Hasan Ebu Talib
TT

Macron ve Fransız İslam’ı: Ortak sorumluluğun sınırları

Yaklaşık 4 yıl önce “İskenderiye Kütüphanesi” tarafından düzenlenen, çok sayıda Arap araştırmacı ve entelektüel ile bazı yabancı katılımcıların katıldığı, farklı bölge ve ülkelerdeki Müslümanların durumu hakkında bir oturumu da içeren bir konferans düzenlenmişti. Katılımcılardan biri, Çin’in Sincan'daki Uygur Müslüman azınlığa yönelik (o zamanlar başlangıç dönemindeydi) politikasına eleştiriler getirmişti. Üstünden birkaç saniye geçmişti ki katılımcılardan biri – Pekin'de ünlü bir araştırma merkezinde çalışan Çinli bir araştırmacı- söylenenlere şiddetle karşı çıkıp tek kelimeyle şunu söylemişti: “Uzak bir ülkeden birisi, dünyanın en büyük ekonomisinin başkanının, ülke nüfusu içinde bir grubun İslam'ının “Çinlileştirilmesi” vizyonunu nasıl eleştirebilir? Hiç kimsenin iç işlerimize karışmaya hakkı yoktur.”
İslam’ın Çinlileştirilmesi ifadesini, katılımcıların hepsi ilk defa duymuşlardı. Oturum sona erdiğinde, birçok kişi bu ifadenin, pratik ve politik hedefleri hakkında daha fazla bilgi almak için adamın etrafında toplanmıştı. Anlattığına göre durum basitçe,  yerel makamların ülkedeki genel değerlere uygun olarak, ayrıca ülkenin güvenliğine ve bölgesel bütünlüğüne zarar verecek şekilde patlak verebilecek ayrılıkçı eğilimlerin önüne geçmek için içlerinde yaşayan azınlıkların davranışlarını kontrol etme hakkı ile ilgiliydi.
Çin’in ülkede yaşayan diğer 56 azınlık grubundan biri olan Uygurlara yönelik bahsi geçen politikasını, boyutlarını ve doğasını açıklamak için son 4 yılda yayınlanan birçok raporu, bu icraatların Müslüman Uygurların dinlerini yaşama haklarına aykırı olup olmadığını bir yana bırakalım. Keza, onları işgücü piyasasına hazırlama yahut son on yılda söz konusu özerk bölgede ortaya çıkan, Çin hükümetinin uluslararası eleştirilere karşılık olarak Temmuz 2019’da yayınladığı “Beyaz Kitap”ta belirttiği gibi dış müdahalelerin katalizör görevi gördüğü aşırılıkçı ve ayrılıkçı görüşlerle mücadeleye dönük düzenlemeler olup olmadığını da. Bütün bunlar bir yana, Çin’in Uygurlara yönelik bu tutumun özü, 2 Ekim’de Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un dile getirdiği Fransız tutumunun neredeyse aynısıdır. Macron, bu tarihte yaptığı konuşma kapsamında, İslami ayrılıkçılık ve radikal İslam adını verdiği olgu ile ülkede var olan genel sisteme paralel ve Fransa’nın cumhuriyetçi ilkeleri ve laik sistemi ile çatışan bir değerler sistemi inşa etme planları ve girişimleri ile mücadele etme planını açıkladı. Dış müdahalelerden arınmış, Fransız laikliği ile uyumlu, ötekine açık, Fransız toplumunun diğer oluşumları ile bir arada yaşayabilen ve “Fransız İslam’ı” ya da “Aydınlık İslam” adını verdiği şeyi yaratmaya yönelik yeni planından bahsetti.
Cumhurbaşkanı Macron’un önerisi 5 eksen içeriyor: Kamu tesislerinin dini uygulamalar karşısında tarafsız olması, 1905 Laiklik Yasasına uygun olarak dini topluluklara sansür uygulamak, çeşitli kökenlerden Fransız Müslümanların yaşadığı bölgelerde yaygın olan evde eğitimin kaldırılması, yurt dışından, özellikle de Cezayir, Fas ve Türkiye'den gelen imamların sayısının sınırlandırılması, öte yandan içeride Fransız değerlerine inanan imamların sayısının artırılması, İslam’ı ve Müslümanların tarihini daha iyi anlamak.
Bu eksenlerin tümünün, yerel ve merkezi otoritelerin bu politikayı uygulaması için zorunlu güç sağlamak amacıyla, bir yasa şeklinde formüle edilmesi ve bu yasanın da 2021 ortalarında çıkarılması bekleniyor. Macron’un bu önerisi yeni değil, iki yıl boyunca birçok kez ve çeşitli vesilelerle, özellikle de Peygamber Efendimize (s.a.v) hakaret içeriği taşıyan karikatürleri yayınlayan Fransız dergisine düzenlenen saldırıdan sonra, kendisi tarafından dile getirilmiştir. Her seferinde de birçok analiz, Başkan Macron'un Fransa'daki katı İslam karşıtı aşırı sağla mücadelesine, radikal İslam olarak bilinen ihlallere karşı sağlam bir duruş sergileyerek aşırı sağ ile başa çıkmak istediğine atıfta bulunmuştu. Bazıları da, söz konusu politikayı “İslamofobi” olgusuna ve genel olarak Avrupalı toplumlarda, özelde Fransa’nın Arap bölgelerindeki sömürgeci geçmişinde kökleşmiş Müslümanlara yönelik düşmanlıkla ilişkilendirme yoluna gitmişti.
