Cemile Bayraktar
Gazeteci-Yazar
TT

Kutuplaşma, popülizm ve ABD seçimleri

İktidarlar, siyasi elit, yönetici kadrolar kitlelerin düşünmeden hareket etmesini sağlamak için ekonomi ve güvenlik gibi temel olgulara yaslanırlar. Ekonomi kitlelerin en temel önceliği olduğu için “ekonomik vaat” kitleyi/seçmeni mevcut siyasi yapıya ileriye yönelik bağlar. Güvenlik ise kitlelerin en temel önceliklerinden bir diğeri olduğu için genellikle ırka dayalı, milliyetçi söylemli güvenlik siyaseti kitleleri harekete geçirmek, ikna etmek ve hatta problemlerin üzerini örtmek için günü kurtarma amaçlı kullanılır. Bu iki temel siyasi pratiğin uygulanması için ortaya konan en önemli harç da “kutuplaştırma”dır. Dolayısıyla ekonomik refah vaadiyle uyutulan, güvenlik endişesiyle korutulan ve kutuplaştırma ile hipnotize edilen/gaza getirilen kitle artık mantıkla değil de duygularla hareket edeceği için daha kolay yönlendirilebilir bir hale gelir. Bugün ABD’de de, dünyanın birçok ülkesinde de gördüğümüz seçim süreçlerinin arkasında bu temel mesele yatmaktadır. Hatta çok garip bir şekilde Amerikan seçimlerinde oy hakkı sahibi olmayan kitleler bile en az Trump, Biden seçmeni kadar seçim üzerinden gerilim yaşayabilir, Türkiye’de olduğu gibi… Neyse Amerikan seçimleri üzerinden devam edelim…
Amerikan Seçimleri nedir, ne değildir
ABD seçim sürecinde sadece iki rakibin yarışını değil aynı zamanda ABD seçim sistemini de izleme imkanımız oldu. ABD, bildiğiniz üzere eyaletlere bölünmüş bir ülke ve seçimlerde en fazla oyu alan değil de en fazla delegeye sahip olan seçimin kazananı oluyor. Eyaletlerin delegeleri de aynı sayıda değil eyaletlerin farklı durumlarına/nüfus oranlarına göre delegelerin sayıları da farklı olabiliyor ve buradan hareketle seçmenler doğrudan başkan adayına değil delegelere oy veriyor/verebiliyor. Elbette Seçiciler Kurulu, delege seçimi, Temsilciler Meclisi, Senato üzerinden farklı aday belirleme prosedürleri var. Ayrıca seçim sonucunda etkili olacak eyaletlerin de mavi ve kırmızı arasında belli renklere boyanmış tavırları belirleyici olduğu için alışkın olduğumuz gibi bir günde tamamlanan seçimler değil de daha uzun bir seçim süreci oluyor. Haliyle seçim için uzun sayılabilecek bir süreçte de her tür spekülasyonun oluşabilmesi için zaman kalıyor. 3 Kasım 2020’de yapılan seçimlerden sonra 20 Ocak 2021 tarihinde kazanan başkan yemin edebiliyor. Bu sürece bir de Trump ve Biden’ın çok az farkla yarışıyor olması da eklenince ABD seçimleri oldukça renkli bir o kadar çekişmeli bir hal aldı…
Şahsi kanaatim, yanılan anketlere ve ezber yorumlara bel bağlamadığım için, yaşanan seçim sürecinin gayet olağan olduğu, sürprizlerin olmadığı bir seçim olduğu yönünde… nedenini yazının devamında ifade edeceğim.
ABD nedir, ne değildir
ABD denince, köleliğin uzun süre yasal olduğu, göçmenlerin kurduğu, daha sonra Britanya’ya karşı Amerikalıların, Amerika’yı “yurt edindiği”, yerlilerin topraklarına el koyan, el koymayı kendinde hak olarak gören, iki kez iç savaş yaşayan, sağ, muhafazakar, milliyetçi duyguların, dini tutuculuğun toplumda var olduğu büyük bir kıtadan bahsediyoruz. Sık sık “demokrasi ve özgürlükler” kavramlarıyla PR’ı yapılan ABD’nin “demokrasi ve özgürlükler” karnesi sıfır çekmese de Latinler ve Siyahlar için PR’ı yapılan “eşitlik, özgürlük” gibi olgular, beyazlar kadar ulaşılabilir değil, tabi ekonomik refah da öyle… ABD hegemonik, büyük bir güç olmasının altında aslında farklı fraksiyonları da bünyesinde barındırıyor. Sömürgeci Avrupa ülkeleri gibi doğrudan bildiğimiz klasik bir sömürgeci olmasa da ABD’nin kendi dışındaki ülkelere ekonomiden, siyasete kadar her anlamda müdahale ettiği bir gerçek; neo-kolonyalizm.
