Cemile Bayraktar
Gazeteci-Yazar
TT

Yeni ABD dış politikası: Hayaller ve hayatlar

Trump yönetimiyle birlikte ABD dış politikası, en azından görünürde, amaç değişikliğine uğramasa da şekil ve üslup değişikliğine uğramıştı. Ancak Trump yönetimiyle birlikte ABD siyasetinde şöyle bir değişiklik oldu; ABD hegemon bir güç olduğu için genellikle dış politika üzerinden ele alınırken, Trump’ın oldukça popülist bir başkan olması nedeniyle iç siyaset de çok konuşuldu. ABD’nin oldukça nobran ve kısmen ırkçı yönünü ortaya çıkaran Trump dönemi henüz resmi olarak sona ermemiş olsa da Biden dönemiyle birlikte alışkın olunan ABD dış politikası değerlendirmeleri tekrar yoğunluklu olarak gündeme geldi.
Yakından takip edenler, üslup, ideoloji olarak çok farklı olan Obama ve Trump’ın aslında dış politikada devamlılık sergilediğini, ABD dış politikasında bahsedilen kadar bir farklılık olmadığını, ABD’nin eski gücüne kavuşma hayallerine ulaşmasının zor olduğunu, izolasyon politikası izlendiğini görür. Biden’la birlikte de bunun devamlılık göstereceğini, dış politika doğrudan çok büyük değişiklikler olmayacağını düşünenlerin sayısı az değil ve bu isabetli bir düşünce. Nedenleri için ABD dış politikasının kökenlerine bakalım…
ABD Dış Politikasının Temel Karakteri
ABD kurucu babalarında bir nevi İsrailoğullarında/Yahudilerde gördüğümüz “Tanrı’nın gözünde seçilmiş halk” fikri yatmaktadır. Bu fikir ABD’de dinin, siyasette etkili olmasına neden olmuştur. Yine buradan hareketle ABD’nin kendisini rol model ülke olarak görme, tahakküm hakkını kendi elinde bulundurduğunu sanma geleneği oluşmuştur. ABD’yi kuran 13 koloninin hızla güçlenmesi, genişlemesi de yine bu minvalde “Tanrı’nın yardımı” olarak yorumlanmıştır. Ve yine ABD’ye karşı gelmek, Tanrı’ya karşı gelmek olarak yorumlanmıştır. ABD içindeki bu felsefik alt yapı, dış politikaya yönelişi de etkilemiştir. ABD genel olarak kendisini merkeze alan, kendisi dışındakileri düşman olarak gören, sanayileşme ile birlikte rakip olarak gören bir ülke modeline sahiptir.
ABD dış politikası temellerinin bir yönünü yukarıda ifade ettiğim realiteler oluştururken, diğer yönünü de seçilen başkanların politik üslupları, karakterleri, anlayışları şekillendirmiştir. Tüm ABD başkanlarının, ABD kültürü içinden zuhur ettiği düşünülürse zaten aynı ortamın ürünü oldukları için çok büyük farklılıklar göstermeleri söz konusu değildir. Sadece 19. Yüzyıl, 20. Yüzyıl, 21. Yüzyıl gibi dönemlerde, dönemsel farklılıklar özellikle sanayileşme, kapitalizm, bir kapitalizm serüveni olan küreselleşme gibi olguların ortaya çıkmasıyla farklılık göstermiştir. Ancak dış politika yaklaşımındaki “ben dünyaya rol model olacak, yön verecek ülkeyim” anlayışı değişmemiştir. Buna ekonomik olarak güçlü olan bir ülke psikolojisi de eklenince ABD’yi, ABD yapan en önemli olgulardan biri de dış politikasıdır denilebilir.
ABD, özellikle 20. Yüzyıldan sonra daha öncesinde “yüksek değerlere” sahip olduğu düşüncesine bağlı olarak “insan hakları, demokrasi” gibi değerlerin en önemli temsilcisi ve tebliğcisi olduğu fikrine iyice kapılmıştır. Bu “değerler ihracı”, dış politikada kendini gösterirken yine “seçilmiş” olma fikrine bağlı olarak oldukça pervasızlaşabilmiştir, örneğin “demokrasi inşası için” savaş açmayı dahi kendilerinde meşru bir hak olarak görmüşlerdir. Elbette ABD’nin hegemon, müdahaleci, yayılmacı dış politikası bazı durumlarda kaba kuvvete dayansa da bazı durumlarda yumuşak güç üzerinden uygulanmıştır.