Bu analizlerin çoğu, krizin özünden ve çağdaş zamandaki düşünsel ve davranışsal sonuçlarından uzaktır. Çünkü her ikisi de ister Avrupa'daki ister dışındaki bazı Müslümanların yanlış uygulamaların ürünleridir. Buna ayrıca Müslümanların kendini üstün görme eğilimi, dini özgürlüğün yanlış yorumlanması, Batılıların dini kamusal alandan uzaklaştıran uygulamaları da eklenmektedir. Batı’da laiklik adına gerek Müslümanlar gerekse diğer dinlerin mensupları, inançları için temel gördükleri bazı ilkelerden, sözgelimi Müslüman kadınların başörtüsü ve Sihli erkeklerin türbanı gibi, vazgeçmeye zorlanıyorlar. Bilindiği gibi, seçim kaygıları da Müslüman azınlıklara karşı olumsuz düşünceleri tırmandırmada büyük rol oynuyor. Bu da duyguları alevlendirirken krizi derinleştiriyor.
Cumhurbaşkanı Macron'a tek bir konuda sitem edebiliriz, o da, İslam'ın bir din olarak Fransa'da ve dünyanın diğer ülkelerinde bir kriz yaşadığı şeklindeki açıklamasıdır. Yalnızca bundan geri adım atmasını talep edebiliriz. Çünkü mesele - son konuşmasında kendisinin de değindiği gibi - aşırılık yanlısı ve militan grupların İslam dininin ilkelerini yanlış yorumlamalarıyla ilgilidir. Bunun, dünya genelinde Müslümanların ezici çoğunluğunun, hoşgörüyü, birlikte yaşamı, inançlarını küçümsemeden veya inkâr etmeden diğer dinlerin mensuplarına açık olmayı teşvik ettiğine inandıkları İslam dininin kendisi ile ilgisi yoktur. Macron ayrıca Fransa Müslümanları arasında bazı kesimlerin ayrılıkçı eğilimleri adını verdiği olgunun ortaya çıkışını açıklarken, bunu haklı olarak önceki hükümetlerin uzun yıllar uyguladığı yanlış politikalara bağladı. Bunların,  Fransa Müslümanları için hizmetten yoksun, kötü koşulların, hizmet ödenekleri eksikliğinin ve yetersiz eğitimin belirgin olduğunu gettolar ürettiğini belirtti. Bu koşulların kaçınılmaz olarak, toplumun geri kalanından ayrı olma hissi, medeni ve doğal haklarını reddeden kurumlara, politikacılara ve partilere öfke duygusu uyandırdığını, sonuç olarak devlet ve değerlerine düşman aşırlık yanlısı ve radikal bireyler ürettiğini kaydetti.
Cumhurbaşkanı Macron'un dini yönüyle bu yanlış durumlarla başa çıkmada Fransız devletinin oynaması gerektiğini düşündüğü rol, Fransa Müslümanların temsilcilerinden uzakta bu konuları tartışmayı değil, onlarla derinlemesine bir diyalog gerektiriyor. Macron'un önerisinin belki de en olumlu yanı, Fransız ve genel olarak Avrupa sağının becerikli olduğu düşmanca yorumlardan ve ifadelerden uzakta, Fransızların İslam dinini yeniden anlamaları etrafında dönmektedir. Bunu da Arap dilini, İslam’ın düşünce ve bilim sembollerini, İbn Rüşd, Harezmi, İbn Sina, İbn Haldun ve parlak İslam tarihinin diğer sembollerinin felsefe ve bilimdeki üst düzey bilimsel çıktılarını yeniden devletin gözetiminde ve devlet okullarında öğretmek yoluyla gerçekleştirmeyi amaçlamaktadır.
Öte yandan, Fransa ve Avrupa ile Arap ve İslam ülkelerimizdeki dini kurumlar, İslam ve Müslümanlar hakkındaki yanlış kanıların düzeltilmesinde daha büyük bir rol oynamalıdır. Kendi değerleri ve yaşam tarzları olan toplumlarda yaşayan Müslüman azınlıklara uygun yorum ve fetvalar sunmalıdır. İslam’ın barışçıl ve hoşgörülü, geçerli yasalara uyacak bir şekilde bu toplumlarda yerleşmesini sağlamaları, İslam'ın yüce ilke ve hedeflerinden uzak olan aşırılık yanlısı fetvaları kuşatmaları için Müslüman azınlıklara nasıl yardım edebileceğini düşünmelidir.