ABD aynı zamanda bir ticaret devleti, dış politika anlayışı ekonomi üzerinden belirleniyor. Dolayısıyla bazen bu ekonomik dış politika çıkarları savaş, darbe, diktatör destekçiliği üzerinden ilerliyor bazen ise daha demokratik, yumuşak gücün kullanıldığı bir politikaya dönüşebiliyor. Dönüşmeyen ve değişmeyen şey ise ABD’nin ekonomik çıkarları doğrultusunda belirlediği politikaların amacı.
Çin ve Rusya’nın birer küresel güç olması, pazar hakimiyetleri, Afganistan ve Irak savaşlarının ABD ekonomisine verdiği zarar sonrası Obama yönetimine ve Trump yönetimine de düşen ilk görev ABD ekonomisini eski güçlü günlere taşımak oldu. Bunun sonucunda biri demokrat, diğeri cumhuriyetçi olsa da dışarıya eskisi gibi müdahale etmeyen, izolasyon politikası izleyen, sık sık devamlılık arz eden bir politika izlenen bir sürece şahit olduk. Tabi önemli üslup, yöntem farkıyla… Obama Ortadoğu’dan çekilmeyi askeri olarak yaparken İran’la normalleşme yöntemi kullanırken, emlakçı, tüccar Trump, askeri çekilme yanında İsrail’i bölgede çok daha etkin hale getirmenin yollarını aradı. Aslında temel amaç ABD kendini toparlayana kadar bölgenin ağırlığından kendisini kurtarmak istemesiydi. Sonuç olarak Arap Baharı’nın da etkisiyle ne Ortadoğu’da bir istikrar sağlandı, ne ABD eski günlerine kavuşabildi, ne de Trump ya da Obama başarılı olabildi.
Trump yönetimiyle birlikte Beyaz Saray seviye bakımından oldukça düşük bir pozisyona geriledi. Irkçılık, kabalık, nobranlık, pazarlıkçılık ABD siyasetinde hep var olmasına rağmen bu daha örtülü, daha usturuplu yapılırdı ancak Trump’la birlikte ciddi bir siyasi üslupsuzluk ortaya çıktı.
Tüm bu gelişmelerin sonucunda da ABD’de Trump’ın bir daha seçilemeyeceği iddiaları ağırlık kazandı. Ancak henüz seçim sonuçları netleşmemiş olsa da ABD’nin en rahatsız edici karaktere sahip başkanının çok ciddi anlamda oy aldığına şahit olduk… O halde ABD toplumu nezdinde seçim sonuçlarını değerlendirmeye çalışalım.
Trump’ın yüksek oy oranlarına dair bir toplum/kitle analizi
ABD seçim sonuçlarına baktığımızda aslında Trump’ın yüksek oy oranına sahip olmasına “şaşıran” bir takım meseleden ırak yorumculara rağmen şahsen pek ve hatta hiç şaşırmadım zira ABD toplumunda her toplumda olduğu gibi ekonomik refah en önemli belirleyici ve Trump’ın ekonomik iyileştirmeler ve vaatler sırasında yaptığı ırkçılık kimsenin pek umurunda olmadı. Dahası ABD toplumunda yerleşik olan sağ milliyetçi damar için bizim ırkçılık olarak ifade ettiğimiz şey sadece sıradan bir siyaset.
