Sam Mensa
TT

ABD ile seçimlerde olmasa da çıkarlarda ortağız

Daha önce hiçbir Amerikan seçimi, 2020 seçimleri kadar Batılı demokratik ülkelerde bu alışılmadık eğilimi izlememiş veya iç ve dış ilgiyi çekmemişti.
İç kargaşa ve benzeri görülmemiş tartışma, seçimlerin doğruluğunu ve tarafsızlığını, kurumların meşruiyetini sorgulama noktasına ulaştı. Aynı şekilde yumuşak geçiş sürecinin de. Bütün bunlar, başta Rusya olmak üzere pek çok ülkenin seçilmiş başkan Joe Biden’ı tebrik etmekte tereddüt etmesine yol açtı. Devlet Başkanı Vladimir Putin, tebrik etmeden önce oy sayımı sürecini ve sonucunu dikkatle takip etti. Çin ancak Rusya’dan bir hafta sonra Biden’ı tebrik etti. Bu, ikisinin de Donald Trump yönetiminin yerini alacak bir Demokrat yönetim konusunda hevesli olmadıklarını gösteriyor.
Bu kaosun dünyanın en güçlü ülkesinde seçim sistemi ve usullerindeki kusurları gün yüzüne çıkardığını ve genel olarak demokratik pratiği, özellikle de yönetici seçkinler düzeyinde baltaladığını kimse inkar edemez. Keza medya organlarında dönen siyasi tartışmaların gözlemciye, üçüncü dünya ülkelerinde ve demokrasiyi tanımayan ülkelerde gördüklerini ve yaşadıklarını hatırlattığını da.
Bu, ABD'nin huzursuzluk, istikrarsızlık veya iç çekişme tüneline gireceği anlamına mı geliyor? Tabii ki hayır, çünkü ABD demokratik modeli ne kadar sarsılırsa sarsılsın, düşündüğümüzden daha güçlüdür ve kendini iyileştirebilir. Bugün yeniden sayım yoluyla şahit olduğumuz şey de budur.
Oyların demografik, ırksal ve etnik analizlerinin çoğu, Amerikan toplumunun parçalandığı,  beyazlar ile siyahlar arasında ırkçı veya göçmenlerle birlikte etnik bir bölünmenin meydana geldiği hakkında söylenenlerin doğru olmadığını gösterdi. Mevcut kamplaşmanın, politik-hizipçi bir anlaşmazlıktan ibaret olduğunu kanıtladı. Başkan Trump’ın kişiliği ve alışılmışın dışında uygulamaları, bunun ciddiyetini ve keskinliğini daha fazla ortaya çıkarmış olabilir. İç savaş hakkında söylenenler daha çok bir şaka gibi, çünkü kutlamalar gibi protestolar da barışçıldı ve belirli bölgelerdeki silahlı gösterilere rağmen ABD alışık olduğumuz barışçıl görüntüsünün dışına çıkmadı. Seçilmiş başkanın görevi devralacağı bir geçiş sürecine tanık olacağız ama bu, ABD tarihi boyunca yerleşmiş geleneklere ve ilkelere göre olmayacak. 250 yıl boyunca başkanların dönemlerinin sonu ve başlangıcında görülen kolaylıkta gerçekleşmeyecek.
Biz Araplar için belki de önümüzdeki iki ay boyunca ABD’nin bu iç işlerini kendi halkına bırakmamız, bazılarımızın da seçim sonuçları için açılan davalar, temyizler ve kaos üzerine bahis oynamayı bırakmaları daha iyi olur. Bunun yerine ABD'de beklenen değişimden etkilenecek taraflar olarak benimsememiz gereken adımlara odaklanmamız bizim için daha faydalıdır. Burada genel olarak Ortadoğu ülkelerini, özel olarak da Washington’un müttefiki ve dostu olarak bilinen Arap ülkelerini kastediyoruz.
Seçilmiş yeni Demokrat yönetimin politikasının temel özelliklerini zaten biliyoruz. Seçilmiş Başkan, seçim kampanyası sırasında ve galibiyetinin açıklanmasını takip eden günler içinde bunları açıklamıştı. Dış politikasının Demokrat selefi Barack Obama'nın politikasının bir kopyası olmayacağını tahmin ediyoruz, çünkü son 4 yılda batısıyla ve doğusuyla dünya çok değişti. Obama’nın kendisi yeniden seçilse politikalarını değiştirirdi dersek abartmış olmayız. Bölgemiz de bu değişimden kaçamadı ve bölgesel denkleme, yanlışlıkla bile olsa artık ulusalcı söylem mirası ve katılığı ile ele alınamayacak birçok yeni veri eklendi. İş birliği ve ortaklığın bağımlılık, erime veya tam anlamıyla uyum anlamına gelmediğinin farkında olmak önem kazandı.
