Abdullah Raddadi
Suudi araştırmacı ve ekonomi uzmanı
TT

İnovasyon yarışı

Araştırma ve geliştirmeden bahsederken neredeyse prensip haline gelen bir dizi aksiyomu bilmek gerekir. Birincisi, ekonomiye, doğal kaynakların veya alışılmış ihracat ürünlerinin sağlamadığı ek değer, başka ekonomilerin sahip olmadığı özgün ürünler sağladıkları için Ar-Ge çalışmalarının ekonomik büyümenin temel motoru olduğudur. İkinci aksiyom, Ar-Ge ile rekabet arasında güçlü bir bağ vardır. Rekabetin olduğu yerde Ar-Ge, keza Ar-Ge’nin olduğu yerde de rekabet vardır. Bu rekabet yerel ekonomiyle sınırlı kalmayıp küresel ekonomiye de uzanır. Bugün ABD ile Çin arasında şahit olduğumuz rekabet, bu aksiyomun en iyi kanıtıdır. Çin, Ar-Ge olmadan ileri endüstrilerde ABD ile rekabet edemezdi, ABD de teknik yetenekleri olmasaydı Çin'i kendisine denk bir rakip olarak görmezdi.
Güney Kore ve Ar-Ge’nin kendisini ekonomik olarak nasıl güçlendirdiği örneği sık sık verilir. Fakat Güney Kore halen devam eden, hatta doruğa ulaşan inovasyon yarışının tek örneği değil. Sözgelimi Avrupa Birliği de Avrupa ülkelerinde Ar-Ge’yi teşvik etmek için çeşitli programlar başlattı. AB, 2000 yılında Lizbon'da gerçekleştirilen bir toplantıda harcamaların üçte birinin özel sektörle birlikte karşılanması şartıyla Avrupa ülkelerindeki inovasyon harcamalarını GSMH’nın yüzde 3'üne yükseltmeyi amaçlayan bir plan açıkladı. Ne var ki bu 10 yılda küresel finans krizi yaşandı ve o dönemde hiçbir Avrupa ülkesi bu orana ulaşamadı. Fakat AB 2010’da bu hedefe geri döndü ve yüzde 3 oranına bu kez 2020’de ulaşmayı amaçlayan “Avrupa 2020” stratejisini duyurdu. Almanya 2017'de bu orana ulaşmayı başardı. Bunun üzerine Almanya, inovasyon hedeflerinin AB’nin hedeflerinden daha büyük olduğunun farkına vardı ve bu nedenle 2025 yılında bu oranı yüzde 3,5’e çıkarmayı hedefleyen “İleri Teknoloji Stratejisi” adını verdiği planını açıkladı.
İngiltere de yakın zamanda Ar-Ge harcamalarını artırmayı planladığını bildirdi. İngiltere bugün GSMH’nın yüzde 1,7'sini Ar-Ge’ye harcıyor. İngiliz Parlamentosu’na göre bu oran, OECD (Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü) ülkelerinin yüzde 2,4 olan ortalamasına kıyasla oldukça düşük. Bu nedenle İngiltere, harcamalarını artırarak kendisine söz konusu orana 7 yıl içinde ulaşma hedefi koydu. Daha ileriki yıllarda ise bunu yüzde 2,7’ye yükseltmeyi umut ediyor. Nesta İnovasyon Şirketi’nin Yönetici Müdürü Kirsten Bound bu hedefle ilgili olarak “OECD ortalamasına ulaşmak İngiltere için bir hedef olamaz. Hiçbir ülke “ortalama” bir ülke olmayı arzu etmez” diye konuştu. Almanya'nın yeni stratejisinde yer verdiği bakış açısı da buydu. Buna göre Almanya, bilim ve inovasyonda önde gelen ülkelerden biri olmalıdır. Bunun gerçekleşmesi için de Almanya’nın gelecekte Ar-Ge’ye olan bağlılığının altı çizilmelidir.
İnovasyon yarışı Avrupa ülkeleriyle sınırlı değil. Sadece son 4 yılda bu alandaki harcamalarını ikiye katlamayı başaran ve kendisi için 2026, 2030 ve 2036 şeklinde hedefler belirleyen Tayland gibi Asya ülkeleri de bu yarış içinde yer alıyorlar. Tayland, kendisine belirlemiş olduğu bu tarihlerle Ar-Ge harcamalarının GSMH’nın içindeki oranını yüzde 4'e çıkarmayı hedefliyor.
Ar-Ge alanındaki uluslararası yarış, herkes tarafından bilinen ve kazananlara üstünlük sağlayan bir yarıştır. Pandemiyi kontrol altına alma konusunda Almanya’da yaşananlar tesadüf değildir. Bilakis bilimsel gelişiminin bunda büyük bir rolü vardır. Tesadüf olsaydı Güney Kore de salgını kontrol altına almayı başaramazdı. İki ülkenin ortak noktası, bilimsel gelişmişlikleridir. Pandeminin kendisi, tartışmaya yer bırakmayacak biçimde Ar-Ge’nin mevcut ve gelecekteki birçok soruna çözüm olabileceğini herkese kanıtladı. Birçok araştırma, Ar-Ge’nin ekonomik ve sosyal getirileri bulunduğunu ve refah düzeyini yükselten unsurlardan biri olduğunu gösteriyor. Çoğu gelişmiş ekonomide Ar-Ge harcamaları temel olarak özel sektör tarafından gerçekleştirilse de vergi muafiyetleri dahil hükümetlerin sundukları çeşitli kolaylıklar olmasaydı bu sektör, bütün bu harcamaları yapmazdı. Kısacası, Ar-Ge’nin yerel ekonomiye fayda sağlayan, refahı yükselten, özel sektör tarafından gerçekleştirilen ama hükümetler tarafından yönlendirilen, geliştirilen ve himaye edilen bir yatırım olduğu söylenebilir.