George Floyd’un ABD polisi tarafından öldürülmesi sonrası ABD’de siyahlar sokağa çıkmış, “Siyahların Hayatları Değerlidir” eylemleri yapılmış, bu eylemlerde polis siyahlara ve eylemcilere orantısız şiddet uygulamıştı. Eylemler sırasında yapılan anketlerde Trump’ın oy oranını arttırdığı görülünce, Trump ayrımcı ve ırkçı söylemlerine devam etmiş, polisler şiddeti arttırmıştı. İşte buna rağmen oranlara bakıldığında Trump’ın Siyahlardan geçmişe oranla daha fazla oy aldığı ortaya çıktı. Peki bu nasıl mümkün olabilirdi? Elbette ABD’nin kendi içindeki ayrımcı sistemiyle alakalıydı. Siyahlar, ABD’de beyazlara oranla çok daha düşük ekonomik seviyedeler, ekonomik iyileştirme Siyahlar için ırkçılıktan daha önemli ve bu nedenle Trump siyahların oylarını almayı başardı.
Diğer yandan demokratların bile eleştirilerine maruz kalan, yaşı fazlaca ilerlemiş, geçmişte siyasi kariyerinde seçim vaadi olarak Siyahlara yönelik ayrımcılıkla mücadele edeceğini söyleyen ancak uygulamada bunu hayata geçirmeyen Biden’ın da Trump gibi beyaz üstünlüğüne inanan bir politika izleyeceğini düşünenler tercihlerini Trump’tan yana kullandılar.
Yani başta da ifade ettiğim gibi seçmen tavrını belirleyen en önemli etken ekonomi… ekonomik öncelik dururken kimsenin etnisiteye bağlı tercih yapmaması oldukça anlaşılabilir durum ancak kendilerine ayrımcılık uygulandığı için eğitim ve ekonomi konusunda alt sınıfta bırakılmış kesimlerin, ekonomik yetersizlik içinde olmasının en önemli nedeni de geçmişten bu yana kendilerine ayrımcılık yapılması. Bunu bugünün dünyasında fark etmeyen yoktur ancak akşam evine yemek götürmek isteyen herkes doğal bir şekilde bunu unutmak isteyebilir.
Siyahların oylarının yanına, zaten sağ/muhafazakar/milliyetçi duyguları kabarık, beyaz üstünlüğüne inanan, çoğunluğu ekonomik orta sınıftan gelen ve kutuplaştırmanın gaza getirdiği Amerikalı seçmenleri de ekleyince Trump’ın seçimi kazanmasa dahi yüksek bir oy oranına sahip olması hiç de sürpriz değil. Amerika toplumunun Wall Street CEO’larından ya da Manhattan sosyetesinden oluşan, her sabah kahvaltıda insan hakları beyannamesi üzerine yemin eden kitlelerden oluştuğunu zannedenler için Trump’ın yüksek oy oranı sürpriz olabilir. Ancak ABD toplumunun çoğunluğunun kırsal bölgelerde yaşayan, COVİD-19 döneminde silah satış noktalarındaki tüm mermileri  tüketen, 911’in ülkenin çoğuna hizmet vermediğini ve halkın çoğunun bireysel silahlanma ile başının çaresine baktığı, futbolu bile rakibinin boynunu kırabilecek şekilde oynayan, oldukça hoyrat ve bir o kadar da rahat insanlardan oluştuğunu bilenler için Trump gibi bir karakter, emin olun itici değil oldukça sempatik duruyor. Ve böyle kitleler de, bu kitlelerin desteklediği isimler de kutuplaşmadan besleniyor. Bunlara ek olarak başka bir fotoğraf üzerinden meseleyi daha net görmek isterseniz Trump’ı destekleyen Evanjeliklerin vaazlarındaki coşkuya bi göz atın derim…
Sonuç yerine
Elbette ABD seçimlerinin birçok farklı zaviyeden analizi var; siyasi, toplumsal, ideolojik, lider düzeyi ve birçok farklı yönden analizi yapılabilir. Ayrıca ABD’nin yeni başkanının tercih edeceği siyaset tarzı, dünyanın geri kalanını da ilgilendirdiği için mesele bu etki üzerinden ele alınabilir. Sanıyorum bir süre daha ABD seçimlerini konuşacağız.