ABD, her ne kadar “Tanrı’nın seçtiği, kurtarıcı ülke” olduğu fikrinde ısrarcı olsa da, artık doğal sınırlarına ulaşmış, yayılma kotasını doldurmuş, farklı güç odaklarının sınırlarına yaklaşmış bir ülkedir. Bu nedenlerle, ayrıca Afganistan ve Irak işgallerinin ABD ekonomisine ciddi zarar verip (Mortgage krizi de eklenince), ABD’nin “demokratik, insan hakları savunucusu” imajını yerle yeksan etmesiyle ABD artık eski dış politika hamlelerini yapamayacak bir ülke haline gelmiştir. Nitekim Obama ile başlayan, Trump’la devam eden “ölçülü dış politika” gelişimi şimdilik Biden döneminde de devam edecektir.
Biden’ın Dış Politikası
Henüz resmi olarak başkanlık yeminini etmiş olmasa da ABD seçimlerini kazanarak yeni dönem ABD başkanı seçilen Joe Biden, ABD içinde uygulamaya koyacağı politikalara değinen açıklamalar yapsa dahi ağırlıklı olarak ABD dış politikasında yapacakları üzerine konuşuyor. Yazının girişinde de belirttiğim gibi dünyaya yön verme hakkını kendi gören bir anlayış için bu gayet olağan…
Joe Biden, Mart-Nisan 2020 tarihli Foreign Affairs’e bir yazı yazdı, (https://www.foreignaffairs.com/articles/united-states/2020-01-23/why-america-must-lead-again) yazının başlığı ABD dış politika geleneğinin temel anlayışına uygun, bu anlayışı vurgulayacak bir şekildeydi; “Amerika neden yeniden lider ülke olmalı?”. Yazının ilgili ve önemli başlıkları şu şekilde:
“Trump döneminde ABD dış politika etkisini giderek azalttı. Düşmanlarımızı hafife alan, sadece sözle eleştiren onlara karşı somut adımlar atmayan Trump yönetimi, ABD’nin uluslararası sistemine de zarar verdi.
Demokratik kurumlara olan güven Trump döneminde azaldı ve ABD’nin küresel zorluklarla mücadele yeteneği azaltıldı.
Amerikan liderliği Trump döneminde zarar gördü ve bunun telafisi konusunda bir şey yapılmadı.
2021’de ABD başkanı seçilen kişiye bu problemler ve eksiklikler anlamında çok büyük görevler düşecek. Yeni başkan, liderliğimizi yeniden inşa etmenin imkanlarını arayacak ve hiçbir şekilde zaman kaybetmeyecek.
Başkan olduğum takdirde ABD demokrasisi konusundaki eksikleri telafi edeceğim, ABD’nin dünya lideri olması için çalışacağım.”
Bu yazısında Biden, iki dünya savaşı ve ABD’nin kazandığı Soğuk Savaş zaferini de hatırlatarak, ABD’nin güçlü günlerine atıfta bulunarak izleyeceği dış politikanın ana hatlarını tamamladı.
Hayaller ve Hayatlar
Biden, doğal olarak ekonomiyle doğrudan ilişkili olduğu için Çin’in Pazar hakimiyetinin önüne geçmeyi planlıyor. Çin dış politikasını da ekonomi, ekonomiye doğrudan bağlı ekonomik güvenlik (zira ekonomik problemleri ulusal güvenlik problemi olarak tanımlıyor) üzerinden şekillendireceğini söylemişti. Biden için Çin’in engellenmesi önceliği sadece doğrudan ABD ile değil, ABD’nin müttefikleri üzerinden de şekillenecek gibi… Buradan hareketle Ortadoğu, daha özelinde Körfez, Türkiye politikaları da yumuşama gösterecek gibi… ancak hayaller böyleyken hayatların farklı olduğu ortada, zira Çin derinden ve sessizce kendi politikalarını neredeyse sorunsuz olarak devam ettiriyor. Ekonomik ilişkiler üzerinden oluşturduğu yayılmacı politikaları, dünyanın geneline hakim ekonomik sorunlar varken ABD müttefiki de olsa birçok ülkenin doğrudan Çin’le ilişkilerini küçültmesi pek mümkün değil. Ancak ABD, Çin ve hatta Rusya’yı sınırlandırmak için mevcut müttefikleriyle iyi ilişkiler geliştirmek isteyecektir.
