Hüda Huseyni
Lübnanlı gazeteci-yazar ve siyasi analist
TT

Lübnan'ın bir teselli ödülü olarak İran'a sunulmaması için

Lübnanlılar, bir zamanlar Genelkurmay Başkanı olan Cumhurbaşkanı Mişel Avn'ın eski Dışişleri Bakanı damadı Cibran Basil'in Al Hadath ve Al Arabiya TV kanalları ile yaptığı ortak röportajında, ordunun DEAŞ ile savaşmakta başarısız olduğu ve Hizbullah’ın kurtarıcı bir rol üstlendiğine dair sözlerini  duyunca şok oldular.
Bu sözlere, başta emekli general Halil el-Hulu olmak üzere birçok kişi tepki gösterdi. General, mevcut otoriteye karşı eleştirel duruşu nedeniyle 17 Ekim Devrimi’nden önce bile sesi yüksek çıkan isimlerden ve kendisine emekli generallerin generali diyebiliriz.
Halil el-Hulu, Lübnan ordusunu savunurken, Hizbullah’ın Suriye'de örgüt tarafından rehin alınan bir İranlı generale karşılık DEAŞ’lı teröristlerinin değişimini içeren bir anlaşmaya da atıfta bulundu.
Şarku’l Avsat olarak kendisiyle görüşerek kendisinden bize bu konuda daha fazla bilgi vermesini istedik. Talebimizi kabul eden General, 2017 yazında Suriye’de şiddetli çatışmalar yaşanırken basında DEAŞ’ın esir aldığı bir İranlı general hakkında haberlerin çıktığını hatırlattı.
Hizbullah’ın işte bu İranlı generalin serbest bırakılmasına karşılık DEAŞ ile Lübnan’ın Ras Baalbek, Arsal ve el-Kaa beldelerindeki militanlarını Suriye’nin Deyr ez-Zor şehrine nakletmek konusunda anlaştığını söyledi. Generale göre asıl skandal ise, bu militanların klimalı otobüslerle Suriye’ye nakledilmeleriydi.
General, Hizbullah ile örgütün anlaşmasından sonra, Cumhurbaşkanı Avn’a bu konuda bilgi verildiği, kendisinin de bunu kabul ederek orduya sona ermek üzere olan operasyonlarını durdurma talimatı verdiğini belirtti ve şunu ekledi: “O dönemde bana savaşmamıza gerek kalmadan hem DEAŞ militanlarının Lübnan’dan çıkacakları hem de 2014 yılından beri ellerinde olan askerlerimizin naaşlarını geri alacağımız söylendi, ki geri aldık. Ama bu bir bahaneydi ve ordunun operasyonu durdurmak yerine DEAŞ’ın üzerine gitmesi ve kuşatması gerekiyordu. Böylece hem kendisi hem de Lübnan için manevi olarak önemli tam bir zafer kazanabilirdi”.
Lübnan'ın 2007'de Nahr el-Bared kampına düzenlediği operasyon ile ABD desteğine ihtiyaç duymadan el-Kaide ile savaşan tek ülke olduğu biliniyor. Keza Fecr el-Curud’da yine ABD hava desteğine ihtiyaç duymadan DEAŞ ile savaşan tek ülke olduğu da sözlerime karşılık General Hulu, “Tabii ki, ABD silah ve mühimmat ile orduyu destekledi, ancak hava desteği gerekmedi. Amerikalılar ve İngilizler orduya hava desteği teklif ettiler ama onun buna ihtiyacı yoktu ve çok etkili bir şekilde savaşıyordu” diyor.