Yukarıda seçimlere dair görüşlerimi ifade etmeye çalıştım, elbette bunlar konunun sadece birkaç yönü, buna ek olarak, global boyutta birkaç şey daha söylemek icap ediyor. Dünya genelinde maalesef siyasi, diplomatik nezaket bir süredir terk edilmiş durumda. Daha otoriter, daha nobran ve daha popülist liderlerin ivme kazandığı bir dönemden geçiyoruz. Böyle bir dönemin ortasına ekonomiyi de doğrudan hedef alan virüs salgını yerleşince problemleri çözmek mümkün olmaktan çıkınca problemlerin üzerini örtme, yok sayma, kitleleri uyutma ihtiyacı ciddi şekilde hasıl oldu ve bunun farkında olan tüm siyasetçiler alabildiğine popülizm yapıyor, alabildiğine bağırıyor. Aynı zamanda kutuplaştırıcı siyaset yöntemini körükleyerek kendi taraftarlarını da bu yüksek sesli koroda makulu konuşanları susturmak için kullanıyor. Ve maalesef başarılı da oluyorlar. Trump’ın oy oranının yüksek olmasının nedenlerden biri de bu…
Çok yakın tarihe kısaca bakacak olursak, bu bakışın temelini de ekonomik şartlar oluşturacak olursa (ekonomik olan sosyal olanı da etkiler, bunu unutmayalım) şu şekilde cümleler kurabiliriz… Sol dünyaya ekonomi ve haklar alanında eşitlik öneriyordu ancak kapitalizm karşısında kaybetti. ABD öncülüğündeki küresel kapitalist düzen refah, demokrasi ve özgürlük vaat ediyordu ancak dünya ABD etkisinin daha da istikrarsızlaştığı bir yer haline geldi. Dindarlar yeryüzünde ideal bir nizam kuramadılar. Sekülerler, modernistler merkeze aldıkları insan ve insan aklı ile Kantçı insancıl barışın taşlarını döşeyemediler. Bilim, tüm dünyayı kavuran bir virüs karşısında uzun süre çaresiz kaldı… Artık hiçbir ülke tek başına dünyanın hakimi olabilecek durumda da değil. Mesih’i bekleyen var, Godot’yu bekleyen var ama geleceklerine dair bir umut yok… En fazla satan kitaplar listesinde kaliteli yayınları değil vasat ve altındaki yayınları görüyoruz. En çok tıklanan/izlenenler en soytarı Tik Tok yayınları… böyle bir dünyada zihinsel olarak makule çağıran, makulu hedef olarak gösteren siyasetçilerin iktidar olabilmesi gerçekten zor. Bu nedenle kendisine vaat edilen çoğu şey gerçekleşmemiş, hayal kırıklığı içerisinde isteksiz ve apolitikleşmesi muhtemel olan kitleler popülizm ile yeniden taraftar, partizan haline getirilmeye çalışıyor. Hayal kırıklığı ile yaşamak/yüzleşmek yerine amigolaşarak kendisine tutunacak, barınacak bir yer arayan seçmen de bile bile kandırılmaya gönüllü oluyor. Bu nedenle “Trumpizm”, popülizm, kutuplaşma, ırkçılık kendisine ciddi oranda taraftar bulabiliyor.
Biden’ın yani muhtemelen önümüzdeki dört yıl boyunca ABD’nin başkanlığını yapacak kişinin de hakkını yiyerek, sürekli Trump’ın yüksek oy oranından bahsederek hakkını vermediğim düşünülmesin. Geçmişteki pek de parlak olmayan siyasi eylemleri, maksadını aşan konuşmaları ve hatta birçok eksiğine rağmen, az farkla da olsa popülizm, kabalık, nobranlık, yasal ırkçılık gibi kötü olgulardan uzaklaşarak biraz daha ideale yakın bir çizgide olması küçücük de olsa bir umuda kapılmamıza neden oluyor. En azından şimdilik Ortadoğu’da İsrail’in işgallerini meşrulaştıracak, Türkiye’ye “ekonomilerini mahvederiz” diyecek, göçmenleri anne-çocuk ayırt etmeksizin gözaltına alacak, tüm borçlarını Araplara ödetecek, kadınlara karşı cinsiyetçilik yapacak, her dakika çekinmeden yalan söyleyebilecek, bastıra bastıra anti-İslamizm yapacak bir siyasi figür artık başkan değil, bu bir teselli mi bilemiyorum ancak gelenin gideni aratmamasını temenni ediyorum.