birlikte Filistin kamplarının özellikleri değişti. Filistin devrimiyle geçici olarak daralan sefalet ve yoksulluk alanları genişledi. Üretim alanları, iş imkanları ve kazançlar azaldı. Elinden iş gelenler kampları terk ettiler ve iş fırsatı sağlayan güçler bu imkanlarını geri çektiler. Şartları iyileştirme ve belki de bölgelerine dönme umutlarının bir parçası olan Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) eli daraldı. Lübnan'daki Filistin kampının durumu buydu.
Lübnan'daki Filistin kamplarının ihtiyacı olan ilk şey, buranın vaatler ve sözlerle dolu; fakat çözümler hususunda içi boş olan gruplar arasındaki kutuplaşmalardan kurtarılmasıdır. İkincisi ise kamp yaşamının boşluklarının asgari düzeydeki gerekliliklerle doldurulması zorunludur. Kamp sakinleri kutuplaşmalara sürülmemeli ve evleri silahlarla doldurulmamalıdır.
Cumhurbaşkanı Mahmud Abbas, lider kadrosu ve yardımcılarıyla aynı fikirde olmadığım birçok konu var. Fakat kampın tarafsızlığına verdiği destekte ve kampın çatışmalardan korunması çağrısında onunla hemfikirim. Bununla birlikte bu politikanın uygulanması sırasında kullanılan araçlar konusunda ona pek katılmıyorum.
Lübnan’daki ve Lübnan’ın dışındaki Filistin kampı, bizim için bir ayıp olmadığı gibi burada onurlu bir hayat hakkı tanınması konusunda uyarıda bulunmamız da utanılacak bir şey değil. Lübnanlılar, Araplar ve bir bütün olarak dünya, onların akıbetiyle ilgili meseleyi çözmek için çalışmaya devam ederek iyi bir hayat sağlamak zorundadır. Kamp, nasıl ki bir vatan olmaya elverişli değilse; çelişen gündemler tarafından da sömürülmemelidir.