Sam Mensa
TT

Lübnanlaşma, indirgeme ve suikast

Fransız girişiminin Lübnanlaştığı apaçık ortada. Öyle ki Lübnn, köklü Batılı demokratik gelenekleri çürümüş siyasetinin damarlarına nüfuz etmek yerine ülkenin bu zorlu koşullar altında ihtiyaç duyduğu son şey olan yeni anayasal icatlarla örtünmeye başladı. Kastettiğimiz, görevlendirme ve hükümeti kurma sürecini çevreleyen saçmalıklardır. Anayasadan uzakta, cumhurbaşkanı, görevli başbakan ve eski başbakanlar arasındaki yetki çekişmesidir. Eski başbakan Saad Hariri’nin hükümetin kuruluşunu kolaylaştırmak için bunu aksatacak güce sahip Hizbullah ve Emel Hareketi’nin kendisini almakta direttikleri Maliye Bakanlığı’nın bu kez Şiilere verilmesi çağrısında bulunarak başlatmak üzere olduğu yeni akımdır. Aksatmak ve engellemek, Şii İkili’nin 2006’dan itibaren Özgür Yurtsever Hareketi ile ittifak halinde hedeflerine çeşitli araçlarla ulaşmak için benimsediği özelliktir. Bu araçlar arasında Beyrut pazarlarında kamp kurmak, onları durdurmak, parlamentoyu kapatmak, iki yıldan fazla bir süre boyunca cumhurbaşkanlığı seçimlerini engellemeye ilaveten hükümetin kuruluşunu bir keresinde 9, diğerinde 11 ay geciktirmek yer almaktadır.
Fransa Cumhurbaşkanı’nın 4 Ağustos’ta gerçekleşen liman patlamasının ardından Beyrut’a düzenlediği ilk ziyaret, sabah yozlaşmış siyasi sınıfı hicvetmek ve azarlamakla başladı. Öğleden sonra ve akşam, onunla durumu münakaşa etmeye ve Ekim 2019'dan bu yana ülkeyi saran dertler nedeniyle maruz kaldığı parçalanmanın ardından iktidarı yeniden ele geçirmesi için çerçeveler oluşturma aşamasına geçti. Bu ziyaret sırasında Taif Anlaşması’nın yırtılıp atıldığını söyleyebiliriz. Özellikle de Fransa Cumhurbaşkanı, egemenlik, devlet dışı silahlanma, Hizbullah ve onun arkasındaki İran’ın ülkenin siyasi, ekonomik ve güvenlik kararları üzerindeki kontrolü meselelerinden uzak durup, mevcut koşullar ortasında Lübnan için yeni bir siyasi sistem ve sosyal sözleşme kurulması gerektiğini önerdiğinde...
Bundan sonra yeni başlıklar taşıyan, Şii toplumunun gasp edilen hakları, anayasanın ve yasaların gücü olarak kabul edilen normlara bağlı kalmak, Hizbullah ve destekçisi İran’a karşı Batı’dan ve ABD yaptırımlarından güç almak gibi karşı çıkma ekseninin çok iyi bildiği benzer teranelerle somutlaşan inatlaşma belirtileri ortaya çıkmaya başladı. Bütün bunlar, açıktan ona bağlı kalırken Fransız girişimine karşı üstü örtülü bir darbe teşkil etti.
Bugüne kadar olup bitenler, neredeyse kesinleşmiş bir şeyi gösteriyor: Hizbullah’ın darbesinin ve yürütme, yasama ve güvenlik, bütün organlarıyla iktidarı ele geçirmesinin temellerini pekiştirmekten sonuçlarını anayasal olarak sağlamlaştırarak bu darbeyi meşrulaştırma aşamasına geçtiğidir. 
Yeni bir Lübnan'ın temellerini atacak ulusal veya kurucu bir konferans düzenlenmesine yönelik açık ve net talebi de bunu kanıtlanmaktadır. Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah, Şii Müftü Mümtaz Kablan ve Yüksek Şii İslam Konseyi Başkanı Yardımcısı tarafından bu talep birçok kez dile getirildi.
Peki, bu neden şimdi talep ediliyor?
Bu zamanlama, Hizbullah ve müttefikleri açısından böyle bir değişim için çok uygun olduğundan mı? Fransa Cumhurbaşkanı’nın ziyaretine dönmek, bu sorulara yanıt bulmakta faydalı olabilir. Söz konusu ziyaret Hizbullah ve müttefiklerine bir Batılı girişime bağlı kalma olanağı tanıdı. Zira Fransa gibi genel olarak Lübnan, özelde de Hrıstiyanlar ile tarihi ve özel ilişkisi olan bir ülkenin önderlik ettiği, sistemin değiştirilmesinin ve aynı zamanda Lübnan’ın egemenliği, Hizbullah’ın yasadışı silahı ve ülkedeki rolü meselelerine ilişkin uluslararası kararları ele almanın pek olası olmadığını söyleyen bir girişimdi.
Zamanlamanın arkasındaki tek faktör Fransız girişimi değil. Buna ayrıca bölgede ve dışında İran’ın en güçlü ve etkili kolu olduğu için ABD tarafından hedef alınan Hizbullah aracılığıyla Lübnan’ı da etkileyen yoğun ve keskinleşmiş İran-ABD kutuplaşması da ekleniyor. Hizbullah ve Lübnanlı bazı müttefiklerine yönelik kuşatma ve tırmanan çoklu yaptırımlara dönüşen bu çatışma, Hizbullah ve müttefiklerini, örneğin Maliye Bakanlığı’nı talep etmekte diretmek gibi tüm meşru ve gayri meşru yollarla konumlarını ve savunmalarını güçlendirmeye itiyor.