DEAŞ, Suriye ve Irak'ı işgal ettiğinde ABD 60 ülkeden oluşan bir koalisyon kurdu. Lübnan da bu ülkelerden biriydi. Bu ülkelerin liderleri bu konuyu görüşmek için bir dizi toplantı yaptılar ve cumhurbaşkanının yokluğunda Lübnan'ı dışişleri bakanı sıfatıyla Basil temsil etti ve diğer ülkelerin bakanları ile çektirdiği fotoğraflarında oldukça mutlu görünüyordu. Ancak General Hulu, Lübnan medyasının Lübnan'da gerçekte DEAŞ ile kimin savaştığının ortaya çıkmaması için bu toplantılara çok dikkat çekmediğini söylüyor. Çünkü o dönemde Hizbullah’ın Suriye’de DEAŞ’a karşı savaştığı propagandası yapılıyordu. Bunda bir gerçeklik payı var ancak Suriye ve Irak’ta DEAŞ’ın belini büken Hizbullah değil, ABD hava operasyonlarıydı. Lübnan medyası, Lübnan'ın bu uluslararası koalisyonun bir parçası olduğunu öne çıkarmadı çünkü yetkililer, İran'ı memnun etmeyebilecek bir ittifakın içinde olduklarını göstermek istemediler. Kendilerini zeki sanıp bir yandan ABD’nin başını çektiği bir koalisyona katılırken diğer yandan İran ile yürümeye devam edebileceklerini sandılar ama her şeyi yüzlerine gözlerine bulaştırdılar. General’e “Nitekim Basil’e uygulanan yaptırımlar bunun kanıtı” dediğimde, “Yüzde yüz doğru” karşılığını veriyor.
“DEAŞ ile savaşa dönecek olursak, cumhurbaşkanı, silahlı kuvvetlerin başkomutanı ve Lübnan yasalarına göre ordu komutanlığının yürüttüğü operasyonları kontrol eden siyasi otorite” sözlerime, General Hulu, “Bu siyasi otorite de son derece olumsuz olan bu anlaşmayı kabul etti” yorumunda bulunuyor.
Bu durumda, siyasi otorite, Lübnan ordusu pahasına İran ve Hizbullah’a bir hizmette bulunmuş oldu soruma karşılık General, (Cumhurbaşkanı’nın partisi)  Özgür Yurtsever Hareketi’nin (ÖYH) 6 Şubat 2006’da Hizbullah ile bir ittifak kurduğuna dikkati çekti. Dolayısıyla, bütün bu yıllardan, Hizbullah’ın Avn’ı cumhurbaşkanlığı makamına ulaştırmasından ve bunun için Şii İkilisinin iki yıldan fazla bir süre Temsilciler Meclisi ve hükümeti kilitlemesinden sonra, Avn’ın bu anlaşmada Hizbullah ile işbirliği yapmasının şaşırtıcı olmadığını ifade etti.
General Hulu, Fecr el-Curud operasyonu sırasında yaşanan ihmalkarlıktan yürütme ve yasama organlarını da sorumlu tutarak şöyle konuştu: “Operasyonun yapıldığı dönemde Savunma bakanlığının başında İlyas Ebu Saab (Avncı bakanlardan) bulunuyordu. Neden hiçbir fikir belirtmeyip, öneride bulunmadan ordu komutanlarını doğrudan cumhurbaşkanı ile karşı karşıya bıraktı? Orduyu ihmalkarlıkla suçlayan Basil’e şunu sormak istiyorum: Asıl ihmalkar kimdi, ordu mu yoksa yönetim mi, yasama organı mı yoksa Temsilciler Meclisi mi? Özgür Yurtsever Hareketi muhaliflerinden hiçbiri, hükümete göstermelik de olsa sorgulanmadan 300 DEAŞ militanının ülkeden çıkarılmasına nasıl izin verildiğini sormadı. DEAŞ’ın elinde yıllardır esir olan 20 askerimiz olduğunu, hayatta olup olmadıkları, öldürüldülerse kimler tarafından öldürüldükleri dahil haklarında hiçbir şey bilmediğimizi hepsi de biliyordu ama yine de sormadılar. Bunlar olup biterken adalet, içişleri ve savunma bakanları neredeydi? Asıl ihmalkar olan, sessiz kalan yetkililerdir. Hükümete bunu sormayan Temsilciler Meclisi’nin tamamıdır.
