Racih Huri
Lübnanlı yazar
TT

Golan’da sınırları belirleme ve yeni Ortadoğu

Birkaç ay önce, Şam Uluslararası Havalimanı’na son derece gizli bir şekilde önemli bir üst düzey ABD’li askeri yetkiliyi ve Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi Terörle Mücadele Direktörü Kash Patel’i taşıyan bir uçak indi. Yüksek diplomatik raporlar, Patel’in Suriyeli yetkililerle bir dizi görüşme gerçekleştirdiğini ifade etti. O sırada bu raporlar şüpheli görünse de "Wall Street Journal" gazetesi geçtiğimiz hafta sonu, Kash Patel'in iki ABD vatandaşını, Halep’in dış mahallerindeki çatışmaları takip ederken tutuklanan bağımsız gazeteci Austin Tice ile Suriye kökenli ABD’li analist Macid Kamalmaz’ın serbest bırakılmaları için Şam’ı ziyaret ettiğini yayınladı.
Bu, kulağa oldukça ilginç geliyor. Zira Washington ile Suriye rejimi arasındaki açıklanmış son temasın üzerinden neredeyse 10 yıl geçti. Washington, 2012 yılında Şam ilişkilerini kesmiş, Barack Obama ve ondan sonra Donald Trump rejimi yaptırımlarla ve rejimi değiştirmekle tehdit etmiş, son olarak bu yılın başında Ceaser (Sezar) Yasası’nı hayata geçirmişti. Peki, ne oldu da bu atmosfer önemli bir ABD’li yetkilinin Şam’ı ziyaret etmesini sağlayacak kadar değişti? Ziyaret gerçekten de sadece iki ABD vatandaşının salıverilmesiyle mi ilgiliydi? Yoksa bu Suriye ile ilişkilerle sınırlı kalmayıp son durağı Sudan olan bölgenin stratejik siyasi haritasını yeniden çizmeye yönelik aktif düzenlemelere kadar uzanan gizli Rus-Amerikan görüşmelerinde buzdağının görünen çok küçük bir bölümü müydü?
Olup bitenleri anlamak için belki de geçen yılın 24-25 Haziran günlerine dönmek gerekiyor. Bu tarihlerde Kudüs’te dikkat çekici ve benzeri görülmemiş bir üçlü güvenlik toplantısı gerçekleşmişti. Toplantı, Rusya Güvenlik Konseyi Sekreteri Nikolay Patruşev, dönemin ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton ve İsrail Ulusal Güvenlik Kurumu Başkanı Meir Ben Şabat’ı bir araya getirmişti. O gün, Rusya Dışişleri Bakanlığı Bilgi ve Basın Dairesi Başkanı Artyom Kozhin, toplantının en önemli amacının "Suriye ve tüm Ortadoğu bölgesindeki krizi çözmek için ortak pratik adımları araştırmak" olduğunu söylemişti.
Görünüşe göre bu önemli buluşma, şu anda özellikleri artık belli olan yolun başlangıcını teşkil etti. Moskova'daki ABD Büyükelçiliği'nin maslahatgüzarı Anthony F. Godfrey de kendisini, bölgedeki krizi ele almak için ortak bir yaklaşımı belirginleştiren bir adım olarak tanımlamıştı. Bu açıdan bakıldığında, Kudüs'teki buluşma, Donald Trump tarafından önerilen "Yüzyılın Anlaşması"nın politik ifadesiyle buluşan, temel bir kaynak oluşturacak gibi görünen yeni bir ortak yolun başlangıcı mıydı? Yüzyılın Anlaşması’nın sonuçları, BAE, Bahreyn ve son olarak Sudan ile İsrail arasında peş peşe imzalanan barış anlaşmaları olurken, bu arada Moskova ile Washington arasında en üst düzeyde sürekli gizli görüşmeler yapıldığına ve Suriye ile İsrail arasında müzakere sürecinin başlatılması gerekliliği konusunda bir anlaşmaya varıldığına dair haberler geldi. Körfez ve Arap ülkelerinin, bu sürecin ilerlemesi için Washington ve Moskova arasında cesaret verici roller oynadıkları da ifade edildi.
Bu yönelim, Suriye rejiminin, Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov'un Suriye için İsrail'le normalleşme kervanına katılmaktan daha yararlı bir çıkış yolu olmadığı teorisine Rus yönetiminin de artık yakın olduğu inancına dayanıyor. Nitekim, Suriye rejiminin BAE, Bahreyn ve Sudan’ın ilişkileri normalleştirme kararına ilişkin tutumunun bir sitemden ibaret kalması bunun kanıtıydı. Amerikalılar ile Ruslar, Ortadoğu’nun siyasi haritasını yeniden çizerken çözüm bulmaları gerekecek tek zor düğüm, İsrail’in daha önce ilhak ettiği Golan Tepeleri’ndeki sınırlandırma sorununun düzenlenmesidir.