Bu diretmenin birinci amacı, tüm alanlarda alınacak kararlar üzerinde söz sahibi olmaktır. Daha önemli ve sabit olan ikincisi, reforme edilmiş siyasi sistemin ve yeni siyasi sözleşmenin onaylanmasının ardından bundan doğacak sonuçlara ilişkin bir giriş olarak Hizbullah’ı yürütme organının kalıcı bir ana bileşenine dönüştürmektir.
Görevli başbakanının istifasından sonra hükümet kurulsun ya da kurulmasın, Şii ikilisinin inadı devam etsin ya da etmesin, bu noktadan yola çıkarak aşması zor, tehlikeli ve çok sayıda unsur ortaya çıktı. Son günler, dini grup ile siyasi aidiyeti birbirine bağladı. En kötü indirgeme ise Şii İkili’nin daha güçlü partiye ve tek lidere sadık olmadıkça gerekmesi halinde tüm mezhep mensuplarını dahi siyasette yer alma haklarından mahrum bırakmalarıdır. Buna göre sadece bu güçlü partiye tam anlamıyla bağlı olanlar seçilmeli ve atanmalıdır. Hizbullah ve Emel Hareketi’nin hükümette görev alacak Şii bakanları seçerken takip ettikleri yöntem budur.
Aynı bağlamda Şii İkili’ye karşı tarafların büyük olasılıkla farkında olmadan Hizbullah’ın oyununa dahil olması da üzücü ve tehlikelidir. Bu taraflar, söz konusu ikilinin taleplerinin mutlaka Şiilerin çoğunun talepleri ve beklentileri olması gerekmediğini onaylamak için seslerini yükseltmek yerine hataya düşerek tepkilerini bir bütün olarak Şiilere yönelttiler. Böylece Hizbullah ve Emel Hareketi’ni tüm Şiilerin temsilcisi olarak tanıdılar. Bu tepkilerin en acı verici olanı Marunu Patriği Beşara er-Rai’nin şu sorusuydu:
“Bir dini grup hangi sıfatla kendi mülküymüş gibi belirli bir bakanlığı talep edip istediği olana kadar hükümetin kuruluşunu aksatabilir?”
Daha da kötüsü, söz konusu tarafların bu ikilinin tüm Şiileri temsil ettiğini kabul ederek, bu temsili ideolojik ve organik olarak yabancı bir ülkeye, İran'a bağlı bir yapıya dönüştürmeleridir. Dolayısıyla eğer Şiiler gerçekten kendilerine haksızlık yapıldığını hissediyorlarsa şimdi bu hissiyat ikiye katlandı. Çünkü Hizbullah ve Emel Hareketi’nin elde edecekleri tüm kazanımlar Lübnan’daki Şiilerin değil, İran’ın bölgesel projesinin menfaatine olacak. Sonuncusunu Hariri’nin girişiminin temsil ettiği Hizbullah’ı ayartmak ve kontrol altına almak için verilen tüm tavizler, farklı ve tam aksi bir amaca hizmet etti. Silah sahiplerinin küstahlığını ve zorbalıklarını pekiştirdi. Görevli Başbakan Mustafa Edib’in istifası, bu zorbalığın bir göstergesinden ve ülkeyi nelerin beklediğine dair buzdağının görünen kısmından başka bir şey değildir.
Bütün bunlara ek olarak bölgedeki son gelişmeler de Lübnan’ın izolasyonunu artırdı. Lübnan'ın tamamen İran eksenine devredilmesinden sonra siyasetin dışında kaldığı bir dönemde, siyasi ve mali ağırlık Ortadoğu'dan Arap Körfezi'ne kaydı. Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdulaziz de BM’de yaptığı konuşmasında buna değinerek Beyrut Limanı patlamasının Hizbullah’ın silah gücüyle Lübnan’da karar alma mekanizmasına hakim olmasının bir sonucu olduğunu vurguladı. Ayrıca güvenlik, refah ve istikrarı sağlamak için Hizbullah’ın silahsızlandırılması çağrısında bulundu. Suudi Arabistan Kralı’nın bu açık ve doğrudan sözleri, Lübnanlıların düşünmeleri gereken birçok anlam ve çağrışım taşıyor.
Lübnan’ın bankacılık sisteminin tıkanması nedeniyle finans alanının da dışında kalması, ister ülkede ister ülke dışında yaşayanlar olsun Lübnanlıları güvenli bankalar aramaya, enerji kaynaklarına bel bağlayan ekonomileri de başka yerlerde birikim ve yatırım yapmaya itti. Bu ise Maşrık ülkelerinin, özellikle de Lübnan'ın çatışma döngüsünden çıkmasına yardımcı olmamakta, akıl ve yetenek göçü dalgalarını hızlandırmasının yanı sıra bilimsel ve kültürel enerjilerini azaltmaktadır. Nitekim Lübnan’da bunun belirtileri görülmeye başladı.
İronik olan, Hizbullah gerçekten ya da mecazen silahını Lübnanlıların başına dayadıkça, İran ajandasına bağlı kaldıkça, anayasaya suikast düzenledikçe ve ülkenin çıkarlarını göz ardı ettikçe kurulacak herhangi bir hükümetin yanında Lübnan’ın kurtuluş reçetesini getirmeyecek olmasıdır. Keza Hizbullah, Lübnan’ın kendi istediği gibi hareket etmemesi halinde Nasrallah’ın “ihtiyacımız olabilir” diyerek tabanından korumalarını istediği öfkenin üzerimize boşalması ile korkutma ve tehditlerine devam ettiği sürece hiçbir hükümet ülkeyi kurtaramayacaktır.