Basil, Arsal operasyonunda esir düşen askerlerine atıfta bulunarak orduyu başarısızlıkla suçluyor. O dönemde cumhurbaşkanı seçimi krizi devam ettiği için Temmam Selam hükümeti, cumhurbaşkanın yetkilerini de üstlenmişti. Bu zorlu dönemde ordunun Arsal’daki üssüne bir saldırı gerçekleşmiş ve ordu da buna bir operasyon ile karşılık vermişti. Bu sırada bahsettiğimiz askerlerimiz esir düştü. Basil, sanki savaşlar sırasında kayıplar verilmez ve esir düşen askerler olmazmış gibi şimdi bunun için orduya yükleniyor. Ancak Basil’in kendisi birçok engelle karşılaşıyordu. Hal böyleyken neden orduya yüklenip onu başarısız olarak niteliyor. Peki, kendisi neden o dönemde daha iyi pozisyonlar benimsemedi?
Şimdi Lübnan kimliğini ve medeniyetini tehdit eden varoluşsal bir kriz ile karşı karşıya ve İran devriminin kıskaçları arasında.
Bu tehlike nasıl ortadan kaldırılabilir diye sorduğumda General şunları söyledi: “Lübnan tehdit altında ve bu yeni bir şey değil. 2008'e geri dönersek 12 yıl içinde Hizbullah'ın devletin kilit noktalarındaki kontrolünün arttığını görürüz. 2018’den önce Temsilciler Meclisi’nde çoğunluk Hizbullah’ın elinde değildi. Bu yıl yapılan seçimlerle çoğunluğu ele geçirdi. Önceki hükümetlerde Hizbullah ve müttefiklerinin ellerinde sadece üçte bir silahı vardı. 2016’da Cumhurbaşkanı kendi deyimiyle Hizbullah’ın müttefiki olduktan sonra kurulan hükümetlerde hem üçte bir hem de kota silahını elde ettiler.
Dolayısıyla, hem yürütme ve yasama hem de cumhurbaşkanlığı İran ile ittifak halinde. Bu nedenle de Lübnanlıların büyük bir kısmı, Lübnan’ın kimliğinin dengeler temelinde değiştirilmesinden korkuyorlar. Lübnan’da ilan edilmemiş bir İran hegemonyası var ve ülke kesinlikle çehresinin değişmesi tehlikesiyle karşı karşıya. Halihazırda Arap, Batı ve özgür ülkeler, bizi İran vesayeti altında bir ülke olarak görüyorlar ve bu çok kötü”.
General, bir kısmı mevcut duruma karşı olan kamuoyuna, devrime ve iki yıl sonra düzenlenecek seçimlere güvendiğini de sözlerine ekledi. Tek çözümün, muhalif taraf ve partilerin parlamentoya girip çoğunluğu geri almak ve yeni bir yürütme organı kurmak için bu seçimlere hazırlanması olduğunu, çünkü yeni cumhurbaşkanını bu seçimlerde oluşacak parlamentonun seçeceğini belirtti.
General’e göre Lübnanlıların elindeki tek çözüm yolu bu. Bölgesel çözümler varsa da Lübnan’ın bunda bir söz sahibi olmayacağını kaydettikten sonra, “Önemli olan, bu çözümlerin Lübnan’ın lehine olması, Lübnan’ın teselli edici bir ödül olarak İran’a sunulmamasıdır” diye ekledi.
Kendisine; “Amerikalılar, Fransızlar, İngilizler ve Almanlar orduyu desteklemeye odaklanmış görünüyorlar, bunu Lübnan’ı İran’ın pençesinden kurtarmaya yönelik bir uluslararası arzu olarak görebilir miyiz? diye sorduğumda, General; “Bu doğru, Batı’nın ordunun güvenle ayakta kalmasını sağlayan bu desteğine sıkıca tutunmalıyız, çünkü İran karşısındaki tek denge unsurumuz bu. Siyasi düzeyde ise hiçbir denge yok” yanıtını verdi.
