Gassan Şerbil
Şarku'l Avsat Genel Yayın Yönetmeni
TT

Maduro, Trump'ın takviminde

2000 yılıydı. Saddam Hüseyin, yolcu koltuğunda misafiri Hugo Chávez’in oturduğu arabayı bizzat kendisi sürüyordu. Irak cumhurbaşkanı, Venezuelalı mevkidaşını Dicle Nehri kıyılarını da içeren bir Bağdat turuna çıkardı. İki adam, çok kutuplu bir dünya hayallerini konuştular, Amerikan hegemonyasını kınadılar ve petrol fiyatları konusunda iş birliği yapma konusunda anlaştılar.

O günlerde, ABD'ye karşı gelmeye cesaret edenlerin dünya çapında dostları vardı. Chávez, tıpkı Fidel Castro gibi kıtalara yayılan Amerikan pelerinini ateşe vermeye çalışan Muammer Kaddafi ile yakın bir dostluk kurdu. Libyalı protokol görevlisi ve “Albay'ın gölgesi” Nuri el-Mismari, Castro'nun Libya'ya yaptığı bir ziyareti anarak şöyle diyor: “Kaddafi, Castro'ya hayrandı ve ona çok yardımcı oldu. Libya ziyaretinin son gününde Albay'ın annesi Ayşe vefat etti. Küba liderine başsağlığı dilemek isteyip istemediğini sordum ve onu Kaddafi’nin ofisine götürdüm. Castro Muammer Kaddafi’ye, ‘Şaşırdım. Annen öldü ve sen bu çok normal bir şeymiş gibi davranıyorsun?’ dedi. Muammer, Bu ‘kader ve onun ölüm saati gelmiş’ diye cevap verdi.” İki adamı birbirine bağlayan güçlü bir bağ vardı: ABD'ye olan düşmanlıkları.

Nicolas Maduro, muhafızların duymaması için mırıldanıyor. Castro, onların eline düşmediği için şanslıydı. Chavez, Amerikan Deniz Piyadelerinin değil kanserin eliyle öldüğü için şanslıydı. Castro'nun Sovyet dokunulmazlığı vardı ve bu dokunulmazlık büyük çöküşten sonra bile geçerliliğini korudu. Bugün Sovyetler Birliği müzelerde esniyor. Ve Vladimir Putin, Lenin ve Stalin'in değil, İkinci Katerina ve Büyük Petro'nun tahtında oturuyor. Ukrayna'nın işgali, etkilerine rağmen, Batı'nın kalbine saplanmış gücü sınırlı bir hançer. Sovyet imparatorluğu büyüklüğünde bir kurban, daha büyük ve daha kapsamlı bir intikamı hak ediyor, ancak bugünler o günler gibi değil.

Donald Trump, Venezuela hava sahasını kapatacağını duyurduktan sonra, güvenlik şefleri Maduro'nun etrafında toplandı. Kararlılıklarını ve güvenlerini dile getirdiler. Ancak Maduro bir huzursuzluk hissetti. Trump ne istiyor? Kimse tam olarak ne istediğini bilmiyor. Bir anlaşma mı istiyor? Ve bedeli ne? Bir saldırı mı düzenlemek istiyor? Peki kendilerinin karşılık verme gücü var mı?

Rejimin devasa bir uyuşturucu fabrikası olarak tasvir edilmesi onu rahatsız etti. Sadece bir yıl önce Suriye Devlet Başkanı'nın adının Beşşar Esed olduğunu hatırladı. Rejimine yöneltilen suçlamalar arasında, devasa bir Captagon fabrikası olduğu da vardı. Bazı destekçilerinin “Sonsuza dek Maduro” ve “Ya Maduro ya da ülkeyi yakarız” diye sloganlar attığını biliyordu, ancak karşı karşıya olunan donanmaların efendisi ve dünyanın en büyük ekonomisi olan ABD olduğunda bu sloganlar yetersiz kalıyor. Savaşın şiddeti, Oval Ofis'te oturan, kırmızı kravatlı ve füzelerden daha zarar verici tweetler atabilen adamın rüzgarlarının yönünü tahmin etmenin zorluğuyla daha da artıyor.