Moskova ile anlaşma içinde, Washington-Şam hattına geri dönen hareketliliği takip eden raporlar, bunun bölgedeki artan müzakereler ikliminin bir parçası olduğunu doğruluyor. Bu iklim, İran ve Türkiye’nin bölgedeki durumu etkilemek ve kontrol altına almak için rekabet ettiği teorisine dayanan ve yeni dengeler yaratmanın gerekliliği konusundaki stratejik Amerikan-Rus anlayışının bir sonucudur. Bu bağlamda, Beyaz Saray Terörle Mücadele Direktörü Kash Patel'in Şam ziyareti, Moskova ile Şam’ın çıkarlarının kesiştiği, arka planda bizzat Sergey Lavrov'un üstlendiği Rus çabalarının ürünüdür.
Aynı bağlamda, Washington, Moskova ve Şam arasında da güçlü bir çıkar kesişmesinin olduğu bir sır değil. Bunun anlamı şu; Suriye rejiminin bir güvenlik kuşağı inşa etmeyi amaçlayan Türkiye’nin İdlib müdahalesine karşı çıkışı, Türkleri Suriye’nin kuzeyinden uzaklaştırmakla rahatlayacak Moskova’nın istekleriyle kesişiyor. Nitekim Rusya, birkaç gün önce bölgede bulunan ve Ankara’ya bağlı gruplara hava saldırıları düzenlemişti. Bu aynı zamanda, sonunda rejimle yakınlaşan müttefikleri Suriye Demokratik Güçleri’ne (SDG) karşı Türkiye’nin saldırılarını ve tehditlerini durdurmak isteyen Washington ile Türkiye’nin Hamas’a verdiği destekten rahatsız olan İsrail’i de rahatlatacaktır.
Bir diğer anlamı, Suriye rejiminin pratikte İran ve milislerinin Suriye’nin zenginlikleri ve bölgeleri, özellikle de Şam’ın çevresi üzerindeki kontrolünün genişlemesinden artık rahatsız olduğudur. Rejim, kuzeydeki Türkiye kontrolünü sona erdirmek istediği gibi, içerideki İran kontrolünü de hafifletmek istiyor. Bu ise, hem Suriye’de kendisine karşı bir rakip istemeyen Moskova’nın çıkarları ile hem de ABD’nin İran rejimine karşı düşmanca politikalarıyla örtüşüyor.
Burada Patel'in iki ABD vatandaşının serbest bırakılması için Şam’ı ziyaret ettiğinden bahsedilmesi, bölgenin siyasi haritasını yeniden çizmeye yönelik stratejik hedeflere paralel bir ayrıntıdan ibarettir. İsrail ile anlaşma öncesi ve sonrasında BAE’nin Şam açılımı da dikkate alınmalıdır. Tümgeneral Abbas İbrahim, ABD vatandaşlarının serbest bırakılması için Şam ile Washington arasında mekik dokurken, Sergey Lavrov da Mike Pompeo ile birlikte İran, Türkiye ve İsrail arasındaki şiddetli çatışmalar için bir arena olması artık kabul edilemez olan bölgenin stratejik siyasi haritasının yeniden çizilmesinde rolleri paylaşıyor.
Bu bağlamda ve Lübnan ile İsrail arasındaki sınır anlaşmasının açıklanmasıyla birlikte Lavrov'un, Suriye’nin şartlarını, Golan'ı ilhak eden İsrail ile sınırların adil bir şekilde belirlenmesini içerecek müzakerelerin başlamasını garanti edecek talep ve düzenlemeleri görüşmek üzere Şam'ı ziyaret etmesi planlanıyor. Ayrıca Lübnan-Suriye sınırlarının belirlenmesi için müzakerelerin başlatılması da bekleniyor. Suriye-Lübnan sınırlarının tamamını kapsaması beklenen bu müzakereler sonucunda Suriye, Şebaa Çiftlikleri’ni geri alabilir. Peki bütün bunlar, kuzeyde yayılan İsrail ile barış dalgasının güneyde Sudan’ın ötesine de uzanacağı anlamına mı geliyor?
Bu gelişmelerin çizdiği tablonun tamamlanabilmesi için Mısır'ın, Suriye'yi Arap ailesine geri döndürme ve onu Türk-İran çatışmasına bırakmama çabalarının artması üzerinde de dikkatlice durmalıyız. Raporlar, Mısır'ın Arap safını birleştirmeye ve Mısır, Suudi Arabistan, Ürdün, Irak, Suriye ve Lübnan'ı içine alan yeni bir cephe kurmaya çalıştığına işaret ediyor. Bütün bunların amacı, Arap ülkelerini Osmanlı-Fars çekişmesinden çıkaracak yeni bir Ortadoğu kurmaktır.