Biden’ın ifade ettiği vaatlerin hayata geçirilmesindeki bir diğer zorluk mevcut küresel ekonomik kriz, bu krizi daha da derinleştiren virüs krizi, virüs salgınının her tür etkisinden kaynaklanmakta. Ayrıca ABD’nin içerisinde Trump’tan miras kalan kutuplaşmış kitleler, öfkeli orta sınıf ve artan ırkçılık gibi problemler var. Bu problemler, birçok problemi olan sağlık sistemindeki sorunlara eklenince her ne kadar “demokrasi, insan hakları” beklentisi içinde Biden’a oy verildiğini söyleyenler olsa da ekonomik olarak Biden’ı bekleyen problemler büyük.
Biden, Venezuela örneğinden yola çıkarak ülkelerin iç işlerine bu anlamda müdahale edilmeyeceğini ifade etse de aynı zamanda “demokrasi ve insan hakları” üzerinden dünyaya ABD rol modelini hatırlatacağını vurguluyor. Biden’ın bu vurgusu, ABD’nin olumsuz örnek teşkil eden icraatları nedeniyle güvensiz görünse de Rusya, Çin gibi ülkelerdeki otoriter, Avrupa’da ciddi taraftar bulan aşırı sağ, muhafazakar söylemlerden sıkılan yığınlar için ufak da olsa bir umut ışığı oluşturuyor. Ancak dünyanın daha otoriter bir yer olduğu da ortada, böyle bir dünyada insan haklarından, eşitlikten bahsetmek yakın zaman için hayal gibi de görünebiliyor.
Biden, Rusya konusunda Çin’e benzer şekilde sert bir dış politika belirleyecek gibi… bu anlamda varlığına dair tartışmalar sürerken NATO’yu eski ihtişamlı günlerine taşımak isteyebilir. Dolayısıyla bu konuda yukarıda ifade ettiğim gibi müttefiklerinin güçlerinden yararlanmak isteyecektir. Bu istek için yani müttefikleri harekete geçirmek için NATO üyesi ülkeleri güvenlik konusunda harekete geçirecek suni güvenlik problemlerinden medet umabilir ve bu politikayı Ortadoğu üzerinden şekillendirebilir. Ancak ABD, ekonomik olarak hiçbir maliyetin altına girebilecek ve olası riskleri göze alabilecek durumda olmadığı için Biden güvenlik politikalarını kolay kolay istediği gibi hayata geçiremeyecektir.
Biden’ın hiç şüphesiz ABD dış politikasına dair birçok hayali var ancak hayat daha farklı işliyor. ABD de dünya da Biden’ın Obama ile birlikte çalıştığı dönemden çok farklı, emin olun bunu Biden da çok iyi biliyor. Aynı zamanda Trump’ın sarstığı fay hatlarının oluşturduğu çatlaklar risk oluşturma potansiyeli taşıyor.
“Biden ve Trump arasında dış politika açısından pek de fark olmayacak” diyenlerden değilim, elbette görünür bir fark olacaktır ancak bu politika değişimi için konjonktür uygun olmadığından ötürü istense de çok farklı hamleler yapılamayacaktır. Elbette Trump’ın bir dönem daha görev yapmasındansa Biden’ın göreve gelmesi daha olumlu bir gelişmedir. Ancak dünyayı yönetme hakkını kendinde gören güçlü bir ABD’den daha kötü olan senaryonun, yeterince güçlü olmayan bir ABD’nin dünyayı yönetmeye soyunacağı senaryo olduğu unutulmamalıdır. Yakın zamanda bu senaryonun içinden geçeceğiz…