ABD'nin düşmanı olmak ne kadar zor, özellikle de bu kadar yakın yaşıyorsanız. Ve belki de zenginlikleriniz, Amerikan jandarmasının politikalarınız ve tek süper güce karşı düşmanlık söyleminiz yüzünden sizi cezalandırma arzusunu daha da körükleyecektir.

ABD'nin düşmanı olmak ne kadar zor. Hafızası elektronik ve unutmuyor. Sovyetler Birliği'ni modeliyle, açık pencerelerle ve medyasıyla öldürdü. Tek bir kurşun bile atmadan, bir damla kan dökmeden. Peki ya Saddam Hüseyin şimdi nerede? Muammer Kaddafi nerede? Kasım Süleymani nerede? Usame bin Ladin nerede? Ebu Bekir el-Bağdadi nerede?

Suçlamalar çok. Milyonlarca Amerikalıyı zehirlemek için uyuşturucu atölyelerine sponsorluk yapmakla, seçimlere hile karıştırmakla ve “saray ya da mezar” sloganını benimsemekle, Moskova, Pekin, Tahran ve ABD'nin, modelinin, rolünün ve hegemonyasının tüm düşmanlarıyla ittifaklar kurmakla suçlanıyor. Ayrıca, petrol denizinin üzerinde uyuyan bir ülkede yoksulluk denizinin devam etmesinden ve tekrarlanan kirli oyunu protesto eden milyonlarca Venezuelalının göç etmesine neden olmaktan da sorumlu tutuluyor. Kendisini Simon Bolívar'ın hayallerinin ve Castro ile Chavez'in mirasının varisi olarak gören birinin uyuşturucu üretip ihraç etmekle suçlanması hiç de basit bir şey değil. Para birimi çöküyor, halesi zayıflıyor ve rezervler neredeyse tükeniyor.

Öfke onu ele geçiriyor. Ben, ülkesi Panama'nın ABD tarafından işgal edildiği, kendisinin de ele geçirildiği, yargılandığı ve hapse atıldığı Manuel Noriega değilim. Venezuela Panama değil ve ben de Noriega değilim. Silahım dolu ve son kurşununu kendime saklıyorum. Medyanın beni sanık sandalyesinde otururken görmenin keyfini çıkarmasına izin vermeyeceğim ve bu yabancı destekli muhalefetin sokakları işgal edip direnişçi rejimi devirmesine izin vermeyeceğim. Halkın arasından geldim. Bir otobüs şoförüydüm ve Caracas'ın mahallelerini ve halkının çektiği acıları biliyordum. İşçi sendikaları yolunu izledim ve Bolivarcı hayali benimsedim. Chavez yeniden kanser olduğunda, kaleyi emanet edebileceği ve onu Washington'dan esen rüzgarlardan koruyabilecek adamın ben olduğumu anladı. Gerçek yetki sandıktan gelmez. Milletin ruhundan gelir.

Trump'ın bir mizacı ve tarzı var. Uyuşturucu ihraç etmeyi terörizm ihraç etmenin bir biçimi olarak görüyor. Trump yönetimi, Maduro'yu bizzat Güneş Karteli'ni yönetmekle suçladı ve onu yabancı bir terör örgütü deklare etti. Amerikan Başkanı, kaçakçıların tekneleri vurulup kanları Karayip sularına aktıktan sonra “yakında bir kara operasyonu” düzenleneceğini ima etti.

Fırtına bulutları toplanıyor. İran'ın nükleer tesislerini vurmak için bombardıman uçakları gönderen adam, bunları uyuşturucu fabrikalarını bombalamak için kullanmaktan çekinmeyebilir. Rejimin zayıf görünmesi, muhalefeti Chavez'in varisinden kurtulmak için ülkeyi felç etmeye sevk edebilir. Maduro, Beyaz Saray’ın efendisi ile bir anlaşmaya varabilir mi? Yoksa saray ile mezar arasında bir seçime bağlı kalarak Bolivar ve Chavez'i memnun etmeyi mi tercih eder? Maduro, Trump'ın takvimine göre yaşıyor ve Amerikan Başkanı’nın saati sürprizlerle dolu.