Geçmişte ordu komutanlarından olan Cumhurbaşkanı’nın pozisyonu ve İran’ın çıkarlarını Lübnan'ın çıkarlarına tercih etmesi konusundaki şaşkınlığımı dillendirdiğimde ise General Hulu şu karşılığı verdi: Muhaliflerden olduğumu biliyorsunuz. Avn Hizbullah ile müttefik olduğunda çok şaşırdım. Fakat politikaları 360 derece değiştiğinde şaşkınlığım daha da arttı. Ne var ki, bu onun seçimi ve sorumluluğunu da o üstlenecek.
“Ama kendisi aynı zamanda Lübnan’dan da sorumlu” yorumunu yaptığımda General, “Cumhurbaşkanı anayasayı korumaktan sorumlu. Lübnan’dan ise hepimiz sorumluyuz. Avn Hizbullah ya da bir başkasıyla müttefik olsun önemli değil. Bizim bir kamuoyumuz var. Devletin kendi topraklarındaki egemenliği, silahın sadece yasal kuvvetlerin elinde olması, anayasanın eksiz ve bir bütün olarak uygulanması, yargı bağımsızlığı, temsilin güvenliğini ve geçerliliğini garanti eden adil bir seçim yasası gibi sabitelerimiz var” dedi.
Örtülü bir uluslararası destek olursa orduyu darbe yapmaya ve geçiş sürecini yönetmeye teşvik eder misiniz diye sorduğumda da; “Yabancı müdahale olmadığı sürece, Lübnan'da yönetimin sadece demokratik yollarla değişmesi gerektiğine inanıyorum. Yabancı müdahale durumunda da bu zaten Lübnanlıların iradesi olmayacaktır. Lübnanlıların yönetimi demokratik yöntemlerle değiştirmeye, ülkelerini geri alıp Arap dünyasına, uluslararası topluma ve özgür dünyaya geri döndürmeye, ABD, Avrupa ve tüm dünya ile dostluğunu canlandırmaya hazırlanmaları gerekiyor” cevabını verdi.
Siz de Genelkurmay Başkanı Joseph Avn’ın cumhurbaşkanlığı makamına ulaşması gibi gelecekte üstlenebileceği bir rolden korktuğu için Basil’in orduya yüklendiğini düşünüyor musunuz sorusuna şu karşılığı verdi; “Evet, Cibran Basil ordu komutanının cumhurbaşkanı seçilmesinden korkuyor. Cumhurbaşkanı olmak onun stratejik hedefidir. Ama bir kez daha askerlerin ülkeyi yönetmesini desteklemediğimi belirtmek isterim. General Joseph Avn cumhurbaşkanı olursa bunun sebebi politikacıların başarısızlığıdır”.
Tarafsızlığı destekleyip desteklemediği hakkındaki son soruma ise şu yanıtı aldım; ”Tamamen destekliyorum. Tarafsızlık ve bağımsızlık ayrılmaz bir ikilidir. Egemenlik olmadan tarafsız olmak imkansızdır. Ama bölge ülkeleri ve dünya bu tarafsızlığı desteklediğinde egemenliğimizi de koruyabiliriz. Lübnan’ın bağımsızlığı Lübnan’ın ve tüm bölge ülkelerinin çıkarınadır. Güçlü bir ordunun koruduğu bir tarafsızlık Lübnan topraklarının dünyanın herhangi bir ülkesine zarar vermek için bir üs olarak kullanılmasının önüne geçecektir. İsrail’e gelince, şu anda kendisi ile aramızda 1701 karar ve daha da önemlisi 1949’da imzalanmış ateşkes anlaşması bulunuyor. Bu anlaşmayı inceleyenler 1701 sayılı karardan daha önemli olduğunu göreceklerdir. Bu anlaşma halen yürürlükte, Lübnanlı ve İsrailli subaylardan oluşan ateşkes komisyonu, sınır sorunlarını çözmek için zaman zaman el-Nakura’da bir araya gelmeye devam ediyor”.