Bugün en önemli kaygımız, Arap ülkelerinin yeni yönetime yaklaşımlarını, karşı karşıya oldukları en belirgin ikilemlere karşı bu yönetimin gelecek politikalarını ve pozisyonlarını nasıl karşılamaları gerektiğini belirlemek olmalıdır. Bahsi geçen ikilemleri beş başlık altında özetleyebiliriz: İran'ın bölgedeki rolü, yayılmacı ve müdahaleci politikası, Suriye ve Yemen'de devam eden savaşlar, terörizm ve aşırılıkla mücadele, İsrail-Filistin çatışması ve İsrail ile normalleşme süreçleri.
Arap tarafı bu aşamada ve yeni başkanının görevinin başına geçeceği 20 Ocak'tan önce, ilk önce politikalarını, ikinci olarak da yeni yönetimden taleplerini tanımlamak için bu konulardaki vizyonunu ve pozisyonunu netleştirmeye çalışmalıdır. Pozisyonları netleştirmek için de öncelikle bu tür büyük meselelerde ortak bir Arap vizyonuna ulaşmak gerekiyor, ancak ne yazık ki, bugün, birleşik bir Arap pozisyonuna ulaşmak her zamankinden daha fazla imkansız görünüyor. Bu nedenle, politikalarını belirleyecek bir yol haritasına ulaşmakta en büyük sorumluluk, Washington'un müttefiklerine ve dostlarına, özellikle de Körfez ülkelerine düşüyor. Bu bağlamda, gelecek dönemde başkanın ekibiyle çalışmanın, seçilen başkan ile çalışmaktan daha önemli ve yeni başkanlık ekibini anlamanın acil bir Arap görevi olduğu unutulmamalıdır.
İran ikileminde, İran rejimiyle sağlıklı ve barışçıl ilişkiler için çabaladığımızı ve bu nedenle olası ABD-İran müzakerelerine kesinlikle karşı olmadığımızı açıkça belirtmeliyiz. Ancak bunun bedeli; güvenliğimiz ve kimliğimiz, mezhepçi çatışmaları kışkırtma, devletler içinde küçük devletler yaratan vekiller aracılığıyla toplumlarımızı parçalama olmamalı.
Suriye, Yemen ve Libya'daki savaşlar açısından, felaket getiren siyasi ve güvenlik etkileri ve tüm dünya üzerindeki insani yansımaları nedeniyle başarısız devletler olgusuna son verilmesi gereği vurgulanmalı. Bölgesel ve uluslararası oyuncuların hırslarını gemleme ve onları normal boyutlarına döndürme ihtiyacının yanı sıra demokratik ülkeler kulübüne girmeyi hedeflediğimizin altı çizilmeli.
Terörizm, aşırılık ve radikal siyasi İslam'a gelince, bu konuya acilen tam bir netlik kazandırılmalıdır.  Washington’un on yıllar sonra Sünni ve Şii terörizmi arasında bir ayrım olmadığını fark etmesi gibi, biz de terörizmin tüm formlarıyla terörizm, aşırılığın da aşırılık olduğunu anlamalıyız. Arap tutumunun açık olması, alışık olduğumuz, zayıf ve haklı göstermek için kullandığımız "ama" argümanından vazgeçmemiz gerektiğini idrak etmeliyiz.
İsrail-Filistin çatışması ve iki devletli çözüm meselesine gelince, özellikle normalleşme sürecinin başlamasından sonra, Körfez ülkeleri ile Mısır ve Ürdün gibi Arap müttefik ve dost ülkelerden istenen, Amerikalılara dengeli ve adil bir politika benimsemeleri için baskı yapmaktır. Washington'un İsrail'in güvenliğini ve çıkarlarını korumaktan vazgeçmeyeceğini biliyoruz, bu nedenle başta Filistinliler olmak üzere Arapların çıkarlarını da dikkate alması için baskı yapmalıyız.
ABD'den tam olarak ne istediğimizi belirlememiz kadar, Arap ülkeleri olarak bu ikilemlerden bazılarını çözmek için neler sunabileceğimiz konusunda net bir vizyon oluşturmamız da önemlidir. Çünkü İran nükleer dosyası ve Filistin sorunu gibi bunların bir kısmı, bölge ülkeleri olarak bizim kapasitemizi aşıyor. Ortak ilgi alanlarımız dışındaki, özellikle iklim, çevre, su ve çölleşmeyle ilgili yaşamsal konularda da yardımcı olabiliriz.
Rasyonel ve pratik Arap sesi, Washington'daki karar alma çevrelerinde yüksek çıkmadıkça, ABD'den ne istediğimizi ve bölgenin sorunlarını çözme döngüsünde kendisine neler sunabileceğimizi belirleyemeyiz. Başkanlık seçimlerinin sonuçlarının kararlaştırılmasını beklemek ve olup biteni izlemekle yetinmeyip, yeni bir ortaklık kurmak için ne yapılması gerektiğine dair net bir vizyon sunmalıyız. Bir kez daha yapmamız gereken, şu andan itibaren ABD’nin iç meselelerini Amerikalılara bırakmak, bunun yerine Arapların pozisyonlarını güçlendirmek ve ABD politikasını etkilemek için onları harekete geçirmektir. Böylece onun farklılıklarımızla oynamasına veya iyi bildiği çatlaklarından geçmesine izin vermemiş oluruz.