Abdurrahman Raşid
Suudi Arabistan’lı gazeteci. Şarku’l Avsat’ın eski genel yayın yönetmeni
TT

Dokuzuncu parsel üzerinden normalleşme

Tesadüfler her zaman bireylerin ve ulusların kaderlerini ve şanslarını değiştirmiştir ve görünen o ki Lübnan'a olan da budur. Lübnan’ın sosyal yapısı, kapasitesinin kırılganlığı, ekonomik çıkarları ve işgal altındaki bir toprak gibi doğrudan bir savaş nedeni olmadığı için Arap ülkeleri arasında İsrail ile çatışmaya en az istekli ülke olması gerekiyor. Ne var ki –pratik olarak- Arap-İsrail çatışmasında en büyük bedel ödeyen ülke odur. Buna bağlı olarak Lübnan, 3 kez egemenliğini kaybetti. Yetmişlerde Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) tarafından egemenliğine el konulurken, bunu Suriye işgali takip etti. Son 10 yıldır da karar mekanizması İran’ın hakimiyeti altında.
Amerikan Üniversitesi'nin duvarları dışındaki ve Batı Beyrut kafelerindeki Lübnanlılar, bu çatışmaya daha az ilgi gösteriyorlar, ki bunlara Şiiler de dahil. Öyle ki 1982’de, FKÖ milislerinin güneydeki Şii beldelerinde yaptıklarından ötürü Beyrut’a giren İsrail kuvvetlerini çiçeklerle karşılamışlardı. Ancak daha sonra tarih tekerrür etti. Yine bir milis gücü olan Hizbullah, 30 yıldan bu yana Lübnan’a hükmediyor.
Bugün Lübnan, müzakereyi ve Fransız arabuluculuğunu kabul etmemesi halinde servetini kaybetme olasılığı ile karşı karşıya bulunuyor. Şimdi Körfez ülkeleri gibi zengin olmak ya da Gazze gibi fakir olmak arasında seçim yapması gerekiyor. Zira Akdeniz’de büyük doğalgaz kaynaklarının bulunduğu 9’uncu parseli, ne yazık ki İsrail’in 72’inci parseline bitişik. Dolayısıyla ortada Şebaa Çiftlikleri benzeri bir sorun var ve çözülmedikçe bu parselden bir metreküp bile doğalgaz çıkarılamaz.
Lübnanlı politikacıları – başta Nasrallah olmak üzere- müzakere masasına oturmayı ve görüşmeyi, hatta petrol ve doğalgaz üzerinden normalleşmeyi kabul etmeye zorlayan bir dizi faktör var.
Lübnan bugün benzeri görülmemiş (yetmişli yıllardaki iç savaş dönemi dahil) bir ekonomik çöküş içinde bulunuyor. İkincisi, ABD baskıları ve yaptırımları Hizbullah’ı zayıflattı ve kendisi iflasın eşiğinde. Üçüncüsü, geçmişte İsrail'le herhangi bir barış ve normalleşme anlaşması için büyük bir motivasyon yoktu. Şimdi ise işin ucunda, yaklaşık 865 milyon varil petrol ve 96 trilyon metreküp doğalgaz var. Son olarak; Beyrut’taki liderlere baskı yapması karşılığında arabulucu yani Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron da karlı çıkacak. Zira bu zengin kaynakların bulunduğu parsellerdeki sondaj faaliyetlerini Fransız Total Şirketi gerçekleştirecek. Bunlar dışında İsrail, Lübnanlıların deniz sınırları içinde olduğunu söylediği alanlarda borularını döşemeye ve bunun için gerekli teçhizatları kullanmaya hazır.
Bugün tüm Lübnanlı liderler İsrail'le anlaşmaya hazır, artık düşmanlık, işgal edilmiş toprak, Şebaa Çiftlikleri ve dava yok. Lübnan ile İsrail arasındaki işbirliği anlaşmasının boyutu ve kazanımları, BAE ile Bahreyn ve İsrail arasındaki ticari ve askeri sözleşmelerden belki de daha büyük olacak. Ama radikaller BAE ve Bahreyn’i eleştirirken şimdi susuyorlar.
Sondaj ve üretimin başlamasından sonra bu anlaşmanın üretebileceği siyasi sonuçları da küçümsememeliyiz. Lübnan'ın kararlarını Hizbullah'ın silahı aracılığıyla domine eden İran ile ilişkisi nedeniyle petrol, Lübnan için bir lanet olabilir. İran önümüzdeki yıl ABD yaptırımlarından ve baskılarından kurtulup daha rahat hareket imkanına sahip olduğunda, Lübnanlıların projeyi tamamlamasını engellemek veya ülkenin yeni gelirlerine "Hizbullah" kendi siyasi ve askeri projesi lehine el koymak için müdahalede bulunabilir. Keza petrol, Lübnan’ı İran, Suriye, kaos ve yoksulluk hastalıklarından kurtaracak, yetmişli yılların ortalarından bu yana ilk kez kalkınmış, zengin ve müreffeh bir ülke yapacak ilaç da olabilir. Bugünün siyasi kararları geleceği şekillendirecektir.